Black Sheep

Koyunların İntikamı: Black Sheep

Çevremizde masum masum dolaşan bazı hayvanlarla birer korku figürü olarak karşılaşmak ilginçtir. O zamana kadar sıklıkla insanlar tarafından eziyete uğrayan bu hayvanlar birden rollerinden sıyrılıp, insanların yaşamını tehdit eden bir şeye doğru dönüşüm geçirirler. A. Hitchcock‘un Kuşlar‘ı (The Birds, 1963) bu tür filmlerin en ünlüsünden birisidir. Daha sonra farklı yönetmenler arı, karınca, sinek gibi canlıları sıklıkla “büyüterek” modern korkularımızın merkezine yerleştirmişlerdi. 2006 yılında ise Yeni Zelenda’dan Jonathan King, Kara Koyun (Black Sheep) ile modern korkularımıza biraz da komedi karıştırarak koyunu eklemeye çalışmış.

Hikayemiz büyük bir koyun çiftliğinde geçiyor. Genç Henry Oldfield (Nathan Meister), abisi Angus (Peter Feeney) ve babaları, dededen kalma çiftlikte yaşam sürerler. Küçük Henry babasının gözdesidir ve abi biraz da bu yüzden, Henry’nin en sevdiği koyunu baltayla öldürür. Dahası, bu hayvanın kanlı kafasını maske gibi yüzüne geçirip kardeşine dehşetengiz anlar yaşatır. Çok geçmeden babası da bir kaza sonucu ölen Henry bu ikinci olayın da etkisiyle koyunlara karşı bir fobi geliştirir. Yıllar sonra Henry, hâlâ koyunlara karşı fobi sahibi bir erişkin olarak çiftliğe geri döner. Angus ise çiftliği değiştirmiş, geleneksel yöntemleri terk edip işi koyunların genetiğiyle oynamaya kadar vardırmıştır. Henry payını abisine satıp gitmek isterken beklenmedik bir olay olur. İki “çevreci hippi” Angus’un laboratuvarından bir atık şişesi çalar; amaçları bu yolla Angus’un yaptıklarını kamuoyuna ifşa etmektir. Ama işler yolunda gitmez ve atık şişesindeki genetiği oynanmış hayvan serbest kalır ve çevresindekileri ısırarak hepsini etobur, tehlikeli ve saldırgan bir yaratık haline getirir. Çok geçmeden çiftlikteki tüm hayvanlar bu virüsü kapacak ve etraftaki herkesi öldürmeye başlayacaktır. Böylece Henry ve çevreci hippi güzel Experience (Danielle Mason) zorlu bir mücadeleye sürüklenir.

Hatırlanacağı üzere dünyanın ilk klonlanan memeli hayvanı koyun Dolly, 1996’da hayata gözlerini açmıştı. Bu yüzden filmde koyunları korku unsuru olarak görmenin sembolik bir anlamı da var. Koyunlar modern bilimin ulaştığı noktayı simgeliyor. Film de esas olarak modern bilim ve kapitalizmin iş birliğine karşı sesini yükseltiyor ve İngilizcede sıkça ailede başkaldıran, uyumsuz, garip çocuklara karşı da kullanılan”kara koyun” (black sheep) ismiyle Henry’nin abisine karşı başkaldırısını, ya da dışlanmışın yeniden içeriye alınmasını konu alıyor.

Filmin başlarında aslında her şey “yanlış”tır. Hippi çevreciler aşırı idealist ve metafizik, Henry korkak, Agnus acımasız ve bilim tüm etik değerlere karşı vurdumduymazdır. Yönetmen bu durumun aslında değerlerden kopmaktan kaynaklandığını iddia ediyor ve “Bir yüzyıl önceki mutlu günlere” dönmeyi salık veriyor. King, günahı da bu “yanlış yerde” bulunan hippilere işletiyor. Zira “Et demek cinayet demek” diye slogan kullanan hippi Grant (Oliver Driver) atık malzemeyi çaldıktan sonra yüzüstü yere kapaklanıyor ve şişeyi kırdıktan sonra felaket başlıyor. Grant şişeden çıkan kuzu tarafından ısırıldıktan sonra azar azar evrim geçiriyor ve çok geçmeden tuttuğu bir tavşanı iştahla yiyor; yani kendi ideallerini yerle bir ediyor, kimlik dönüşümü geçiriyor. Experience de film sonuna doğru koç yumurtası yiyerek kendi “orucunu” bir nevi bozmuş oluyor.

Kapitalizmin Bilimle İş Birliği

Filmin en kötüleri ortadan kalktıktan (yani koyunlar tarafından yendikten) sonra haklarında bir daha hiçbir şey duymadıklarımızdır. Bunlardan biri Agnus, ötekiler ise başta Dr. Rush (Tandi Wright) olmak üzere tüm beyaz önlüklü bilim insanlarıdır. Dr. Rush tüm bilimsel etik kurallarından soyutlanmış, Agnus’tan bile daha zalim birisidir. Açıkçası bilimin “günah keçisi” olarak “cezalandırılması” sinema izleyicilerine yabancı değildir. King de bilim ile kapitalizmin kurduğu ilişkiyi sorgulamak yerine bilimi toptan reddedip onu cezalandırma hevesinin peşinden gitmiş. Bu nokta filmin en zayıf noktasını oluşturuyor ve onu nostalji peşinde, eski güzel günlerin hayaliyle yaşayan bir eser haline getiriyor. Çevreciler ile Henry’yi ise organik tarım ile uzlaştırmaya çalışıyor.

Filmin “mutlak kötüsü” Agnus ise büyük idealler peşinde koşan, ruhunu şeytana satmış modern bir Faust‘tur aslında. Mutlak kar hırsı ve kardeşine dönük çekemezlik onu tehlikeli birisi yapsa da o yönetmenin göstermek istediği kadar da kötü birisi değildir. Çünkü kardeşi kuyuya düştüğünde buna seyirci kalsa bile sürekli biçimde vicdan muhasebesi yapar. Kardeşinin babasından “çaldığı” sevgiyi o yaratıcı bir enerjiye dönüştürüp bunu “paraya” dönüştürme uğraşı verir ve bu yönüyle Agnus aslında zamanımızın bir insanıdır. Agnus’un sunuşunu yaptığı finans ortakları da en az Agnus kadar bu büyük suça iştirak etseler de onlar çok geçmeden insanlığa dönüş yapar. Agnus ise harekete geçirici kişi olarak dünyadan silinip atılır.

Henry’yi babanın gözdesi konumundan önce bir korkak sonrasında ise “kara koyun” yapan nedir diye baktığımızda ise onda karakteristik olarak var olan pastoral ruh olduğunu görürüz. Henry makineleşme öncesi her şeyin “doğal” yaşandığı günlerin insanıdır. Filmin nostaljisine uygun biçimde de “ideal insan”dır ve sonunda abisini alaşağı ederek çiftliğin başına geçmeye hak kazanır. Ama abisinin de ima ettiği gibi onda “yaratıcı enerji” var mıdır? Bu kuşkuludur.

Kara Koyun görsellik açısından oldukça başarılı. Ayrıca koyunları artık “koyun gibi” görmemek de bir hayli ilgi çekici; yani besili, tombiş koyunların üstünüze atılıp sizi ısırmaya çalışması çok sıra dışı. Ama filmin modern bilim korkusu baskınlaşıyor ve onun nostaljiye yönelmesini sağlıyor.

Yazar: Mikail Boz

Ömrünün yarısını ne yapacağını, kalan yarısını da ne yaptığını düşünerek geçirmek istemeyen bir yersiz yurtsuz... Bilimkurguyu da bu yüzden seviyor...

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et