Eğer herhangi bir Andrey Tarkovski filmi izlediyseniz, her sahnenin özenle çerçevelenmiş bir portre gibi olduğunu fark etmişsinizdir. Filmleri, sahneye girip çıkan karakterleriyle, görüntülü bir meditasyon gibidir. Andrey, doğayı bir arka plan olarak değil, ayrı ve özerk bir karakter olarak kullanır. Belli bir ruh halini vurgulamak; belirli bir nesneye ya da karaktere dikkat çekmek için doğal ışıktan ustaca yararlanır. Bu yazıda, onun bizlere sinema hakkında neler öğrettiğini anlatmaya çalışacağız.
Tarkovski, sahnelerin çoğunu doğal ışık kullanarak çekti. Bulutlu hava ya da iç çekimlerde mum ışığı fark etmiyordu. Bu sahneler Hollywood hileleri kullanılmadan çekiliyordu. Düşük aydınlatmada gölgeler vurgulanıyor, aynadan yansıtılan ışık bir karakterin siluetini duvara çizebiliyordu. Tarkovski, sahneleri aydınlatmak için garip yollar buluyordu. Bir sahneye ışık gerekiyorsa, bir karakter elinde lambayla sahneye girebiliyor ya da sahnedeki ışığı azaltmak gerekiyorsa, bir karakter lambayı söndürebiliyordu. Kullanılan her ışığın bir amacı vardı: Sahnenin tonunu belirleyebilir, bir rüya sahnesini başlatabilir ya da sonlandırabilirdi. Siyah beyaz çekilmiş olan Ivan’ın Çocukluğu’nda bile ışık, filme unutulmaz bir etki vermek için kullanılmıştı.
Sinema izleyicilerinin dikkat süresi Tarkovski’nin zamanından bu yana büyük ölçüde azaldı. Çoğu film, izleyicinin dikkatini canlı tutmak için hızlı kurgu veya abartılı aksiyon sahnelerine bel bağlıyor. Tarkovski, birçok yönetmenin tersine, zamandan kaçmak yerine onu bağrına basmıştı. Zaman, bize ölümlü olduğumuzu anımsatan bir şeydir. Ölümle bağlantılı olduğu için de inanç duygusunun temelinde vardır. Zamanı bilmeyen bir insanın, ölümden sonraki hayata ya da bir yaratıcıya inanmasını bekleyemeyiz. Tarkovski’nin tanrı inancı çalışmalarında görülebilir. Tarkovsky, sinemada uzun planların nasıl kullanılacağına dair en güzel örnekleri vermiştir. İzleyicinin zamanın geçişini algılamasına izin verirken, bir yandan da sonsuzmuş gibi hissetmesini sağlayabiliyordu. İzleyicileri anıların ve düşlerin içine çekerek ya da bir anı veya düşten uyandırarak yepyeni bir zaman algısı yaratıyordu.
Onun filmlerinde karakterler ve mekânlar birbirini tamamlar. Değişen mekan, karakterlerin duygularını etkileyebilir. Mekanı salt göze hoş görünen bir fon olarak değil, kendi başına bir karakter olarak kullandı. Suyun akışını veya ağaçların hareketini gösteren çekimler, izleyicinin ne göreceğini vurgulamak için özel olarak planlanmıştı. Tarkovski’nin doğal çekimlerinde ateş de sıkça kullanılan bir unsurdur. Her sahne, izleyicinin yorumuna bırakılan ve belli bir sembolizm içeren, kendine özgü mesajlar vermektedir. Atmosfer oluşturmak için çevreden yararlanır ve manzarayı bir öyküye dönüştürür. Kuş ötüşü, su şırıltısı veya ayak sesi gibi bazı doğal sesler dışında birçok çekim tamamen diyalogsuz ve sessizdir. Karakteri öğrenmek için diyaloglara ihtiyacımız yoktur, tüm bilgileri karakterin hareket ve davranışlarından çıkarsayabiliriz.
Filmlerinde sıkça çocukluk anılarından yararlanmıştır. Ayna, Kurban ve İz Sürücü‘yü izlerken kendi çocukluk anılarımız zihnimizde canlanır. Sanat insanlar içindir, bizi duygulandırmak ve dünyayı farklı açılardan görmemizi sağlamak gibi işlevleri vardır. Tarkovski gerçek anlamıyla bir şairdi, çünkü bir şairin görevi, başkalarının yaşamlarını sürdürmelerine yardım etmek ve söyleyemediklerini söylemektir. Solaris‘in açılış sahnesi unutulmazdır. Tarlada başakların salınışını ve sudaki yosunların hipnotize edici akışını izlerken kendinizi bir sanat galerisinde gibi hissedersiniz. Görüntülere doyamayız. Yedi film için kendisine minnettarız, ama Sovyet hükümetinin engellemesi olmasaydı bize daha neler verebileceğini düşünmeden de edemiyoruz.
Andrey, yirminci yüzyılın en büyük Rus şairlerinden biri olarak kabul edilen Arseniy Tarkovski‘nin oğludur. Çocukluğunu anımsadığı ya da iki karakter arasında geçen rüya sahnelerinde babasının çalışmalarından alıntı yapmıştır. Şiir, kalbin hiçbir süzgeçten geçmeden dış dünyaya açılan kapısıdır. Filmlerinde karakterler genellikle entelektüel konuşmalar yapar, hayata dair önemli felsefi sorular sorarlar. Cümleler adeta bir şiirin dizeleri gibidir ama inandırıcıdır, şişirme ya da yapay değildir. Hiçbir kelime öylesine ya da boşuna sarf edilmez, her şey hesaplanmıştır, rastlantısal hiçbir şey yoktur.
Gençlere tavsiyelerde bulunduğu bir belgeselde (Andrey Tarkovski: Sinemada Bir Şair Gördüm) yönetmenliği bir “iş” olarak değil, oyun olarak gördüğünü söyler. “Filmi nasıl montajlayacağınızı ya da kameranın nasıl çalıştığını öğrenmek zor değildir,” der. “Ama yeni başlayanlara verebileceğim tavsiye, filmlerini, hayattan ayırmamalarıdır. Film ile kendi yaşamları arasında bir fark olmamalıdır.” Her biri kişisel, neredeyse otobiyografik olan filmlerinden bu mesaj açıkça anlaşılmaktadır. Tarkovski, kendi deneyimlerini başkalarının hoşuna gidecek şekilde sunarak izleyicinin karakterleri kendileriymiş gibi görmesini, anılarını ve rüyalarını kendilerininmiş gibi algılamalarını sağlamıştır. “Sinema çok zor ve ciddi bir sanattır, kendini feda etmeyi gerektirir. Sen sinemaya ait olmalısın, sinema sana değil… Sinema sizin hayatınızı kullanır ama tersi geçerli değildir.” Tarkovski, çeşitli sanat biçimlerini birleştirmiştir. Şiir, fotoğraf ve resim sanatından unsurları alarak sinemaya dönüştürmüştür.
Andrey, 54 yaşında Paris’te akciğer kanserinden öldü. O bir vizyonerdi ve gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerden biriydi. Çalışmaları film yapan kuşaklara ilham vermeye devam ediyor. Doğayı salt göstermekle yetinmemiş, bizzat onun kendisini bir öyküye dönüştürmüştür. İzleyicinin iki saat boyunca düşünmelerini ve canlı düşler görmelerini sağlamıştır. O bize sinemanın öykü anlatma gücünü göstermiştir. Sinema konusunda ciddi olan her yönetmen, Andrey Tarkovski’nin çalışmalarını mercek altına almalıdır. Çünkü onun sinemasına eşdeğer bir deneyim yaşamanız olanaksızdır. Arkanıza yaslanın ve ruhunuzun onun şiirsel dünyasına dalmasına izin verin. İşte hepsi bu…