The Man From Earth

İnsana ve Tarihe Dair: The Man From Earth

İnsanlığın öyküsünü on dört bin yaşında birinden dinlemek… İşte The Man From Earth (2007) filminde tanık olduğumuz şey tam da bu. Binlerce yıldır ölmediğini iddia eden, otuz beş yaşında hayat kaydını dondurmuş tek bir adamın temsil ettiği tümellik, esasen tüm insanlık tarihi, yani geçmişimiz ve biz. Türümüzün tek bir bedende somutlaştığı, hepimizi temsil eden bu tekillik, evrenselin ve tarihin izlerini taşıyor. Avcı-toplayıcılıktan tarıma, konar-göçerlikten yerleşik hayata, hayvan avlamaktan hayvan yetiştirmeye, doğaya maruz kalmaktan onu dönüştürmeye geçen, kutsal buğdayı bereketli hilalde keşfetmesiyle ekmek imal etmeye başlayan, ekmeği bedeni, şarabıysa kanı belleyip savaşan, sevişen, barışan, üreten, inanan, düşünen, yapan ve yıkan, kutsayan ve bayağılaştıran insanın, mağara adamından başlayıp modern insanda sonlanan, ön dört bin yıllık öyküsü.

Babil Hükümdarı Hamurabi’nin yasalarının İsa’nın etik kodlarına dönüşmesi, öncesinde Tevrat’ın acımasız ve zalim Tanrı’sı, Buda’nın dingin bilgeliği, kendini çöllere vuran, bedenini inkar eden ve öte dünyaya odaklanan Hristiyan keşişler, bedensel ve dünyevi arzuların lanetlenmesinin ardından dünyevi ile uhrevi olanın ara bölgesinde ikamet eden İslamiyet’in ortaya çıkışı ve nihayet modern bilimin devam etmekte olan serüveni. Kökensel ve dolayısıyla değişimden muaf nitelikleri ve değişen yönleriyle, başka bir deyişle tarihselliğiyle birlikte, hala anlamakta zorlandığımız, elimizdeki nihai ürün: İnsan. Dünyayı ve varoluşu anlamlandırma çabasından hiç vazgeçmediği halde, en çok kendisini anlamakta zorlanan insan.

The Man From Earth
The Man from Earth (2007)

Tüm yavan ve sığ insan merkezcilik eleştirilerine karşın, insan hep merkezde olmuştur. Tüm felsefeler insanla başlar, insan odaklıdır; zaten ve zira anlam veren, anlamlandıran özne İnsan’dan başkası değildir. Scheler buna benzer şeyler söyler. Anlam veren olmasıysa, kusursuz bir idrake sahip olduğunu göstermez. Tüm zekasına karşın insan, var olanlar içinde en karmaşık, anlaması en zor, sağı solu belli olmayan, öngörülemeyen ve tekinsiz bir varlıktır. Alan Sokal, sosyal bilimlerin fen bilimlerinden daha zor olduğunu söylerken haklıydı. Suyun yüz derecede kaynayacağını ve bir sonraki Güneş tutulmasının ne zaman olacağını öngörmek, insanların ne yapacağını öngörmekten çok daha kolaydır. Belki bir gün, evreni tam anlamıyla idrak ettiğinde dahi, kendisini idrak edememiş olacak olan bir var olan varsa, o da insandır.

İnsanlığın lanetli yazgısı Sisifos’un efsanesinde ifadesini bulur. Bizim bizi anlamamız en zorudur; çünkü hepimiz Sisifos’un lanetli yazgısını paylaşırız. Başka bir deyişle, kendimizi anlamak uğruna sarf ettiğimiz emekler sonuç vermez. Kayayı tepeye binbir türlü zahmetle her çıkarışımızın ardından, kaya geri yuvarlanmaya mahkumdur. Günler günleri kovalar ve hayat gailesi dışında ifa edilebilen hiçbir anlamsal bütünlük söz konusu değildir. Anlama dair bir sezgi dolaşır ortalıkta ama şurda burda dokunabildiği dağınık anlam parçacıklarına nüfuz edebilir olsa olsa. Ne var ki insan, evrene dair sorularının peşini bırakmaz; üstelik zaman zaman kayda değer yanıtlar da elde eder. Gelgelelim, kendisinin ne olduğunu anlamak, işin en zor kısmıdır. Bu çaba ile tarihin tekeri dönmeye devam eder. On dört bin yıldır. Muhtemelen cevap bulmaktan ziyade doğru soruları sorabiliyor olmaktır asıl mesele. O halde insanlığın yazgısı küçümsenecek denli önemsiz değildir.

The Man From Earth

Tüm bilinmezliğiyle, aklı ve duygularıyla ve Heidegger’in deyimiyle “Dünya’ya fırlatılmışlığıyla” insan, o tuhaf varlık, var olan, Dasein. Heidegger için varlığı anlamak, Dasein’ı anlamaktır öncelikle; ne de olsa “hayatın anlamı” diye bir şeyi keşfedebilmek için, o hayatı anlamlandıran varlığı, insanı anlamak gerekir: “Varlığın anlamı sorusu sadece ve sadece varlığı anlamak gibi bir şey söz konusu olduğu sürece olanaklı hale gelir. Varlığı anlama, ‘Dasein’ olarak adlandırılan var olanın sahip olduğu bir varlık türüne aittir.” (Being and Time, Harpersanfransico Yayımevi, J. Macquarrie ve E. Robinson çevirisi, s. 244.) Başka bir deyişle, varlığın anlamından söz eden, onun anlamını sorgulayan ya da ona bir anlam atfeden varlık, insanın ta kendisidir. Bu nedenle öncelikle insandan başlamak gerekir.

Bir türlü anlayamadığım bir nokta, tarihsellikle evrenselliğin, değişimle kalıcılığın birbirini dışladığı düşüncesi olmuştur. Bana kalırsa bu ikisi bir bütün. The Man From Earth, tek mekanda geçmesine karşın, harikulade diyaloglarıyla kendini izlettiren bir film. Dinler tarihinden felsefeye, antropolojiden biyolojiye, evrim kuramından psikanalize, kapsamlı bir serüven, yanıt vermekten ziyade soruları çoğaltan, büyük harfle İnsan’a dair bir yapım. Beethoven’ın bir senfonisiyle sonlanan bu güzel filmi -meraklısına- öneririm.

Hazırlayan: Tamer Ertangil

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

insan-makine romantizmini ele alan 10 film

İnsan-Makine Romantizmini Ele Alan 10 Film

Robotlar, bilgisayarlar ve bunlarla ilgili her şey insanlığın radarında. Ürettiğimiz içeriklere baktığımızda, onlarla savaşmıyorsak sevişmeye …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin