Fantastik edebiyatın rock starı Neil Gaiman‘ın Kırılgan Şeyler isimli derlemesindeki aynı isimli öyküden uyarlanan “How to Talk Girls at Parties” ülkemizde kısa zaman önce vizyona girdi. “Partilerde Kız Tavlama Sanatı” ismiyle yayınlanan absürt bilimkurgu filmini, Başka Sinema sayesinde izleme fırsatı bulduk. Filme geçmeden biraz uyarlandığı eserden bahsetmek istiyorum. Yazarın A. C. Doyle, Ray Bradbury ve C. S. Lewis gibi ustalara saygı duruşunda bulunduğu öykülerden oluşan Kırılgan Şeyler derlemesindeki hikaye Lovecraft‘ın “bilinmeyene duyulan korku” temasını alıp bir gençlik hikayesinin içine koyuyordu. Hugo’ya aday olup, Locus ödülünü kazanan eser, Güngezgini’nin yaratıcıları Fabio Moon ve Gabriel Ba kardeşler tarafından oldukça başarılı bir çizgi romana da uyarlanmıştı.
Film kısa, vurucu ve orijinal kaynak materyali alıp bambaşka bir şeye dönüştürmek zorunda ve bunu hakkını vererek başarıyor. Hikayede anlatılanlar bir film süresi için oldukça kısa. Bu yüzden hikaye filmin yaklaşık ilk yirmi dakikasını kapsıyor. Fakat filmin buradan sonrası da dahil olmak üzere senaryoya Neil Gaiman’ın elinin değdiği çok belli. Hikayeyi punk kültürüyle birleştiren ve üzerine sevgi, aile, cinsellik gibi yeni temalar ekleyen film tonla orijinal fikri içinde barındırıyor. Bunun dışında filmin kendine has bir tonu ve havası var. Daha başlarında, olaylar başlamadan önce film sizi yakaladıysa oldukça eğlenceli bir 100 dakika geçireceğiniz garanti. Yönetmen John Cameron Mitchell çekimleri, kamera açıları, renk kullanımı ve seslerle çok farklı bir tarz yaratmış. Filmin izleyenleri ikiye bölmesinin sebebi bu tarz. Pek çok Neil Gaiman eseri gibi insanlar filme bayılmış ya da filmden nefret etmiş. Filmin müzikleri ise anlattığı punk kültürünün hakkını veriyor. Zaten müzikal tarzına yakın olan film, müthiş müziklerle oldukça coşkulu hale geliyor.
Sürprizbozanlı bölüme geçmeden önce biraz karakterlerden ve oyunculuklardan bahsedelim. Başrollerde Zen rolüyle Elle Fanning ve Enn rolüyle Alex Sharp var. Zen başta olmak üzere uzaylıların hepsinin oyunculukları yerindeydi. Doctor Who’dan tanıdığımız Matt Lucas da uzaylı liderlerinden Wain rolündeydi ama karakteri o kadar absürt insan ve uzaylının yanında sönük kalmıştı. Ruth Wilson başka bir uzaylı lideriydi ve özellikle Nicole Kidman‘ın oynadığı Punk kraliçesi Bodecia ile olan sahnesinde parladı. Uzaylılar kaynak öykünün yaşatmayı hedeflediği “uzaydan mı geldin kardeşim!” duygusunu çok iyi yaşatacak şekilde yazılmış. Senaryoya kattıkları insanlık eleştirisi kendi çarpıklıklarıyla birleştiği için havada kalmamış. Ayrıca ortaya izleyiciyi düşünmeye sevk eden konuşmalar çıkmış. Bunun yanında oldukça komikler ama asıl mizah normal insanların uzaylılara verdikleri tepkilerden doğuyor.
Sıra punkçılarda. Enn’in dahil olduğu topluluk serseri tipli olsa da oldukça sempatik ve eğlanceli insanlar olarak gösterilmiş. Birkaç tanesine bakalım. İlk olarak Alex Sharp kesinlikle filmi taşıyordu. Özenti ve ezik bir karakteri çok iyi oynamış. Özellikle şarkı söylemek için fırsat bulduğunda gözlerinde gördüğümüz parıltı, aynı sahnede Elle Fanning’le uyumunun zirve yaptığı düet, annesiyle diyalogları derken hem eğlenceli hem doğal bir karakter sunmuş. Hikayedeki diğer kahramanımız Vic’i canlandıran AJ Lewis olması gerektiği gibiydi. Tabii ki daha iyi olabilirdi. Hikayede partiye giden arkadaşlar iki kişiyken filmde yanlarına John rolüyle Ethan Lawrence‘ı eklemişler. Filmde güldürse de “şişman klişe arkadaş” o kadar gerekli bir karakter değildi. Nicole Kidman, filmin en merak edilen karakterlerinden Kraliçe Boudecia rolünde oldukça başarılıydı. Film, Kraliçe Boudecia karakterinin havada kalmış olmasıyla eleştirilmiş ama bence karakter yeterince tanıtıldı ve sahneleri filmin en eğlenceli yerleriydi. Geriye kalan punkçılar aynı uzaylılar gibi oldukça iyiydi.
Son derece absürt iki topluluk arasında geçen film hakkında söyleyebileceğimiz en doğru şey kesinlikle çok eğlenceli olduğu. Punk temasını yansıtan müzikleri, sadece zekice esprileriyle değil karakterlerin düştüğü durumlarla, onlara doğal gelen davranışlarla da güldürmesi oldukça güzel vakit geçirmenizi sağlıyor. Kısaca eğlenceli bir film izlemek istiyorsanız “Partilerde Kız Tavlama Sanatı” tam size göre. Artık sürprizbozanlı bölüme geçebiliriz.
Her şeyden önce filmin sonu bende, Partilerde Kızlarla Nasıl Konuşulur’un Neil Gaiman için çok kişisel bir hikaye olduğu izlenimi yarattı ve filmin gücünü buradan aldığını düşünerek salondan mutlu ayrıldım. Belli ki Gaiman filmin senaryosuna katkıda bulunmuş ve bu sırada kendi düşünce ve fikirlerini eklemiş. Enn’in virüs metaforunu açıklarkenki heyecanı senaryodaki bu doğallıktan geliyor. Virüs teması ortaya çıkması ve işlenişiyle filmin en başarılı yönlerinden biri. Yeni koloninin ortaya çıkışıyla ebeveynlik tartışmasının birlikte ilerlemesi filme Gaiman’ın tarzına uygun bir kavramların somutlaştırılması ve birbirleriyle mücadelesi yönü katıyor. Gaiman benzer şeyleri hem Amerikan Tanrıları’nda hem de Sandman’de yapmıştı. Zaten altı temel kavramı temsil eden altı koloninin olması ve virüsün yeni bir şey yaratmasıyla yedinci koloninin doğması Sandman‘deki Endless ailesine oldukça benziyor. Sandman çizgi romanının kahramanı Morpheus, rüya kavramının antropomorfik halidir.
Sembolü anarşiye benzeyen bu yedinci koloninin temsil ettiği kavram ise muhtemelen “punk“. Başta konuyla ilgisiz görünen punk teması böylece hikayeye bağlanıyor. Filmin başında Zen, Londralı bir punkçı olan Enn’in punk kolonisinden olduğunu söylüyor ve olaylar Zen’in punk kolonisini tanımak istemesiyle gelişiyordu. İkisinin kurdukları isimsiz yedinci koloninin punk kolonisi olduğunu düşünmemiz yanlış olmaz. Virüs Enn, Vic ve John’un kurduğu punk fanzininin adı. Fanzin’in maskotu virüs çocuk isimli karakter etraftaki kapitalistlerin ve ruhunu sisteme satmış kişilerin hücrelerinin içine işleyip onları özgür insanlara çeviriyor. Aslında virüs çocuk filmde Enn’i temsil ediyor. Enn ebeveynlerin çocuklarını yediği çarpık sistemin karşısında duruyor. Ayrıca uzaylı kolonisinin içine işleyip yedinci koloniyi ortaya çıkarıyor.
Burada düşündürücü bir seks alegorisi var. Şöyle açıklayalım: Zen hamile kalmadan önce birlikte olamadılar. Hatta Zen bir sahnede “tamamlanamamış” cinsel ilişki yaşadıklarını söylüyor. Zaten birlikte olabilseler bile uzaylı ırkının hamile kalması o kadar basit olamaz. Bunu liderlerin Zen’in hamileliğini mucize gibi görmesinden ve kolonilerin soyunun tükenmesinden anlıyoruz. Ayrıca uzaylıların bulundukları bedenler gerçek bedenleri bile değil, yalnızca onların varlıklarının bir tezahürü. Zen’in hamile kalmasının sebebi beraber şarkı söyledikleri sırada yakaladıkları uyum. Şarkı sırasında virüsün koloniyle birleşip yeni bir şey oluşturduğunu görebiliyoruz. Böylece başlangıçta ve film boyunca ara gördüğümüz animasyonlar ve Enn’in rüyaları anlam kazanıyor.
Son olarak filmin bende yaptığı ilginç bir çağrışımdan bahsetmek istiyorum. Shape of Water‘ı izlemek bende Bioshock oynama isteği uyandırmıştı. Aynı şekilde bu filmi izlemek de dayanılmaz biçimde Ölümcül Sınıf okuma isteği yarattı. Kara Bilim‘den tanıdığımız Rick Remender’ın yazdığı Deadly Class’ın ilk cildi ülkemizde de yayımlandı. Aslında oldukça ilgisiz olmasına rağmen, filmi beğenirseniz bir göz atmanızı öneririm.