Scott Stewart’ın yazıp yönettiği Karanlıktan Gelen (Dark Skies, 2013) bir bilimkurgu-korku filmi. Stewart, bizi Barrett Ailesi’nin evine konuk ediyor. Banliyöde komşularıyla köfte partisi yapan ailenin mutluluğu, en küçük çocuk Sammy’nin (Kadan Rockett), Sandman adını taktığı davetsiz misafirlerin ziyaretiyle kesintiye uğruyor. Böylece kendimizi uzaylıların masum insanları kaçırıp deneyler yaptığı bir komplonun içinde buluyoruz. Yüzlerce kuşun evin camına ve çatısına saldırmasıyla iyice ürkütücü bir hal alan hikaye, küçük çocuğun kaçırılma korkusu üzerinden geleneksel aileye dönük korumacı çabalara girişiyor.
Filmin başında mutlu bir aile tablosuyla karşılaşsak da, bu fikrimiz babanın işsiz olduğunu anladığımızda değişiyor. Daniel’in (Josh Hamilton) iş görüşmesinde tedirgin duruşu ve ketum hali onu geleneksel, her şeye hükmeden baba imgesinden bir hayli uzaklaştırıyor. Zaten iş görüşmesinden bir gece önce yatak odasına gittiğinde de, cinsel arzularını bastırmak zorunda kalıyor. İşsiz olduğu için iktidarı sarsılmış Daniel bu redde karşı bir şey yapamadan sırtını dönüp yatmakta çareyi bulurken, eşi Lacy (Keri Russell) bir evde en olmaz ve mahrem yere, yatağa, iş dosyalarını koyup kocasına karşı ilgisiz davranıyor. Böylece baştaki mutlu sahnenin biraz derinine baktığımızda krizle boğuşan, ailede kimsenin geleneksel rolünü oynamadığı/oynayamadığı bir durumla karşılaşıyoruz.
Karanlıktan Gelen, görünüşte uzaylı korkusunu önümüze sürerken, aslında geleneksel ailenin parçalanmasına dönük korku ve endişeleri dile getiriyor. Bu ailenin bireyleri tıpkı aniden cama vurup intihar eden onlarca kuş gibi ölümcül saldırılara karşı savunmasız hissediyor kendini. Devletin ve polisin onları korumakta yetersiz kaldığından dem vuruyor. Bilim tüm bu gariplikleri “psikolojiye” bağlayarak geride dururken, ailemiz zaman zaman bedenlerinin “kontrolden çıktığını”, bir başkasının onları denetlediğini düşünüyor ve kendi denetimini “eline almak” için silahlara sarılıyor.
Yakın zamanda ABD’de silahlara ilişkin yasaklama çabalarını hatırladığımızda, “ailenin reisi” Daniel’in gidip hemen kendine bir silah alması oldukça manidar. Daniel aileyi korumak istediğini söyleyip, deliliğin sınırlarında, aileyi bir arada tutmak için didinip duruyor. Anne ve baba çocuklarının uzaylılar tarafından kaçırılmasından endişe duyup buna karşı önlem almaya çalışırken, fikir aldıkları ve öteden beri uzaylılara karşı savaş vermekte olan adam “Aileni birlikte tut, tek çare bu,” diye tavsiyede bulunuyor. Daniel bu görevi yerine getirmeye bir işe girdikten sonra aday olabiliyor. Çoktandır terk edildiği yalnızlıktan kurtuluyor, eşiyle ateşli bir sevişme yaşayıp, şampanyalı kutlama yapıyor ve olan bitenin “farkına” varıyor.
Baba ve koca figürünün güç kazandıkça, kadının güç kaybetmesi “normaldir”. Lacy de başta duyarsız kaldığı kocası iş bulup, kendisi de tam bu anda işsiz kalınca değişmek durumunda kalıyor. Kocasının isteklerine karşı daha itaatkar, elinde çamaşır sepetiyle geleneksel kadın imgesiyle daha uyumlu bir görünüm sunuyor. Lacy, Sammy’nin odasında uzaylıyı gördükten sonra bir bilinç dönüşümü geçirse de, satmaya çalıştığı evi alıcılara överken bir an dil ve beden tutukluğu yaşayıp “gerçekleri” söyleyemiyor. Sonra gidip adeta “Ben ne yaptım böyle” dercesine kafasını evin camlarına vuruyor. İşinden de zorunlu izne ayrılınca giderek bir “ev kadını” olmaya başlıyor ve artık “işleri düzene” sokması için erkeğe bağırıyor. Bu açıdan filmde kadın, erilliğe karşı mücadele etmekten uzak, kendi geleneksel rolüyle uyum içinde, erkeği de kendi geleneksel rolüne çağıran bir tavır takınıyor.
Çocuklar açısından ise, filmde biraz ters köşe olsak da, esas sorun iletişimsizlik sorunu. Zihni “yabancı güçler” tarafından “çelinen” Sammy yanında, ergenliğe adım atarken sıkıntılar yaşayan Jesse (Dakota Goyo) ile karşılaşıyoruz. Abi Jesse arkadaşıyla izlediği porno filmdeki eril replikleri tekrarlayıp kız arkadaşını tavlayacağını sanırken, kızın öpücüğüyle kendine geliyor ve bir anda sevinç ve mutluluk içinde yolda bisiklet sürüyor. Babasını “her şeyi mahvettiği” için suçlayan çocuk sonunda babaya itaat etmek durumunda kalıyor. Kız arkadaşı Jesse’nin babasının bir hayli “garip” ama “deli” olmadığını belirtip çocuğu babasına bağlıyor.
Herkes babanın aileyi bir arada tutma çabasına inanıp itaat ettikten sonra, aile 4 Temmuz’da (böylece aile Amerika’nın da temsiline soyunur) yeniden aynı masa etrafında toplanıp gülücükler saçıyor. Evdeki güvenlik, tüm pencere ve kapıların tahtalarla kapatılıp çivilenmesiyle, yani dış dünyadan kopuşla sağlanıyor. Dışarının alabildiğine tehlikelerle dolu yapısına karşılık ev yeterince güvenlidir artık. Bundan sonra tehlike bertaraf edilmeli ve gündelik yaşam daha korunaklı devam etmelidir.
Karanlıktan Gelen’in kahramanları sosyalleşmekten uzak bir eve tıkılıp kalmış bireylerden ulaşıyor. İletişimleri sıkıntılı, kriz döneminde hayatlarından endişeli, kontrol edemedikleri yaşamlarını tüm tehlikelere kapıları pencereleri kapatıp güvenli kılmak için didinen insanlar var karşımızda. Kapılar kapansa da yaratıklar gene de nüfuz ediyor içeri ve güven denilen şeyi yok ediyor. Böylece Amerika’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan beri yaşadığı içe kapanma ile dışa açılma çelişkisini yaşayan, her biri bir düşler aleminde korunmaya çalışan insancıklarla karşılaşıyoruz.
Dünya artık daha “kötü”. Filmin alışılmadık sonunun sebebi de biraz bu.