Andy Weir‘ın aynı adlı romanından uyarlanan Marslı, kendini tematik anlamda benzer bilimkurgu filmlerinden ayırmayı kolaylıkla başaran bir yapım olarak beliriyor. Ayrıca Apollo 13 gibi epik uzay filmlerini hatırlatan samimi ve optimistik bir havaya da sahip. İtiraf etmeliyiz ki, Ridley Scott her ne kadar bazı şahane filmlere imza atmış olsa da İyi bir Yıl, Robin Hood, Göç: Tanrılar ve Krallar gibi zaman zaman hayal kırıklığı yaratan ürünler de verdi. Ancak Marslı, yönetmenin son yıllarda çektiği en görkemli film olmaya aday ve alkışı hak eden başarılı bir iş olarak karşımıza çıkıyor.
Filmin bir diğer alkışı hak eden özelliği ise, Matt Damon’ın başarılı performansı sayesinde, küçük çocukları kitap okumaya, bilim ve uzay hakkında daha ilgili olmaya teşvik edici özelliği. Muhtemelen NASA bile bundan daha teşvik edici bir eser üretemezdi. Bunda film ekibi kadar, kitabın yazarı Andy Weir da önemli bir pay sahibi hiç kuşkusuz. Zira kitap, çıktığı günden beri “çok satanlar” listesine girmesinin yanı sıra, oldukça geniş bir tartışma alanı açmayı da başardı.

Matt Damon, aktörlük yeteneklerini bu filmde tam olarak sergiliyor; buna rağmen şimdiye dek yeterince takdir edilmediğini söylemek de yanlış bir tespit olmayacaktır. Arkadaşı Ben Affleck ile paylaştığı bir Oscar ödülü olsa da, çoğu zaman hak ettiği takdiri toplayamadığı aşikar. Şunu hemen belirtelim ki, filmin ilk üçte-birlik kısmı gerçek anlamda tek kişilik bir Matt Damon gösterisinden ibaret. Canlandırdığı karakter Mark Watney, korku yerine heyecan duygusunu koruyarak çok olası gözüken bir ölümün üstesinden gelmeyi başarıyor ve Damon bu sahnelerde kelimenin tam anlamıyla ustalığını konuşturuyor.
İlk 40 dakikadan sonra hikaye hızlanıyor ve etkileyici bir dramaya dönüşüyor. Devreye görev kontrol ekiplerinin girmesiyle, Matt Damon’ın o ana dek tek başına omuzladığı senaryo yükü de kısmen azalıyor. Ekip, elinden gelen tüm çabayı sarf ederek Mark Watney’i mahsur kaldığı Mars‘tan kurtarmak için mücadeleye girişirken, siz de bu noktada mühendislik, astrofizik ve politika dahil olmak üzere, takım çalışmasıyla gerçekleştirilen uzay araştırmalarının ne demek olduğunu iyice anlıyorsunuz.

NASA direktörü Teddy Sanders karakterini canlandıran Jeff Daniels ve NASA’nın kalemşor halkla ilişkiler uzmanı Annie Montrose rolünü üstlenen Kristen Wiig dahil, rol dağılımındaki herkes başarılı bir tercih olarak karşımıza çıkıyor. Filmin ikinci yarısı ise, Melissa Lewis (Jessica Chastain) önderliğinde yürütülen Watney’i kurtarma ve geri getirme çabalarından oluşuyor. Öte yandan Watney’in, Mars’ta sürekli disko müzikleri dinlemek zorunda kalışı da komik bir ayrıntı olarak göze çarpıyor. Yine filmde, Gloria Gaynor’ın “I Will Survive” adlı şarkısının mükemmel bir biçimde kullanılmış olması da dikkat çekici.
Filmin öne çıkan diğer oyuncuları arasında; Michael Peña, Kate Mara, Aksel Hennie, Sean Bean, Chiwetel Ejiofor, Donald Glover ve Sebastian Stan gibi isimler yer alıyor. Hepsinin de filmde özel anları var. Ancak tüm oyuncularına şans verirken, aynı zamanda da tek bir adamın hayata tutunma hikayesine bağlı kalması ise filmin en güzel noktalarından biri.

Son tahlilde Marslı, içine serpilmiş başarılı mizah ve bol bol da aksiyon ögeleriyle, tatsız tuzsuz bir bilimkurgu filmi olmanın ötesine geçmiş. Ancak belki de filmle ilgili söylenebilecek en güzel şey, anlattığı hikayenin ilham verici oluşu. Her şeye rağmen bir stüdyo filminin, senaryosundaki karanlık atmosfere inat, heyecan verici bir şekilde iyimserliği amaçlamasını görmek güzel…