Sinemanın 7. sanat olarak kabul edilmesiyle birlikte bu sanat dalı da kendi içinde zamanla birtakım türlere ayrıldı. Dram, komedi ve korku ilk dönem sinemada başı çeken türlerdi. Daha sonra bilimkurgu, müzikal ve animasyon gibi türlerin de katılımıyla sinema sanatı, artan türleriyle birlikte daha da büyüdü. 7. sanatın bu gelişimi, kitlelerle paralel olarak gerçekleşti. Kitlelerin, 7. sanatı sahiplenip ve sevmesi, gerçekleştirilen başarılı yapımlarla mümkün oldu. Sergei M. Eisenstein (Potemkin Zırhlısı – 1925), Fritz Lang (Metropolis -1927) ve Orson Welles (Yurttaş Kane – 1941), sinemanın kurucu ve yön veren isimlerdi.
Sinemanın İlk döneminde seyircilerin (günümüz için de geçerli olan) genel beğenilerine baktığımızda, tercihlerinin bu kurucu isimlerin yapımlarından çok eğlence amaçlı yapılan yapımlara yönelik olduğu görülüyor. Sessiz sinemanın önemli isimlerinden Buster Keaton (The General, Sherlock Jr.) ve Charlie Chaplin (Modern Times, The Gold Rush) eğlenceli eserleriyle kitleleri sinemayı sevdirdiler ve beyazperdenin bir eğlence aracı olmasını sağladılar. Bu iki sinema adamı ve benzeri isimler geniş kitlelerin ortak sinema sevkini de zaman içinde oluşturdular.
Sinemada “Kült Film” kavramını, geniş kitlelerin beğenisinden çok belli kitlelerin sahiplendiği eserler açısından ele almak doğru olacaktır. “Kült Film” diye bir tür olmamakla birlikte bir filmin “kült” haline gelmesi zaman, sevgi ve sahiplenme yoluyla oluşur. Yoksa, yönetmenler filmlerini Kült olsun diye yaratmamaktadırlar. Zaman içinde kültleşen yapımlar, genellikle gişede çok hasılat yapan ve herkes tarafından sevilen yapımlar olmamaktadır. Aksine kimi, çok kötü diyebileceğimiz yapımlar bile belli kitleleri cezbedebilmektedir. Edward D. Wood Jr.’ın Plan 9 From Outher Space (1959) ve Çetin İnanç’ın Dünyayı Kurtaran Adam (1982) filmleri çok iyi birer kötü film örneğidir.
Plan 9 From Outher Space, uzaylı istilasını konu almaktaydı. Dünyayı kurtaran Adam ise, uzay sahnelerinde Yıldız Savaşları (Star Wars) görüntülerini kullanıp ve tema müziği olarak da Indiana Jones‘u kullanmaktaydı. Yapımda Cüneyt Arkın’ın canlandırdığı karakterin düştüğü gezegenin dekorunda Kapadokya kullanılmış. Bu filmlerin sevilmesinin nedeni, absürtlükleri, kötü yönetimi ve kötü oyunculuklarının izleyici nezdinde bir çekicilik yaratabilmesidir. Bu iki yapım gerçek birer kült olmakla birlikte, toplu halde izlenirse kesinlikle yüksek eğlence vaat eden filmlerdir. Ayrıca, Dünyayı Kurtaran Adam yurt dışında yapılan çoğu ankette, gelmiş geçmiş en kötü filmlerin olduğu listelerde üst sıralardadır. Bu açıdan, iyi filmlerin yanında kimi kötü filmler de kült olabilmektedir.
Kült kavramının oluşmasında 80’lerde ki VHS kaset döneminin etkisi büyüktür. Bu dönemde kimi B-Sınıfı (karate yapımları gibi…) filmlerin kendi kültlerini yarattığı görülüyor. Bruce Lee, Jackie Chan’ın yer aldığı bu Uzakdoğu yapımlarının kiralanmış kasetleri hep elden ele dolanırdı. Bu tarz dövüş filmlerinin kulaktan kulağa yayılıp ve tanınması onların küçük çapta birer külte dönüşmesine neden oldu. Bu tanınmanın sonucunda, türün meraklıları üzerinde bu filmlerin VHS kopyalarını kiralama isteği doğdu. Belki de aynı filmler kaç kere guruplar halinde tekrar izlendi. Gösterime girdiklerinde kendi ülkelerinde iş yapmayan çoğu yapım, bizde ve dünyada kendilerini VHS ortamında kurtardı.
Usta yönetmen Quentin Tarantino, kült sıfatını sonuna kadar hak eden bir isim. Meslek hayatına bir VHS dükkanında tezgahtar olarak başlayan Tarantino, dükkanda ki hemen hemen tüm filmleri izleyip adeta sinema eğitimini burada tamamlamıştır. Sıkı bir Western ve Uzak Doğu Dövüş Filmleri hayranı olan yönetmen, şu an ki sinema dilini bu filmlere ve VHS kültürüne borçlu. 1991 ve 1994 yılında gerçekleştirdiği Rezervoir Dogs (Rezervuar Köpekleri) ve Pulp Fiction (Ucuz Roman) filmleri kısa zamanda birer külte dönüştü. B-Filmlerinde görmeye alışık olduğumuz mafya babalarının adamları olan konuşmayan 2. sınıf karakterleri Tarantino, filmlerinde başrole taşıyıp onları konuşturdu. Yönetmenin bu iki yapımı, farklı kurgu numaraları ve zeki senaryosuyla dikkat çekti. Adeta B tipi diyebileceğimiz filmlere yapılan birer saygı duruşuydu bu iki film. İki yapım gösterime girdikten kısa süre sonra kendi hayran kitlesini yaratıp, Tarantino’nun tüm dünyada tanınmasına neden oldu. Quentin Tarantino, 90’larda sinemaya yeni bir soluk ve silkelenme getirdi. Daha sonra kendisi, Jackie Brown (1997) sonrasında “Pulp” diyebileceğimiz türde yapımlarla karşımıza çıkmadı. Çünkü , 90’lar sinemasına damgasını vuran “Tarantinesk” tarzdaki filmleri anlatım ve biçim yönünden yapılacak her şeyi yapıp, sinemaseverlerin damağında lezzetli bir tat bırakıp , sonrasında farklı türden yapımlarla karşımıza çıktı. Sinemaya alaylı olarak gelen usta yönetmen, VHS dükkanında bulunduğu zamanlara çok şey borçlu.
Kült yönetmen denilince akla ilk gelen isimlerden biri John Carpenter’dır. Kült tanımını sonuna kadar hak eden bir yönetmen. Gerçekleştirdiği yapımlara kendi kişisel yorumunu katmayı bilmiş ve eserlerinde ki müzikleri bizzat kendisi bestelemiştir. Halloween (1978) ile ilk eli bıçaklı katilin olduğu “Teen-Slasher” örneğini vermiş, The Fog (1980) ile kasabayı saran sisler içinden çıkan gizemli varlıklarla bizi korkutmuş ve sinema tarihinin en başarılı yeniden yapımlarından biri olan The Thing (1982) şaheserini ortaya koymuştur. Yarattığı eserlerle korku türüne yeni şeyler ekleyerek günümüz sinemasını etkilemiştir. Bir dönem bir furya olan Teen–Slasher (genellikle gençlerin eli bıçaklı katillerce katledildiği yapımlar) akımının gerçek sorumlusu Carpenter’dır. Hemen hemen gerçekleştirdiği her filmi kült olan başka bir yönetmen bulmak zor olsa gerek.
Bir diğer kült olmuş filmlerin unutulmaz ismi Peter Jackson’dır. Çoğu yeni sinema izleyicisi Peter Jackson’u “Yüzüklerin Efendisi” filmlerinden tanır. Halbuki , 1961 Yeni Zelanda doğumlu yönetmen bu popüler olan üç serilik filminden önce çektiği Bad Taste (1987), Mett the Feebles (1989) ve Braindead (1992) ile belli bir hayran kitlesi oluşturmuş ve bu hayran kitlesi sayesinde ilk üç filmi kült filmler arasındaki yerini çoktan almıştı bile. Kuşkusuz, Jackson’un tanınmasında ve bugünkü sinemasının temellerini oluşturması açısında Bad Taste önemlidir. Düşük bir bütçe ile yaklaşık dört yılda çekimleri tamamlanan ve oyuncuları Jackson’un arkadaşlarını oluşturduğu Bad Taste için B-Filmi formatında ilerleyen ama bunu yaparken de türün parodisini yapıp özgün olmayı başarabilen, kanın gövdeyi götürdüğü bir yapım. Ama herkesin de hazmedemeyeceği bir film olduğunu söyleyebilirim.
Bad Taste ile ilk haberdar oluşum, 90′ların sonlarında Atlas Pasajının içinde Metin Demirhan’ın sahibi olduğu Atılgan Kitabevi ile olur.O zamanlar Dvd ve Vcd’nin henüz hayatımızda olmadığı dönemlerde, 3000 filmlik arşivi olan bu adama gidip arşivinden seçtiğim filmleri ona verdiğim boş VHS kasetlerine çektirirdim. Metin Demirhan, iflah olmaz bir B-Film ve uzak doğu animasyon hayranı idi.Bu filmler ile olan bilgi birikimlerini dükkanına gelen ziyaretçileri ile paylaşmayı severdi.Ne yazık ki 2007 yılında hayata veda eden bu şahsiyet, ülkemize Giovanni Scognamillo ile birlikte “Fantastik Türk Sineması” ve “Erotik Türk Sineması” isminde eserler verdi. Atılgan Kitabevi’ne her gelişimde dükkanın camekanında bulunan “Bad Taste” VHS’si (özellikle kapak tasarımı ile) dikkatimi çekerdi. Daha sonra filmin Peter Jackson’un eseri olduğu ve çoktan kendi hayran kitlesini oluşturturmuş olduğunu öğrendim. Ne yazık ki Atılgan Kitap Evi gibi yerler çok nadir bulunmakta. Kült ve B-Film severler için önemli doküman ve arşivi ile önemli bir yerdi.
Kült filmin kavramının kesin bir tanımının olmadığı anlaşılıyor. Daha çok, kendi hayran kitlesini yaratmış olan eserler olduğu sonucuna varılıyor. Kendi kültürümüz açısından ele alırsak , Kemal Sunal filmleri için de kült terimini kullanabiliriz. Sunal’ın filmleri birer başyapıt olmasa da samimi , komik ve kendi kültürümüze has olan özellikleri sayesinde her daim izlenebiliyor. Televizyonlarımızda Kemal Sunal filmlerinin sık olarak tekrar ediliyor oluşu, Kült olduğunun önemli bir göstergesidir.
Toparlarsak, kült kavramının ucuz olmakla ilgisi olmadığı anlaşılıyor. Belirli türden yapımları ilgilendiren bir kavram da değildir. “Dünyayı Kurtaran Adam” örneğinde olduğu gibi eseri Kült yapan özelliği, çok kötü oluşudur. Kült olmuş filmleri anarken bu filmlerin takipçilerine de hak ettiği değeri vermek gerek. Popülerliğe kesinlikle pirim vermeyen bu sinemaseverler, bazen kendi çabalarıyla kıyıda köşede kalmış eserleri baş tacı edip hak ettikleri yerlere getirdiler. Bu izleyici kitlesi sayesinde bizler de varlığından bile haberdar olmadığımız eserlere kavuştuk. Bizler de, popüler dalganın içinde kaybolmuş haldeyken, sinemaya sıkı sıkıya bağlı bu kitleler sayesinde birazda olsa silkelenir olduk.