avatar sinema teknoloji

Sinema Teknolojisine Katkı Sunan 10 Bilimkurgu Filmi

Bir bilimkurgu eserine prestij kazandıran en önemli şeylerden biri gelecek tahminlerinin tutarlılığı olsa gerek, mesela gelecekte icat edilecek bir şeyin tasvirini yapmak gibi. Bazı bilimkurgu filmleri bunun da ötesine geçiyor. Henüz olmayan teknolojileri tasvir etmek yerine, onları icat ediyor ya da hâlihazırda mevcut olanları geliştiriyor.  Öyle ki, bu filmler sayesinde geliştirilmiş teknolojiler sinema endüstrisinin geri kalanına da fayda sağlıyor. Bu da bilimkurgunun hiç hafife alınmayacak bir tür olduğunu gösteriyor.

Bilimkurgunun, hayali cisme dönüştürmek yolunda kat ettiği yol etkileyici. Bu listede, hedefledikleri vizyonu yakalayabilmek için sinema endüstrisinin geri kalanına da teknolojik faydalar sağlamış 10 filmi sıraladık.

Metropolis (1927)

metropolis-movie-poster-laurent-durieux

Metropolis öylesine aşmış bir film ki, neredeyse yüz yıl önce, 1927’de çekilmiş olduğuna inanmak çok güç. Siyah-beyaz sessiz filmlerden olsa da, görsel efektleri büyüleyici. Bilimkurgu sineması için bir mihenk taşı diyebiliriz. Öyle ki mavi ve yeşil ekran teknolojisinin atası sayılabilecek Schüfftan süreci adı verilen teknik, bu film için icat edildi. Yani Metropolis sadece bilimkurgu sineması değil, aynı zamanda film endüstrisinin tamamı üzerinde etkisi olan büyük bir yapıt.

Metropolis’in yalnızca görsel kalitesi değil kurgusu ve irili ufaklı diğer tüm parçaları da son derece etkileyici. Mesela filmin en ikonik karakterlerinden Maschinenmensch isimli makine insan (günümüzün tabiriyle android), yüz yıl önceki bir yapıttan beklenmeyecek ölçüde kaliteli bir kurguya sahip. O zamanların bilimkurgusunda insana eğreti gelen bir yön var, fakat bu Maschinmensch, Star Wars’daki C-3PO ile kapışabilecek kadar kaliteli bir tasvir. Şunu da düşünmek gerek, 1927 senesi büyüleyici bir zaman dilimine işaret ediyor. Böylesi yılların kendine has (ve tekerrür etmesi çok güç) karanlık bir doğası vardır, bu yıllar bir Altına Hücum çağı gibi ele geçirilmeyi bekleyen sayısız tarihi zirveyle dolu. Metropolis ise tarihin ona ayırdığı hisse içerisinde bunu hakkıyla başardı.

King Kong (1933)

King Kong’un 1933 versiyonu, film endüstrisinde bir devrim sayılabilir. Zira stop motion, arka projeksiyon ve mat boyama gibi tekniklerin öncülerinden.

Tabii günümüzün standartlarına göre 1933 yapımı King Kong olsa olsa komedi olur. Yine de filmin sahip olduğu vizyonu takdir etmemek elde değil. Nefes kesen mimari yapıtlar, tablolar gibi filmler de tarihe geçecek türden kudretli eserler olabilir. Nitekim King Kong da böyle bir film. Bir kültün tohumlarını attı. Üstelik Ray Harryhausen gibi yönetmenlerin film teknolojilerini ilerletmesinde büyük katkısı oldu.

2001: A Space Odyssey (1968)

Stanley Kubrick atmosfer yaratma ustasıdır, sürreal öğeleri de aynı ustalıklı, adeta bir terzi gibi işler. 2001: A Space Odyssey de istisna değil elbette. Hollywood, 1950’ler boyunca bilimkurguyu saçma sapan işlerle madara etmişti. Stanley Kubrick ise bu gidişata bir dur diyerek, bilimkurgunun ciddiyetini ortaya koyan, zekâ dolu bir eser üretti.

Öyle bir iş çıkardı ki, günümüzde bile bu düzeye ulaşmak oldukça zor. 1968 yapımı film, o zamana kadar görülmüş en göz kamaştırıcı sahne parçalarıyla ve özel efektlerle bir araya getirildi. Her açıdan bir sanat eseriydi. Kubrick’in kullandığı teknikler arasında retroflektif mat ve yarık tarama fotoğrafçılığı da vardı.

Star Wars (1977)

Star Wars, film endüstrisine teknolojik katkı sağlamış olsa da olmasa da tarihe geçmiş bir yapım. Çünkü gerçek olamayacak kadar etkileyici, ama uzaklarda bir yerde böylesi bir galaksinin olabileceğine dair şüphe uyandıracak kadar da çarpıcıydı. Bu tarz bir filmi ortaya çıkarmak kolay olmadı. George Lucas hevesli, genç bir yönetmendi ve geniş bir vizyona sahipti, fakat film giderek altından kalkılamayacak türden bir yüke dönüşmeye başlamıştı. Görsel efektler bir türlü istediği gibi olmuyordu, bütçeyi de aşmaya başlamıştı fakat pes etmedi…

Lucas bütün süreci yeniden biçimlendirerek Hollywood’u kelimenin tam anlamıyla değiştiren bir film ortaya çıkardı. Öyle ki, Star Wars görsel efektler konusunda bir mihenk taşı hâline geldi.

Blade Runner (1982)

1982 yapımı Blade Runner, aşılması zor bir zirvede konumlanmış hâlde. Metropolis’in tarihe geçişi ile alakalı yeniliklerle dolu bir çağda, öncü olmanın verdiği avantajdan bahsetmiştik. Blade Runner ise 1982’de, bilimkurgunun artık olgunluk çağına erişmek üzere olduğu bir çağda ortaya çıktı ve aşılması zor bir zirveyi fethetti. Meseleye şu şekilde bakalım: Blade Runner’da kullanılan tekniklerin çoğu, o dönemin Hollywood’unda mevcuttu. Zaten Riddley Scott, 1979 yılında Alien filminde kullandığı teknikleri Blade Runner’da da kullanmıştı.

Hâlihazırda mevcut olan bir şeyi alıp kullanmak ya da sıfırdan yeni bir şey yaratmak… Bu iki seçenek kendi başına ne iyi ne de kötüdür. Sırf yeni bir şey ortaya koymak için çabalamak kimi zaman hüsrana neden olabilir ama mevcut olan bir şeyi alıp üzerine kendi yorumunu eklemek insan dehasının özüdür. Nitekim Blade Runner’da kullanılan teknikler için de aynısını söylemek mümkün. O dönemde olan mat boyama ve optikal teknikler, Blade Runner’da da kullanılmıştı fakat Riddley Scott bu teknikler ile kendi yorumunu birleştirmeyi ihmal etmedi. 50 kişilik bir ekip epey sıkı bir çalışma ile minyatürler yarattı ve tüm bunların mükemmel görünmesini sağladı. Sonuç olarak nefes kesici bir distopya ortaya çıktı.

TRON (1982)

Orijinal TRON filmi, görsel efekt konusunda sinemaya kattığı şeylere rağmen hak ettiği ilgiyi görmedi. O yıllarda sinema endüstrisinde görsel efektler hız kesmeden gelişmekteydi fakat TRON ayrı bir konu. Henüz 1982’de, on yıl kadar sonra gerçekleşecek büyük bir değişimin ilk sinyallerini veriyordu. Filmin görselleri için bilgisayar grafikleri üzerine çalışan dört şirket ile anlaşma sağlandı.

Filmin tasvir ettiği ortam adeta bir synthwave dünyasıdır. Synthwave için 1980’li yılların nostaljisi demek mümkün. TRON ise o yılların ruhunu bütünüyle taşıyan, belirsiz geleceğin hayaletlerini kuşanmış bir ara boyut gibi; yarışları, soğuk ışıkları ve tüm o büyüleyici efekleriyle tarihe geçti. Kostümler ve belli başlı çevre çekimleri için Backlit animation ismi verilen bir teknikten yararlanıldı. Bu teknik, ışıktan faydalanarak animasyon yaratmak için kullanıldı. Teknik bir hayli pahalıya patladı fakat TRON, estetik haz uğruna maddiyatı gözden çıkaran bir yapımdı.

The Abyss (1989)

The Abyss, James Cameron’un film cephaneliğinde özel bir yere sahip. Bu film yönetmenin sonraki çalışmalarına da (örneğin Terminator 2: Judgetment Day gibi) teknik anlamda katkı sağladı. Filmin özel yanı ise konusunun su altında geçmesi. Bu durum çekimleri olabildiğince zorlaştırdı hâliyle. Yine de CGI teknolojisi sayesinde bu problemin altından kalkmayı başardı.

İki sene sonra filmde kullanılan CGI tekniği, T-1000 için de faydalı oldu…

Jurassic Park (1993)

JURASSIC PARK

Jurassic Park’ın çekildiği yıllarda CGI yeni bir şey değildi, hatta iyice gelişmiş, film yapımcılarına büyük özgürlükler vaat eder bir hâle gelmişti. Artık tek seferlik kullanımlar yerine yeni ekosistemlerin tasarlanmasını sağlayabilecek kadar kapsamlı bir teknolojiye dönüşmüştü.

Jurassic Park’ın bu listeye dahil edilme sebebi ise CGI teknolojisine getirdiği yenilikçi yaklaşım ve son derece heybetli animatronikler. Belki dinozorlar hiçbir zaman geri gelmeyecek ama en azından Jurassic Park’ta gerçekliğe son derece yaklaştılar.

The Matrix (1999)

The Matrix

Matrix denilince akıllara kurşunların havada asılı kaldığı o meşhur sahne gelir, fakat filmin başardığı tüm o şeylerin yanında bu kurşun sahnesi (her ne kadar etkileyici olsa da) küçük bir detay gibi kalıyor.

Çoklu kamera ile çekilmiş o malum sahne elbetteki devrimci bir özelliğe sahip ve Matrix filminin tamamı da hemen hemen böyle. Zekice kurgulanmış dijital kompozisyonlar, üç boyutlu modellemeler ve fotogrametrik arkaplanlar… Üstelik film Universal Capture denen yeni bir tekniğin de öncüsü oldu.

Avatar (2009)

CGI ve görsel efekt teknolojileri filmin çekildiği yıllarda artık son derece yaygındı, fakat James Cameron tüm bunları Avatar ile baştan yazdı diyebiliriz. Filmin %60’ı CGI’dan ibaret.

Sonuç hayranlık uyandırıcı. Avatar’ın konusu klişe ve yer yer mantık hatalarına sahip olsa da, yarattığı dünya ve Na’vi kültürü öylesine büyüleyici ki, insanın böylesi bir filmi seyretmek için konuya vesaire ihtiyaç duyası gelmiyor.

Kaynak

Yazar: Tuğrul Sultanzade

2000 yılında Bakü'de doğdu. Uzun bir süredir Kuzey Kıbrıs'ta yaşıyor.

İlginizi Çekebilir

Vampirli Demolition Man: Daybreakers

Sinema tarihinde pek çok film, kendisinden sonra gelecek olan filmlere yol gösterdi. Kimisi anlatıda örnek …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et