Avrupa sineması dendiğinde çoğumuzun aklına sanatsal filmler gelir. Ancak Avrupa’nın da kendince aksiyon, korku, komedi ve bilimkurgu sineması, hatta ana-akım gişe sineması vardır. Elbette Hollywood’un ekonomik gücüne ve olanaklarına sahip olmadıkları için Hollywood filmleri kadar öne çıkamıyorlar. Bu yüzden de teknik ve bütçe eksiklerini güçlü senaryo ve özgün görsel öykü anlatıcılığı ile kapatıyorlar.
Aslında 70’li yılların ortasına kadar gerek gişe geliri gerekse filmlerde kullanılan teknik ve ekonomik olanak bakımından Avrupa ve Amerikan sinemaları başa baş gidiyordu. 1975 yılında Steven Spielberg’in çektiği Jaws filmine kadar… 1975 yılında bu filmle sinema blockbuster kavramı ile tanıştı. Bu kavram dilimize gişe filmi olarak çevrilse de, aslen askeri bir terimin sinemaya uyarlamasıdır. Bir mahalleyi (blok) yok edebilecek güçteki bombaları tanımlamak için kullanılan bu terim, zaman içinde sinema salon zincirleri üzerinden topluca gösterime giren filmlere verilen ad olmuştur. Geniş dağıtım ağı sayesinde her yerde gösterim şansı yakalayan bu filmler, yapımcılarına korkunç paralar kazandırmış ve çok daha fazla film için büyük olanaklar da sağlamıştır.
Zaman içinde Star Wars, Terminator gibi bilimkurgu filmleri de blokcbuster olabilecek şekilde çekilip dağıtılmıştır ve Amerikan sineması hem en yakın rakibi olan Avrupa sinemasına getiride onlarca kat fark atmış hem de Avrupa sinemasını farklı bir yol izlemeye mecbur bırakmıştır. Başta da belirttiğimiz gibi, teknik ve ekonomik olanak yönünden Amerikan sineması ile başa çıkması mümkün olmayan Avrupa sineması da özgün senaryo, güçlü görsel öykü anlatıcılığı ve akıcı kurgu ile kendi yerini yapmaya çalışmıştır.
Gelin, Avrupa bilimkurgu sinemasının bazı örneklerini birlikte inceleyelim…
Metropolis (1927)
1934 yılında Nazi yönetimi tarafından ‘kibarca’ Almanya’dan sürgün edilmeden önce yönetmen Fritz Lang, yalnızca Alman değil dünya sinemasına da çok önemli eserler kazandırdı. Metropolis de bilimkurgu sinemasına kazandırdığı bir başyapıttı.
Lang’ın 1924’te ilk kez ABD’yi ziyaret ettiği sırada gördüğü New York siluetinden etkilenerek hem senaryosunu yazdığı hem de tasarımını yaptığı filmde, üreten ve yöneten sınıfın kesin olarak birbirinden ayrıldığı bir dünyayı izledik. Dünyayı şirketlerin yönettiği bir geleceğin hızla yaklaştığı da filmde sözü edilen unsurlardan biriydi.
Filmden iki ilginç not: Henüz diktatoryal yönetimlere geçmemiş olan, eşitlikçi söylemlerle iktidara gelen Nazi yönetimi bu filmi çok beğendi ve propagandalarında kullandı. Ülkemizde ise ateizm ve komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yasaklandı.
Ikarie XB 1 (1963)
Polonyalı bilimkurgu yazarı Stanislaw Lem’in
2163 yılında, yıldız gemisi Ikarie XB-1 , Alpha Centauri yıldızının yörüngesinde dönen gizemli bir “Beyaz Gezegen”e gönderilir. Işık altı hızda giden gemideki astronotlar için yolculuk yaklaşık 28 ay sürecektir, ancak görelilik dolayısıyla hedeflerine ulaştıklarında Dünya’da 15 yıl geçmiş olacaktır. Uçuş sırasında 40 kişilik çok uluslu mürettebat, nükleer silahlarla donanmış ve terk edilmiş bir 20. yüzyıl uzay gemisiyle, ölümcül bir radyoaktif karanlık yıldızla ve ruhsal çöküntü de dâhil olmak üzere çeşitli tehlikeler ve zorluklarla karşılaşır. Tüm bunların yanı sıra uzaydaki yaşama da uyum sağlamaları lazımdır.
Görüldüğü gibi derin uzay yolculukları, yolda yaşananlar ve tüm bunların karşısında uzay yolcularının akıl ve ruh sağlığı konulu filmlerin öncülerinden biri olduğu söylenebilir.
Alphaville (1965)
Fransız yeni dalga sinemasının en önemli isimlerinden biri olan ve geçen ay yaşamını yitiren Jean-Luc Godard imzalı bir bilimkurgu filmi Alphaville. Fransız kara filmlerinin de önemli örneklerinden biri olan yapımda, bir dedektiflik öyküsü izliyoruz. Duyguların, kelimelerin, anlamların yok edilişi ve sıradan insanlardan duygusuz bir üstün ırk yaratma çabası…
Blade Runner başta olmak üzere, aksiyondan çok dramanın hakim olduğu bilimkurgu filmlerinin pek çoğuna ilham verdi. Ayrıca, duyguların yasaklandığı karanlık gelecek anlatılarının da sinemadaki fikir babalarından.
Terrore Nello Spazio (1965)
Bu filmimiz de bir İtalyan yapımı. Derin uzay yolculuğuna çıkan uzay gemisindeki astronotlarımız gizemli bir gezegene iner. Bu gezegende astronotların içine girerek onları birbirine düşürecek mikroskobik yaşam formları bulunmaktadır. Sonunda da astronotlardan bazıları bu yaşam formu tarafından ele geçirilir.
B film tadındaki yapım, Alien da dâhil sayısız bilimkurgu/korku filminin öncülüdür.
Solaris (1972)
Stanislaw Lem’in aynı adlı romanına dayanan filmin yönetmen koltuğunda Andrey Tarkovski var. İnsanlığın kendini anlayabilmesi için uzayın derinliklerine açılması gerektiğini anlatan romanın aksine, Tarkovski bu filminde Solaris’i gerçeküstücülükten alır ve daha gerçekçi bir anlatıma çeker.
Dış uzay görevinde yaşanan bir arızayı araştırmaya giden astronotumuz, uzay gemisine ulaştığında bambaşka bir durumla karşılaşır. Filmde de dendiği gibi “artık dünyada değilsiniz.“
La Planète Sauvage (1973)
Fransa’dan bir animasyon var sırada. Garip canlılarla, devlerle ve robotlarla dolu bir gezegende insanlar evcil hayvan olarak beslenmektedir. Ancak bir gün gelir ve insanlar isyan eder.
70’lerin depresif ve politik havasının yoğun bir şekilde hissedildiği bu bilimkurgu animasyonda bol bol taşlama ve siyasi göndermeler de mevcut. Aynı yıl Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü kazandığını da eklemek gerek.