Siberpunk, topluma çoğunlukla bilgisayarların ve internetin hakim olduğu, iyimser ya da kötümser bir gelecekte kurulan bilimkurgu türüdür. Direkt hükümet yerine, toplum genelde mega şirketler tarafından idare edilir. Hackerlardan ya da askerlerden oluşan radikal gruplar sistemi bir şekilde yıkmaya çalışır.
İnternet burada ezilenler için bir silah ve büyük bir güç olarak kullanılır. Siberpunk türünde, bilgisayar yazılımınız ne kadar güncel ise o kadar güçlü durumda olursunuz. Bu tür literatüre William Gibson, Bruce Sterling ve Neal Stephenson gibi vizyoner yazarların hikayeleri ile kazandırılmıştır. Hikayelerin sinemaya uyarlanması ise zamanla kaçınılmaz oldu. Bu yazıda Screen Rank tarafından seçilmiş tüm zamanların en iyi 13 siberpunk filmini kısaca tanıyacağız.
13 – Hackers
Iain Softley‘nin yönettiği Hackers filminde Jonny Lee Miller ve Angelina Jolie rol aldı. Vahşi Batı kahramanlarına benzeyen bilgisayar korsanlarının kötü şirketlerdeki çaresiz insanları kurtarmaya çalışması kısa süren gişe macerasına rağmen külte dönüştü. Filmin tasvirleri bilimsel doğruluktan uzak sayılmaz; ancak, erken hacker alt kültürü ruhuna da sadık kalınmıştır.
Hackers ayrıca, 1990’ların ortalarında kulüp sahnelerine hakim olan tekno müzikle de dikkat çeker. Hollywood’da, ebeveynlerinin bodrumunda yaşayan ve temel sosyal becerileri olmayan çirkin, yağlı kaybedenler olarak tasvir edilen bilgisayar meraklıları bu filmle klas ve şık bir imaja bürünmüşlerdir. Hacker Bildirgesi’ne göre bilgisayar korsanları ten renkleri, uyrukları ve dini önyargıları olmaksızın vardırlar. Ayrıca Jonny Lee Miller ve Angelina Jolie gibi gezegendeki en çekici iki insanın oynaması filmin bu denli popüler olmasına yardım etmiştir.
12 – Videodrome
David Cronenberg filmleri hemen hemen her zaman absürt hayalleri göze sokan türdendir. Bu anlamda Videodrome da farklı değildir. Film 1983 yılında, siberpunk çılgınlığı başlamadan önce yayınlandı ve türün öncüllerinden biri olarak kabul edildi. Videodrome’da internet ve bilgisayarlar yerine, insanların hayatları ön plandadır ve bu insanlara hurda televizyonlar hakimdir.
James Woods’un canlandırdığı karakter, ucuz bir televizyon istasyonunun yöneticisidir. İşkence pornosundan başka bir şey olmayan tiksindirici bir program keşfeder. Film, gerçeküstü ve yaratıcı bir izlekle benzeri az bulunan bir finale ulaşır. Videodrome, cinsel yönelim ve şiddet konusundaki kültürel tutkumuzu açıkça ortaya koyar ve birçok kişi, filmin gerçek hayatın esas olarak TV ekranlarıyla değiştirileceğini öngördüğünü söyler.
Betamax kasedinin tiksindirici ama önemli bir sahnede şamata malzemesi yapılması gibi unsurlar demode olmalarına rağmen filmin estetik yönünü kuvvetlendirip temasını vurguluyor. O tema da televizyonun, ya da daha genel anlamda tüm medyanın insanları kontrol etmekte kullanılabilecek tehlikeli bir araç olduğu fikridir.
11 – Strange Days
Strange Day, tıpkı Hackers gibi gişede hüsrana uğrayan filmlerden. Ancak sonraki yıllarda bir klasik olarak anıldı ve hakkı teslim edildi. James Cameron‘ın yazdığı ve Katheryn Bigelow‘un yönettiği film, Lenny Nero adlı eski bir polisin hikayesini anlatıyor. 1999 yılında‚ yeni milenyuma geçişin arifesinde batı toplumu yarı anarşik kontrolden çıkmış bir hayat yaşamaktadır. Kendi geçmişinin hayaletlerinden kurtulamayan Lenny Nero‚ şimdi artık kısaca klip denilen‚ başkalarının yaşadığı anıların satıldığı karaborsanın simsarlarından biridir. Kaybettiği eski kız arkadaşı Faith ile olan kendi kliplerinin de bağımlısıdır.
Los Angeles polisinden iki dedektif‚ Lenny’nin elinde bulunan bir klibi ele geçirmek için hayatını cehenneme çevirir. Yılbaşı kutlamaları yaklaşırken‚ bu esrarengiz klip Lenny’yi umduğundan daha büyük bir komplonun içine itecektir. Strange Days, listedeki diğer filmlerin bazılarına kıyasla, bizden çok da uzak olmayan bir dünyayı gözler önüne seriyor.
10 – The Matrix
Matrix, 1999’un en beğenilen filmi ve muhtemelen en etkileyicisi de. Filmin başarısından sonra “Matrix-Mania” çılgınlığı Hollywood’u ele geçirdi desek yeridir. Saygın bir yazılım şirketinde çalışan Thomas Anderson (Keanu Reeves), gecelerini “Neo” adı altında program kırarak ve Matrix’i araştırarak geçirir. Esrarengiz şekilde Trinity ve Morpheus ile tanışan Neo, yaşadığı dünyanın aslında beyninde gerçekleşen bir simülasyon olduğu gerçeğini öğrendikten sonra oradan kurtarılır ve Morpheus’un önderliğindeki ekibe katılır.
Neo gerçek dünyada ilk nefesini aldıktan sonra simülasyona tekrar girerek Matrix’in ne olduğunu kavrayacak ve kurtarılma nedenini öğrenerek gelişen olaylar çerçevesinde yeni kimliğini tanımaya çalışacaktır. Matrix’i stil, aksiyon ve hikaye anlatımı konusunda siberpunk türünün başyapıtı olarak kabul edebiliriz.
9 – Total Recall
Douglas Quaid (Arnold Schwarzenegger) her gece Mars hakkında rüyalar gören bir işçidir. Meraklanan Quaid, anı transferi yoluyla insanları tatile yollayan Rekall Inc. isimli şirketten Mars tatili satın alır. Fakat anı transferi sırasında meydana gelen bir kaza genç adamın zihnini altüst eder. Kendini bir gizli ajan olarak, Mars’ın zalim hakimi Coogan’a karşı mücadele ederken bulur.
Eski dostlar, hatta karısı bile aniden ona düşman olmuştur. Fakat Quaid’in tüm bu yaşadıkları gerçek midir? Eski anılarını mı hatırlamaktadır? Yoksa anı transferi sırasında yaşadıkları yüzünden bir hayal mi görmektedir? Douglas Quaid bu gerçekler ve hayallerden örülü dünyada bir çıkış yolu bulmaya çalışır.
Film, bilimkurgunun en önemli isimlerinden Philip K. Dick‘in We Can Remember It For You Wholesale isimli kısa hikayesine dayanıyor. Blade Runner (1982), Screamers (1995) ve Impostor (2002), Dick’in hikayelerine dayandırılarak çekilen filmlerden sadece bazıları.
8 – eXistenZ
David Cronenberg‘in rahatsız edici eserleri saymakla bitmez. Bunlardan biri de Videodrome’un manevi halefi olarak görülen eXistenZ. Hatta Videodrome’dan daha garip ve daha rahatsız edici diyebiliriz. eXistenZ, televizyon yerine sanal gerçeklik oyunlarını merkezine oturtan bir film. Kahramanımız Allegra Geller (Jennifer Jason Leigh) eXistenZ adlı yeni bir oyun tasarlar. Oyunun yapımını ise Antenna Research şirketi üstlenmiştir. Şirketin, küçük bir oyuncu grubuyla gerçekleştirdiği test seansına sızan bir suikastçı “Şeytan Allegra Geller’e ölüm!” diye bağırarak, namlusundan insan dişi fırlatan bir silahla genç kadını yaralar. İnsanın aklına ister istemez Videodrome’daki suikast sahnelerini getiren bu hararetli açılışı takiben Geller, özel koruması Ted Pikul (Jude Law) ile kaçmaya başlar.
Suikastı düzenleyen kişi, sanal video oyunlarının insan algılarını çarpıttığını ileri süren fanatik gerçekçiler grubunun üyelerinden biridir. Bu insanların hizmet ettiği büyük kuruluşlar, Geller’in başına 5 milyon dolarlık da bir ödül koymuştur. Bu kaçış esnasında güvenli bir yere sığınan Geller, eXistenZ’in zarar görüp görmediğini anlayabilmek için koruması Ted ile birlikte oyunu oynamaya başlar ve buradan itibaren biz izleyiciler, kendimizi “gerçekçiler” ile “sanalcılar” arasında geçen entrikalarla dolu bir maceranın içinde buluruz.
7 – The Zero Theorem
“1984 yılında çektiğim Brazil’de, o tarihte dünyadan ne anlıyorsam onun resmini çizmeye çalışmıştım. Sıfır Teorisi’nde de, şu anda dünyadan ne anlıyorsam onu resmetmeye çalıştım.”
Terry Gilliam, sevilen ama ticari açıdan başarı yakalayamayan yönetmenlerden biri. Filmlerinden çok azı gişede beklenen başarıyı yakalayabildi ve yapımları genellikle kontrolü dışındaki faktörler tarafından hep baltalandı. Gilliam’ın en bilinen bilimkurgu üçlemesi, Brazil ve 12 Monkeys gibi iki mükemmel filmle başladı ve daha önceki filmlerinin (özellikle Brazil) temasını ilerleten Zero Theorem ile sonuçlandı.
Gelecekte dünyanın nasıl çarpık bir hale bürüneceğini hakkıyla filme çekecek bir yönetmen varsa, olsa olsa Terry Gilliam’dır. Ünlü yönetmen bu filmde, gelecekte Londra’da geçen bir öyküyü anlatıyor: Varoluşsal acılarla kıvranan, sıra dışı bilgisayar dahisi Qohen Leth’in öyküsünü. Elinde “Ben neden varım?” sorusuna yanıt olabilecek gizemli bir proje var. Fakat, cilveli Bainsley ve patronun oğlu Bob’un ziyaretleri Qohen’in yalnızlığını sık sık bozuyor.
6 – Robocop
Yönetmen Paul Verhoeven‘ın Total Recall ile birlikte listemizdeki ikinci filmi olan Robocop bir cyborg hikayesi. Geleceğin Detroit’inde şehir dev bir şirket tarafından yönetilmektedir. OCP adı verilen şirket suçla savaşmak için bir robot üretir. Fakat üretilen robot büyük bir başarısızlıktır. Şirket kaybettiği güveni yeniden geri kazanmak için yeni projeler arar. Bir çete çatışmasında öldürülen başarılı ve cesur polis memuru Alex Murphy’nin bedeni çelikten yapılmış bir robotla birleştirilir ve ona Robocop adı verilir. Artık o şehrin yeni koruyucusudur. Kısa zamanda halkın ve polis merkezinin büyük sevgisini kazanır. O artık suç lordu Boddicker’in en büyük sorunu olacaktır…
5 – Akira
Akira bisikletçi çeteleri, kasvetli kent manzaraları, hükümet karşıtı gruplar, insan deneyleri gibi çılgınca bilimkurgu unsurlarıyla bezeli tipik siberpunk yapımlarından biri. İlk kez 1982’de bir manga olarak piyasaya çıkan hikaye, kaynak materyalin popülaritesini solda sıfır bırakan bir animeye dönüştürüldü. Yıllardır hikayenin film versiyonu ise gelişim aşamasında bekliyor.
4 – Tron
Tron, programların da bir dünyası olduğu fikrini taşıyan, zamanına göre çarpıcı özel efektlere sahip başarılı bir siberpunk filmi. 1982 tarihli film, zamanında teknolojik açıdan övülmüş ama hikayesinin zayıflığı nedeniyle de bir hayli dövülmüştü. Buna rağmen film, video oyunları gibi farklı alanlarda popülaritesini hep sürdürdü. Hatta yapımcılar, klasikleşen filmi devam etme kararı alarak kolları sıvadılar. 2010 yılında seyirciyle buluşan Tron: Legacy, bu kez çok daha güçlü bir görsellik vaat ediyordu.
Tron: Legacy bir hikayeye sahip olmadığı için eleştiriler aldı, ancak çok katmanlı ve zengin bir tematik dokuya sahipti.
3 – Ghost in the Shell
Matrix’ten önce bayrağı Ghost in the Shell taşıyordu dersek abartmış olmayız. 1989’da başlanan manga serisine dayanan bu 1995 çıkışlı anime, post-siberpunk’ın da ilk örneklerinden. Yıl 2029. Dünya, Net sayesinde sınırsız hale geldi ve insanlar artık sanal dünyada yaşamaya başladılar. Düzen, süper güçlü ve istedikleri yere download olabilen polisler tarafından sağlanıyor. Japonya’da, Dışişleri Bakanlığı tarafından yaratılmış ve net ortamında istediği gibi hareket edebilen Project 2501 kod adlı bir süper ajan, bilgi denizinde kazandığı bilinçle kendisine bir beden arayışına başlar. The Puppet Master (Kukla Oynatıcı) olarak kendisini tanıtan ajan, onun varlığından habersiz hükümet istihbarat birimleri tarafından bir güvenlik tehditi olarak görülür ve yakalanması için peşine iki ajan takılır.
Yarı sibernetik yarı insan olan iki ajandan son derece iyi eğitimli kadın ajan Albay Motoko Kusanagi, Kuklacı’ya ulaşınca onunla aynı bedende buluşmak isteyecektir.
Ghost in the Shell, Akira’dan sonra Batı’ya anime kültürünü aşılaması bakımından ikoniktir. Blade Runner’dan oldukça etkilenen film, Matrix için de önemli bir ilham kaynağı oldu.
2 – The Lawnmower Man
Jobe Smith altı yaşında bir çocuğun zekasına sahip yetişkin bir insandır. Olağanüstü bahçıvanlık yetenekleri nedeniyle kendisine “Bahçıvan” lakabı takılmıştır. Zeka noksanlığı onu yerel serserilerin hedefi haline getirirken masumiyeti sayesinde ise pek çok dost edinir.
Lawnmower Man, 1992 izleyicileri açısından etkileyici, ancak 2016 standartlarına göre yavan kalan CGI efektleriyle dolu. Yine de filmdeki sayısız Sanal Gerçeklik sahnesi, hala çarpıcılığını koruyor. Film ayrıca Super Nintendo’ya video oyunu için ilham kaynağı da oldu.
1 – Blade Runner
Listenin bir numarası için Blade Runner’dan daha iyi bir aday elbette olamazdı. Ridley Scott‘un 1982 tarihli başyapıtı, bizi insan veya yapay kılan şeyin gerçekte ne olduğu üzerine harikulade bir sorgulama içeriyor. Harrison Ford, replikant denilen yapay insanları avlamakla görevli bir dedektif rolünde. Philip K. Dick ‘in Do Androids Dream of Electric Sheep? romanından uyarlanan Blade Runner, kendi siberpunk estetiğini yaratırken karanlık ve güneşten yoksun şehir manzaralarından ve tüm binalardaki hareketli reklam panolarından ustaca yararlanıyor.
Denis Villenueve‘un yönetmen koltuğunda oturduğu Blade Runner 2049 ise, bu kasvetli ve bolca da felsefi evrene yeniden dalış yapmak isteyenler için büyük bir fırsat.