Bilimkurgu sineması uzun ve katmanlı bir tarihe sahip. 1940’lar ve 1950’ler, arabayla girilen açık hava sinemalarında gençleri korkutmak için tasarlanmış sevimsiz B tipi filmlerle dolup taşıyordu. Hem daha gelişmiş teknoloji, hem de film yapımcılarının istedikleri türden hikayeleri anlatmalarına izin verilmesi sayesinde günümüzde bilimkurgu filmleri çok daha başarılı. Ancak Star Wars (Yıldız Savaşları), türü öylesine etkilemiş durumda ki bilimkurgu sineması tarihini ikiye bölmenin en açık ve kolay yolu Star Wars’tan önce ve sonra diye ayırmak.
George Lucas’ın şaheseri sadece tür için değil aynı zamanda bir bütün olarak sinema için de bir devrimdi. İnsanlar filme bayıldı ve StarWars pop kültürü esir aldı. Film, izleyiciyi kullandığı özel görsel efektleriyle yarattığı muhteşem dünyaya inandırmayı başardı. Yıldız Savaşları’nı izledikten sonra çoğu fantastik ve bilimkurgu filmi, göze artık eskisi kadar iyi görünmemeye başladı. Çoğu diyoruz çünkü 1977’den önce çekilmiş birçok film hala çok başarılı. İşte bunun kanıtı olarak, aşağıdaki listeyle bugün hala izlemeye değer 10 eski bilimkurgu filmini sunuyoruz.
THX 1138
George Lucas‘ın ilk filmi, piyasaya sürüldüğünde tam bir hayal kırıklığı oldu. Star Wars ortaya çıktıktan ve stüdyo yeniden yayımladıktan sonra bile film izleyici bulamadı. Çok az kişi, bunun çok özel bir film olduğuna inanıyordu.
Film, tüm vatandaşların isimlerinden ve her türlü zevkten ve keyiften arındırıldıkları bir distopik geleceği anlatıyor. Bunun yerine herkes uyuşturulmuş ve tehlikeli işler yapmak zorunda. Bu film, on yıldan daha az bir süre sonra dünyayı sallayacağı aile dostu maceralardan çok farklı ama, George Lucas’ın hayal gücü filmde belli oluyor.
Metropolis
Bu listedeki tek sessiz film. Fritz Lang‘in 1927 filmi, zenginlerin yüksek binaların tepelerinde lüks içinde yaşadığı, işçilerinse altta acı çektiği bir dünyayı anlatıyor.
Eğer sıkı bir oyuncuysanız, tüm kavram muhtemelen Final Fantasy VII‘den Midgar’ı akla getiriyor. Şaşırtıcı bir şekilde, film gösterime girdiğinde eleştirildi. İkonik yazar H.G. Wells bile hakkında bazı kötü sözler söyledi. Yani, eğer birisi bilimkurguyu biliyorsa, o da H.G. Wells olmalı, değil mi? Yine de, türün meraklılarının bu büyüleyici filmden zevk alacağına eminiz.
Alphaville
Alphaville aslında gelecekte geçen bir dedektif filmi. Onu diğer bilimkurgu öykülerinden ayıran en önemli özelliği özel efektlerin, sahne dekorlarının veya fantastik set tasarımının yokluğu.
Filmin tamamı Paris’te çekildi ve fütüristik ortamını tamamen sinematografi ve seçilen çekim yerleri aracılığıyla aktardı. Bu yöntem, Andrei Tarkovsky’nin sıra dışı bir başka bilimkurgu filmi olan Stalker’da yaptığına benziyor.
The Day the Earth Stood Still
The Day The Earth Stood Still (Dünyanın Durduğu Gün), çağdaşlarının karşısında ciddi bir tezat oluşturuyordu. 1940’lı ve 50’li yılların diğer bilimkurgu filmleri insanlara harika yerler ya da iğrenç canavarlar gösterme niyetindeyken, yönetmen Robert Wise, barış getirmek için Dünya’ya gönderilen bir insansı uzaylının macerasını sunuyordu.
Tahmin edilebileceği gibi, Dünya, uzaylı Klaatu’ya düşmanca davranır. Klaatu, Dünya’dan insanlığın yollarını değiştirmesi aksi takdirde yok olacağı konusunda ciddi bir uyarıyla ayrılır. Bugün bile verdiği mesaj hala geçerli olan filmi zamanının ilerisinde diye tanımlamak herhalde yanlış olmaz.
The War of the Worlds
H.G. Wells’in aynı isimli klasiğine dayanan The War of the Worlds, Marslılar tarafından Dünya’ya yapılan bir istilayı anlatıyor. Bu yabancılar barış içinde gelmiyor ve filmin tamamı boyunca Dünya’ya zarar veriyorlar.
Efektlerin bazıları yaşlanarak yetersiz kalsa da film boyunca olan koşuşturma ve heyecan hala izleyiciye ulaşıyor. Orijinal romansa hala muhteşem.
Godzilla
Sinemanın en ikonik canavarlarından biri hakkında söylenecek başka ne kaldı ki? Orijinal 1954 Godzilla, güçlü mesajı ve mükemmel performanslarıyla serideki en iyi film olmaya devam ediyor.
Bu canavar, insanlığın bilim ve enerjiyi dikkatsizce kullanmasından dolayı bir cezadır. Ah, bugünlerde giderek daha fazla ihtiyaç duyduğumuz başka bir mesaj.
2001: A Space Odyssey
Stanley Kubrick, türe olan katkısından önce iyi bir bilimkurgu filminin yapıldığına inanmıyordu. 2001: A Space Odyssey, efsanevi yazar Arthur C. Clarke ile yaptığı işbirliğinden doğdu. Hikaye, insanın evrenle olan ilişkisini, yapay zekanın tehlikelerini ve insanın evrimini inceliyor.
Kitabın aksine filmde asla tam olarak açıklanmayan bir sebeple, gizemli bir monolith periyodik olarak ortaya çıkar. Hikâyenin açık uçlu doğası, neredeyse kusursuz görsel efektlerle karıştırılarak sunulan 2001, hem 1968’de sinemaya gidenler hem de genç nesiller için etkileyici ve zamansız bir deneyim.
Them!
Bu filmin oldukça basit bir önermesi var: Dev karıncalar insanlara saldırmaya başlar. Tipik bir fikir gibi görünebilir, ancak yine de nefis ve heyecan verici bir film.
Önerme, efektler, oyunculuk ve müzik tam o zamanlara ait, her şey doğru oranda karışınca iyi bir film olarak taşlar yerine oturabiliyor. O zamana ait pek çok ucuzluk ve yetersizlik filmde fark edilebiliyor, ama bu Them!‘in çağdaşlarının üzerinde olmasını engellemiyor. Kısaca türün hayranları için seyredilmesi şart olan bir klasik.
Planet of the Apes
Maymunlar Cehennemi, Rod Serling tarafından senaryo haline getirilen romana dayanıyor. Film, hem estetik hem de izleyiciye maymunların baskın tür haline geldiği ve insanların boyun eğdirildiği gizemli bir dünyayı tanıtma biçimi açısından harika.
Orijinal dizideki dört filmin tümü, genelde olduğu gibi, aynı standartta olmasa bile hepsi izlemeye değer.
Things to Come
H.G. Wells romanına dayanan film insanlığı yok olmanın eşiğine getiren büyük bir çatışmanın öyküsünü anlatıyor. Toplum, trajik hatalarından ders aldıktan sonra kurtulup her zamankinden daha gelişmiş bir hale geliyor.
100 dakikalık bir filmin bu kadar zamanı böylesi verimli bir şekilde kullanması başlı başına bir mucize. Film 1936’da gösterildi ve uluslararası çatışmaların tehlikeleriyle ilgili uyarısı bugün bile hala geçerli.