Üç Kuzen Film: The Butterfly Effect, The Jacket ve Click
Bilimkurgunun en önemli ve en eski içeriklerinden biri de zaman yolculuğudur. Kabaca bir açıklamayla kişinin uzay – zamanı bükerek herhangi bir zaman dilimine gitmesi şeklinde anlatılabilir. Zaman yolculuğu konulu ilk eserlerin tarihi, M.Ö. 9. yüzyıla kadar gider. Bu tarihlerden kalma Hint destanı Mahabharata‘da uyuyup yüzlerce yıl sonrasında uyanan insanların öyküsü anlatılır. Dini öğretilerde bile yer alan bu anlatıya İslam ve Hristiyanlıkta da rastlanır. Yedi Uyurlar (Ashâb-ı Kehf) anlatısında, Roma İmparatorluğu zamanında dönemin Pagan imparatorundan kaçan yedi Hristiyan gencin bir mağaraya saklanıp 300 yıl sonra uyanmalarından bahsedilir.
Çağdaş edebiyatta da erken dönem zaman yolculukları yine yıllar süren uykudan uyanma ya da rüya şeklinde anlatılmıştır. Örneğin Fransız yazar Louis-Sébastien Mercier tarafından yazılan L’An 2440, rêve s’il en fut jamais adlı romanda, rüyasında kendisini 2440 yılının Paris’inde bulan bir adamın maceralarını okuruz. 1819 tarihinde Washington Irwing tarafından yazılan Rip Van Winkle adlı öyküde de 20 yıl sonra ölümden geri dönen bir adamın değişen dünyaya ayak uyduramaması anlatılır. Edward Page Mitchell tarafından 1881 yılında yazılan Geri Giden Saat romanında da geriye doğru akan bir saatin etki alanındaki herkes için zaman geriye akmaya başlar. Tüm bu örneklerde görüldüğü gibi, zaman yolculuğu esasında bilimkurgunun değil fantastik edebiyatın alanına girecek şekilde işlenmiştir. Hatta Türk tiyatrosunda Turgut Özakman tarafından kaleme alınan Resimli Osmanlı Tarihi de benzer şekilde, rüyasında kendini 1. Meşrutiyet Osmanlısı’nda bulan Vakıf Bey’in Osmanlı’yı kurtarma çabasını işler.
Zaman yolculuğu konusunun bilimkurgu türünde anlatıldığı ilk eser olarak H. G. Wells’in 1895 tarihli Zaman Makinesi kabul edilir. İlk kez bu romanda zaman yolculuğu yapmak amacıyla bir makine icat edilmiş ve kahramanımız çok merak ettiği geleceğe gitmiştir. Bu tarihten sonra da zaman yolculuğu artık fantastik edebiyattan çok bilimkurgu edebiyatının işlediği bir konu olmuştur. Ardından da bilimkurgu sinemasında en çok işlenen konular arasında yer almıştır. Sayısız film ve romanda, zaman yolculuğu yapan insanların maceralarını izledik ya da okuduk. 2000’lerin ortalarında birer yıl arayla zaman yolculuğu konulu üç film vizyona girdi. Bu filmlerde zaman yolculuğu, çoğunlukla küçük değişiklikler yapma ve hayatlarını ya da çevrelerindeki hayatları düzene sokma, yapılan hataları sıfırlama ve böylece daha iyi bir hayata sahip olma amacını taşıyordu. Bu üç film âdeta birbirlerinden ilham almış ve peşi sıra çekilip vizyona verilmiş gibiydi.
2004 tarihli ilk filmimiz olan The Butterfly Effect, Eric Bress ve J. Mackye Gruber ikilisi tarafından yazılıp yönetildi. Başrolündeki Ashton Kutcher’in aynı zamanda yapımcısı da olduğu film, adını ‘kelebek etkisi‘ kuramından alıyordu. “Dünyanın bir ucundaki kelebeğin kanat çırpışı, dünyanın diğer ucunda fırtınalar yaratır,” şeklinde de açıklanabilecek bu teoriye göre, bir kişinin başına gelen küçük ve hatta önemsiz bir olayın yarattığı olaylar zinciri, sonunda yığılarak ilerler ve çok büyük bir toplumsal hadiseye neden olabilir. Buna tarihimizden şöyle bir örnek verebiliriz: Dönemin Yunan Kralı Aleksandros, gezdirdiği köpeğine saldıran bir maymunu durdurmaya kalktı ancak maymun kralı da ısırdı. Kan zehirlenmesi sonucu kral ölünce tahta kendisinden önce de kral olan Konstantin geçti. Normalde Yunanistan, İngilizler’in Aleksandros’a kesin talimatı dolayısıyla İstanbul’u işgal etmeye niyetli değildi. Ancak gözü İstanbul’da olan Konstantin’in tahta geçer geçmez ilk emri İstanbul’un işgali oldu. Bunun üzerine o tarihe kadar milli mücadele için Atatürk’e destek vermeye yanaşmayan Kazım Karabekir gibi tüm Osmanlı paşaları bir anda Atataürk’ün yanında saf tuttu. Kurtuluş Savaşı yapıldı ve ardından da Türkiye Cumhuriyeti kuruldu… Özetle, ufacık bir gelişme kapsamlı değişimlerin fitilini ateşledi.
İşte bu kelebek etkisi kuramını temeline alan filmimizde de kahramanımız Evan, fotoğraf, günlük ya da çizdiği resimler gibi somut anılarına baktığında ilgili zamana gittiğini fark eder. Örneğin, bir çocukluk fotoğrafına uzun süre baktığında fotoğrafın çekildiği ortama mevcut zihniyetiyle ve bilgi birikimiyle geri dönmektedir. Bu zaman yolculuğunun nasıl olduğu filmde açıklanmaz. Ancak filmi fantastikten çok bilimkurgunun sınırları içinde değerlendirmemizi sağlayan şey, filmin zaman yolculuğuna yaklaşımıdır. Şöyle ki, zamanı tanımlarken günlük yaşamımızda kastettiğimiz, çoğunlukla fizikteki dördüncü boyut olan uzay – zaman kavramı değil, olayların yığılarak ilerlemesi sonucu oluşan neden – sonuç ilişkisidir. Örneğin, avucumuzdaki bir cismi bıraktık ve düştü. Bir şekilde zamanı geriye sarsak bile o cisim yerden havalanıp avcumuza dönmeyecektir. Çünkü o cismin yere düşmesi uzay – zaman mekaniği sonucunda meydana gelmemiştir. Filmin de olaya yaklaşımı bu şekildedir.
Evan, sevgilisi Kayleigh’in kendisi yüzünden başına gelen bir felaket sonucunda ölmesi üzerine, az önce anlatılan yöntemle çocukluğuna geri döner ve o hatayı yapmamaya karar verir. Ancak bu kez de başka türlü olaylar zinciri yaşanır ve kendisi zarar görür. Zamanı yeniden başa sarar, ancak yine başka felaketler yaşanır. Kısacası, zamanı kaç kez geriye sararsa sarsın Kayleigh ile ömür boyu mutlu mesut yaşadığı bir hayat senaryosunun olmadığını görür. Donnie Darko filminde de atıfta bulunulan evrenin kader planı, Evan – Kayleigh ilişkisini daima bir felaketle sonuçlanacak şekilde ayarlamıştır. Sonunda bu acı gerçekle yüzleşen Evan, son bir kez çocukluğuna gider ve Kayleigh ile numaradan da olsa küsüşür ve onu kalan yaşamında bir daha görmez. Filmin son sahnesinde sokakta karşılaşırlar ve bakışıp yollarına devam ederler. Ayrı ayrı başarılı ve mutlu bireyler olmuşlardır. Evan acı ama doğru bir karar verdiğini anlar.
2005 yapımı The jacket ise Adrien Brody, Keira Knightley, Daniel Craig, Kris Kristofferson, Jeniffer Jason Leigh gibi yıldızlar geçidi bir kadroya sahiptir. Yönetmenliğini, çoğunlukla TV projelerinde çalışan John Maybury yapmıştır. Bir önceki The Butterfly Effect ile benzeri bir konuya sahiptir. Körfez Savaşı gazisi Jack Starks, otostop ile bindiği aracın sahibinin bir polisi öldürüp kendisini de yaralaması sonucu söz konusu cinayetin sanığı olur. Ancak zaten savaş sendromunu yaşayan Starks, bir de bu olayın şoku üzerine eklenince akli dengesini iyice yitirir ve mahkeme kendisine hapis cezası yerine bir akıl hastanesinde yatma cezası verir.
Söz konusu hastanenin başhekimi Dr. Thomas Becker, bu akıl hastaları üzerinde deneysel bir tedavi uygulamaktadır. Onları deli gömleğiyle sıkıca bağlayıp sakinleştirici zerk ettikten sonra ceset dolabına kapatmaktadır. Bu kapatılmalar sırasında Starks, zamanda ileri veya geri gidebildiğini fark eder. Otostoptan hemen önce Jackie ve uyuşturucu bağımlısı annesi Jean Price ile tanışmıştır. Yolculuklarının birinde kendi mezar taşını görür ve birkaç gün sonra öleceğini öğrenir. Bir diğerinde ise Price ailesinin başına gelecek felaketleri görür. Sonunda da bu olayların her ikisini de engellemesi gerektiğine karar verir. Ancak hem kendisinin hem de Price ailesinin kurtulduğu bir senaryonun evrenin kader planında olmadığını anlar. Ya kendini kurtarmalıdır ya da Price ailesini… Sonunda da bir seçim yapar.
2006 tarihli Click ise yine benzeri konuda olmasına rağmen ilk iki örneğimiz gibi bir bağımsız film değil. Bir blockbuster filmi ve üçünün içinde en yüksek bütçeye sahip olanı. Komedi filmleriyle adını duyuran Frank Coraci tarafından yönetilen filmin başrolünde Adam Sandler var. Ona Kate Beckinsale, Christopher Walken ve Michael Hasselhof’un eşlik ettiği filmde, bu kez ‘hayatın uzaktan kumandasını’ ele geçiren bir adamın komik maceralarını izleriz. Patronunun gözüne girmek için iyice işkolik olan ve ailesine yeterince zaman ayıramayan mimar Michael Newman, tıpkı filmleri ileri -geri saran ya da duraklatan bir uzaktan kumandanın hayat için de mümkün olmasını diler. Sonunda bu dileği gerçek olur ve Morty adlı çılgın bir mucit ve satıcı kendisine hayatın uzaktan kumandasını satar. Böylelikle Newman, her hatasında hayatını geriye sarar ve düzenlemeler yapar. İşler ilk başta yolunda gitse de Newman bir süre sonra şunu fark eder: Hayatını geriye sarıp bir hatayı düzeltse de ileride başka bir hata yapacaktır. Sonuçta o da bir insandır ve insan daima hatalar yapar. Aslında hata dediğimiz şey, az önce zaman kavramında açıkladığımız neden – sonuç ilişkisidir. Bir eylem gerçekleştirmişizdir ve bu eylemin sonucu, bizim istediğimiz sonuç olmamıştır. Ancak bu sonuç, yeni olaylar silsilesi başlatmıştır ve kader planı buna göre şekillenmiştir. Sonunda Newman, kendi hatalarını düzelttikçe çevresindekilere zarar verdiğini anlar. İşler iyice karmaşıklaşır ve Morty’den yardım ister.
Zaman yolculuğunu büyük bir toplumsal ölçekte değil tek bir kişinin hayatında, azami ölçekte anlatan bu filmler, “zaman yolculuğu gerçek olsaydı ne kadar ahlaki olurdu?” sorusunu da soruyor. Sonuç olarak, belki de bizi üzen bir olay başka bir kişinin sevinmesini sağlamıştır. Bu olayı geçmişe dönüp düzeltmek, bu kez de o kişinin üzülmesine yol açacaktır. Elimizde gerçekten böyle bir güç olsa, başkalarının mutsuzluğu uğruna kendi mutluluğumuz için değişiklikler yapar mıydık? Bu, bencillik olmaz mıydı?