1977 tarihli ilk Star Wars filmi vizyona girdiğinde, bu sıra dışı kurgusal evrenin ne boyutlara ulaşacağını kimse tahmin edemezdi. Galaksinin bir aile etrafındaki epik yazgısını gözler önüne seren yapım, kendi sinematik evreninden taşarak içinde yaşadığımız gerçekliği de derinden etkilemeyi başardı. Öyle ki, Star Wars’un 2016 yılı itibariyle sahip olduğu ticari satış haklarının değeri 30,2 milyar dolara ulaştı. Böylesi güçlü bir markayı bünyesinde bulunduran Disney, en iyimser kapitalist bakış açısıyla bile Star Wars evrenini olabildiğince sağmaktan geri durmayacaktı. Beklenen de oldu ve 2015 yılında vizyona giren The Force Awakens filmi, söz konusu bakış açısının ilk sinemasal emaresi olarak tarihteki yerini aldı. J.J. Abrams‘a emanet edilen bu yapım, güvenli sularda yüzmeye çalışan ve bu amaçla ilk filmin izleğini yineleyen ürkek bir iş olarak karşımıza çıktı. Ancak geçtiğimiz günlerde seyirciyle buluşan Rogue One: A Star Wars Story, her şeyden önce bu ürkekliği silkinip atmış bir film hüviyetinde.
Roque One, Star Wars’un çekilen ilk ara dönem filmi ve öyle görünüyor ki gelecekte bu tarz filmlerle sık sık karşılaşacağız. 3. film Revenge of the Sith ile 4. film A New Hope arasındaki bir zaman diliminde geçen yapım, imkânsız görünen Ölüm Yıldızı planlarını çalma görevi etrafında gelişen olayları anlatıyor. Anımsanacağı gibi ilk Star Wars filminin açılış jeneriğinde, Roque One’a da zemin teşkil eden bir ibare bulunuyordu: “Çarpışma sırasında İsyan Güçlerinin bir casus birliği, İmparatorluk’un gezegenleri yok edebilecek güçteki zırhlı savaş istasyonu Ölüm Yıldızı’nın planlarını çalmayı başardı.” İşte Roque One, tam olarak bu ibarenin altını doldurma amacını güdüyor ve Star Wars mitolojisindeki konumu dolayısıyla, “başı sonu belli olan bir film” niteliği taşıyor. Ancak bu durum, konunun nasıl ele alındığını ve işlendiğini merak etmemize engel değil.
2014 çıkışlı Godzilla uyarlamasıyla olumlu eleştiriler alan Gareth Edwards, zaman zaman filmin kurgusunu aksiyona feda etse de genel anlamda iyi bir yönetmenlik ortaya koymayı başarmış. Sürükleyiciliği, atmosferini besleyen kendine özgü tonu, epik savaşlara sırtını dönüp yalın, ama bir o kadar da gerçekçi çatışmalarıyla film, iki saati aşkın keyifli bir seyir vaat ediyor. Kuşkusuz sınırları baştan belirlenmiş bir alanda senaryo koşturmanın en büyük handikabı, izleyicilerin beklenti ve tahminlerini kırabilmenin kolay olmayışıdır. Ancak filmin senaristleri Chris Weitz ve Tony Gilroy, anlatıma serpiştirdikleri hayat verici ayrıntılarla bu bilindik tuzağa düşmemek için büyük özen gösteriyor. Buna rağmen ekibin bir araya getirildiği ilk bölümlerde olağan akışın yer yer hızlandırıldığını göz ardı edemiyoruz. Bu da kimi karakterlerin doyurucu şekilde temellendirilmesini engelliyor.
Aşina olduğumuz Star Wars arka planı içinde geçmişlerini bilmediğimiz ve bize tamamen yabancı olan karakterlerin serüvenine projektör tutan film, odağına ise Jyn Erso ve Cassian Endor ikilisini oturtuyor. Galen Erso, Ölüm Yıldızı’nın inşası için İmparatorluk güçlerince alıkonulduğunda, kızı Jyn henüz küçük bir çocuktur. Ailesi dağılan ve artık tek başına kalan karakterimiz, zaman içinde kendi ayakları üzerinde durabilen hırçın ve sicili kabarık bir kadına dönüşür. Öte yandan asi Binbaşı Cassian Erdon ise maharetli bir istihbarat subayıdır. Ölüm Yıldızı hakkındaki rivayetlerin gerçekliğini doğrulamaya çalıştığı bir görev esnasında yolu ister istemez Jyn ile kesişecek ve bu iki karakterin çevresine eklemlenen yan karakterlerle de ekip tamamlanmış olacaktır. Yan karakterlerimiz Chirrut Îmwe, Baze Malbus, Bodhi Rook ve Saw Gerrera, filmin ihtiyaç duyduğu tipleme örgüsünü başarıyla kotarıyor. Tabii bir de Star Wars evreninin olmazsa olmaz unsurlarından robot karakter K-2SO var… Aslen bir İmparatorluk savaş droidi olan ve Asi güçlerince yeniden programlanan K-2SO, ilginçtir ki yapımın en dikkat çeken karakterlerinden biri. Hatta kimi sahneleri tek başına götürebilecek kadar da cüretkar…
Filmin karanlık tarafı da bir hayli iddialı. Akla ilk gelen isimler arasında Orson Krennic var. Ölüm Yıldızı’nın ileri silah araştırmaları bölümüne direktörlük eden Krennic, yirmi yıllık inşa sürecinden sonra Ölüm Yıldızı’nı hizmete sokma konusunda son derece kararlı. Ancak bir isim daha var ki, kıdemli Star Wars hayranlarına hoş bir nostalji yaşatacak potansiyelde: Wilhuff Tarkin… Ölüm Yıldızı’nın donuk bakışlı asker valisi Tarkin, bir kez daha seyircilerin huzuruna çıkıyor. Ama bu sefer tamamen bir CGI yaratımından ibaret. CGI’ın sinema sektörüne getirileri – götürüleri tartışıladursun, film biraz da mecburiyetten olsa gerek bu alanda kayda değer bir hamle yapmış. Elbette bazı sahnelerde bilgisayar ürünü bu karakterlerin gerçek dışılığı kendini belli ediyor, ama genel olarak çok fazla sırıtmadığını söylemek mümkün. Hatta kilit sahnelerde ve yerinde kullanımı, filme ayrı bir mitolojik devamlılık bile sağlamış. İleride bu tarz tekniklerin çok daha sık karşımıza geleceği su götürmez bir gerçek. Üstelik Tarkin, filmde görebileceğiniz bilgisayar tabanlı karakterlerden sadece biri…
Rogue One: A Star Wars Story, The Force Awakens‘ın kalburüstü başarısından sonra özlenen Star Wars beklentisini karşılayabilmiş gibi görünüyor. Belki muhteşem değil, ama kendine ayrılan bütçeyi en cesur şekilde kullanmayı biliyor. Konuşlandığı dar alana rağmen, anlatısına geniş bir manevra zemini yaratmayı başarıyor. Özellikle Jyn Erso, diğer Star Wars filmlerindeki gibi epik bir başkarakter profili çizmiyor. Belki de bu sıradanlığı, onu daha derin bir figür hâline getiriyor. Kararlı, inatçı, hırslı ve aynı zamanda da insancıl. Evet, dillere destan bir arka planı yok, ama hayatta kalmak için her türlü tehlikeye hazır bir kadın. Ekip arkadaşlarıyla ilişkisi abartılı değil ve gerektiğinde onlara da podyumda yer açabiliyor. Biz izleyiciler de bu sayede yan karakterleri bağrımıza basmakta zorlanmıyoruz. Roque One, başlarda olmasa bile gelişme ve sonuç kısımlarında bu rol dağılımını hakkıyla bölüştürüyor. Bu da filmin karakter zenginliğini tatmin edici düzeylere çekiyor.
Öte yandan, James Earl Jones‘un artık bilinçaltımıza kazınmış o etkileyici sesi eşliğinde Darth Vader‘la karşılaşmak, bir sinema salonunda yaşanabilecek en büyük heyecanlardan olsa gerek. Darth Vader’ın bu filmin dışında kalma olasılığı zaten yoktu ve beklendiği üzere senaryoda az da olsa kendine yer buluyor. Başta da belirtildiği gibi, Star Wars hayranları filmin sonunda ne olacağını biliyordu. Ama yapımcılar da hayranların bunu bildiğini biliyordu. Hâl böyle olunca Roque One, bir nevi hayranlarla yapımcıların satranç müsabakasına dönüşmüş diyebiliriz. Senaristler bu zorlu karşılaşma için ellerindeki tüm kozları kullanmaktan çekinmiyor. İkilemleri, alışılmışın dışındaki karakterleri, kötümser atmosferi, karanlık anlatımı ve ruhunu yansıtan müzikleriyle film, hâlihazırda bilineni öngörülemez bir akışla sunarak ortaya başarılı bir iş çıkarıyor.
Film, karanlık tarafın hükmettiği bir galakside yaşamanın buruk manzarası eşliğinde akıp giderken mücadele ve umudun kendisi kadar çaresizliğin ve korkunun portresini de çizmeyi beceriyor. Kısacası Roque One, Güç’ün her iki tarafından da beslenen kurgusuyla bir Star Wars filmi olmanın gerektirdiklerini karşılıyor…