Bilimkurgu ve teknoloji adeta etle tırnak gibi. Bilimkurgu teknolojiye, teknoloji de bilimkurguya ilham veriyor ve döngü böylece sürüp gidiyor. Tabii teknoloji, özellikle bilimkurgu sineması için sadece kurgulanacak bir şey olmaktan çok öte. Çünkü çoğu bilimkurgu filminde sunulan dünyaların ve olayların gerçekçi şekilde görselleştirilebilmesi için teknolojinin nimetlerine ihtiyacımız var. En basitinden teknolojisiz bir Avatar filminin neye benzeyeceğini hayal edin. Sinemasal açıdan bu denli etkili ve gerçekçi işlenebilmesi mümkün olur muydu?
Bilimkurgu sineması ile teknolojinin dostluğu çok eskiye dayanıyor. Bu da çok normal. Zira bilimkurgu, görsel efektlerin en fazla kullanıldığı film türlerinin başını çekiyor. Uzayda mekik dokuyan gemiler, ötegezenler ve üzerlerinde yaşayan toplumlar, patlayıp çatlayan dünyalar, geleceğin gelişkin manzaraları, yok olan kentler, küresel felaketler, ciuv ciuvlu silahlar ve daha nicesi… Bilimkurgu ile bütünleşmiş bu anlatıların aktarılabilmesi için teknolojiye çok şey borçluyuz. Ancak bu, her bilimkurgu filminde görsel efektlere abanıldığı anlamına gelmiyor elbette. Çünkü sırtını görsel efektlere dayamayan birçok bilimkurgu filmi de var. Bu yazı dizimizde, ya hiç görsel efekt kullanmayan ya da çok az kullanan bilimkurgu filmlerinin bir listesini sunacak ve haklarında kısa bilgiler paylaşacağız. İyi seyirler…
Stalker
Sinema dâhisi Andrey Tarkovski imzası taşıyan Stalker, Rus bilimkurgu yazarları Boris ve Arkadi Strugaski biraderlerin 1972 tarihli ünlü romanı Uzayda Piknik’ten uyarlandı. Tabii bunun epeyce bağımsız bir uyarlama olduğunun da altını çizmek gerek. Kitap, sessiz sedasız dünyamızı ziyaret edip giden uzaylıların arkasında bıraktığı kalıntıları ve bu değerli kalıntıları toplamak için yasa dışı biçimde bölgeye giren iz sürücüleri anlatıyor. 1979 tarihli Tarkovski uyarlamasında ise, iki yolcunun rehberleri eşliğinde yasak bir bölgeye yaptığı metafizik yolculuk işleniyor.
Görsel efektlere yer verilmeyen film, buna rağmen Tarkovski’nin güçlü sinematografisi sayesinde eşsiz manzaralara sahip. Benzersiz görüntüleri, etkili sinema dili ve felsefi alt metniyle Stalker, bir bilimkurgu filminin görsel efekt kullanılmadan da doyurucu şekilde çekilebileceğinin en güzel örnekleri arasında.
Twelve Monkeys
Zaman yolculuğunu ve bunun yarattığı akla ziyan paradoksları kim sevmez? Yönetmenliğini Terry Gilliam’ın üstlendiği yapımın senaryosu La Jetée adlı bir kısa filme dayanıyor. 1997 yılında patlak veren bir virüs salgını, 5 milyar insanın ölümüne yol açar. Hayatta kalmayı başarmış az sayıda insan ise yer altına çekilip virüsten korunmayı başarır. Kurtulanlar, insanlığı yok olmanın eşiğine getiren bu elim olaya çözüm bulabilmek için bir zaman makinesi geliştirir. Amaçları son derece basittir: Zamanda yolculuk yapmak ve virüsün yayılmasını başlamadan engellemek. Bu iş için seçilen kişi de James Cole olur.
Film Bruce Willis, Brad Pitt gibi başarılı oyuncuları barındıran güçlü bir kadroya sahip. Birkaç basit sahne dışında hemen hemen hiç görsel efekte yer verilmemiş oluşu ise takdire şayan. Zaten senaryosu öylesine kompleks ki izlerken bunun farkına bile varmıyorsunuz. Ayrıca 4 sezon süren bir dizisi olduğunu da anımsatalım.
The Man from Earth
Binlerce yıldır ölmediğini iddia eden biriyle karşılaşsanız ona inanır mıydınız? Üniversitede tarih profesörü olan John Oldman’a da kimse inanmıyor. Kahramanımız aniden işini bırakıp başka bir yere taşınma kararı alınca, iş arkadaşları bunun ardında yatan sebebi öğrenmek için Oldman’ın evinde toplanıyor. Oldman başlarda ketum davranıp arkadaşlarının sorularını geçiştirmeye çalışsa da sonunda dayanamıyor ve gerçekleri bir bir anlatmaya başlıyor.
Richard Schenkman’ın yönettiği film, hem tek mekânda geçmesi hem de görsel efektlere yer vermemesi açısından dikkate değer. Gördüğü olumlu ilginin de etkisiyle “The Man from Earth: Holocene” adında bir devam filmi de çekilmiş, ama aynı ilgiye mazhar olamamamıştı. Öte yandan ölümsüzlük elbette bilimkurgusal yönleri de olan bir tema, ancak film bunun nedenine dair akla uygun bir gerekçe sunmuyor ve dolayısıyla öteden beri bilimkurgu olup olmadığı tartışılıyor. Bunu da not düşmeden geçmeyelim.
Primer
Primer, Twelve Monkeys gibi listemizin zaman yolculuğunu konu alan bir diğer filmi. Yetenekli iki genç mühendis, bir garajda yürüttükleri deneyler sırasında kazara müthiş bir keşfe imza atar. Üzerinde çalıştıkları proje, onları zamanda yolculuğa çıkarabilmektedir. Ne var ki zamanda yolculuk deneylerini birbirlerinden habersiz yürüten mühendislerin bu kararı, pek çok ciddi ve de karmaşık soruna yol açacaktır.
Shane Carruth’ın yazıp yönettiği yapım, beyin yakan film listelerinin de gediklilerinden. 7000 dolar gibi günümüz sinema sektörü açısından gülünç denebilecek bir bütçeye sahip olduğunu da belirtmekte yarar var. Öte yandan aşırı karmaşık olay örgüsünün yanı sıra teknik jargon ve bilimsel terimlerin yoğunluğu nedeniyle filmi anlamak pek kolay değil.
In Time
Ölümsüzlük bulunmuş, yaşlanma 25 yaşından itibaren durdurulmuştur. Ancak bunun çok ciddi bir bedeli vardır. Zira ölümsüzlüğün bulunduğu bu yakın gelecekte para tarihe karışmış ve tüm ekonomik sistem zamana uyarlanmıştır. İnsanlar çalışıp zaman kazanmak ve hayatlarını da sahip oldukları zamanla sürdürmek zorundadır. Peki ya zamanınız biterse? Bildiniz, ölüyorsunuz. Tabii her çarpık sistemde olduğu gibi bu sistemde de eşitsizlik ve adaletsizlik vardır ve birinin buna kafa tutma zamanı gelmiştir…
The Truman Show’un senaristi; Gattaca, S1m0ne, The Terminal, Lord of War, The Host, Good Kill, Anon filmlerin yönetmeni Andrew Niccol imzalı yapımın kadrosunda Justin Timberlake, Olivia Wilde, Cillian Murphy gibi başarılı oyuncular yer alıyor.
Alphaville
Başkent Alphaville’e gelen Amerikalı özel dedektif Lemmy Caution’un amacı bu yabancı ülkenin başkanına suikast düzenlemektir. Alpha 60 isimli başkan ise aslında insan benzeri bir robottan başka bir şey değildir. Ancak Lemmy, olaylar esnasında çekici bir kadın olan Natacha’yla tanışıp âşık olur. Güzel kadın, Alpha 60’ı tasarlayan bilim insanının kızıdır ve dolayısıyla bu durum, Lemmy’nin görevi önündeki en büyük engel haline gelir.
Yeni Dalga’nın öncülerinden olan yönetmen Jean-Luc Godard, adeta eski Fransız avantür filmlerinden ödünç aldığı karakterleri ve karanlık film atmosferi ile tüm özel efektlerden arınmış deneysel bir bilimkurguya / film-noir’a imza atıyor.
Coherence
Bir kuyruklu yıldızın Dünya’nın yakınından geçtiği o gece bir grup arkadaş uzun bir aranın ardından akşam yemeğinde buluşur. Tabii kuyruklu yıldızın başlarına açacağı dertlerden kimsenin haberi yoktur. Önce telefonlar çekmez, ardından elektrik kesilir. Elektriği kesilmeyen tek ev ise iki blok ötededir. Aralarından birkaç kişi o eve gitmeye karar verir. Ancak o evde gördüklerinden sonra işler hem onlar, hem de seyirci için içinden çıkılması zor bir hâl alacaktır.
James Ward Byrkit’in yönettiği düşük bütçeli ama başarılı bir bilimkurgu filmi olan Coherence; Schrödinger’in kedisi, kuantum fiziği, paralel evrenler, eşevresizlik derken gerçekliği parçalayan karmaşık bir anlatı ortaya koyuyor.
Never Let Me Go
İnsan kavramının tamamen değiştiği ve anlamını yitirdiği bir dünyaya hoş geldiniz. 2017 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Kazuo Ishiguro’nun romanından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda Mark Romanek oturuyor. Ruth, Kathy ve Tommy çocukluklarını neredeyse cennetten çıkma bir İngiliz yatılı okulunda geçirir. Erişkinliğe adım attıklarında ise aralarındaki güçlü sevgiyi sindirmeye çalışırken bir yandan da onlardan gizlenen, kabullenmesi güç bir gerçeğe ve korkunç kaderlerine hazırlanmaları gerekmektedir.
Uyarlandığı romana sadık kalınarak çekilen filmin kadrosunda ise Carrey Mulligan, Andrew Garfield, Keire Knightly gibi isimler var.
Predestination
Robert A. Heinlein’ın 1958 yılında yazdığı All You Zombies!, gelmiş geçmiş en karmaşık zamanda yolculuk öykülerinden biri olarak anılıyor. İthaki tarafından basılan Yüzyılın En İyi Bilimkurgu Öyküleri adlı derlemede de kendine yer bulan eser, tek bir kişinin etrafında dönen paradoksal bir olay örgüsüne sahip. Böylesi karmaşık bir öyküyü beyaz perdeye uyarlayacakları açıklandığında, haklı olarak çoğu kişi Spierig Kardeşler’e kuşkuyla yaklaştı. Ancak korkulan olmadı ve ortaya eli yüzü düzgün bir film çıktı. Üstelik Heinlein’ın öyküsüne sadık kalması filmin en büyük artılarından biriydi.
Gizemli bir köşe yazarı ile yine kendisi gibi gizemli bir barmenin barda başlayan ilginç sohbeti, çok geçmeden türlü paradokslarla örülü bir zamanda yolculuk macerasına dönüşüyor. Çünkü gizemli barmen aslında bir zaman ajanı ve köşe yazarına reddedemeyeceği bir teklif sunuyor… Filmin baş rollerinde ise Ethan Hawke ve Sarah Snook yer alıyor.
Mad Max
George Miller’ın yönettiği ve sonrasında bir seriye de dönüşen Mad Max, post-apokaliptik sinemanın en meşhur örnekleri arasında. 3. Dünya Savaşı’nın ardından toplumsal çöküş yaşanmış ve baş gösteren enerji kıtlığı nedeniyle kaotik bir ortam oluşmuştur. Yakıtı ele geçirmeye çalışan motosiklet çeteleri ile yerel polis güçleri arasındaki çatışma hat safhadadır. Bu polislerden biri de Max’tir ve yaşadığı büyük trajediden sonra terörü kendi yöntemleriyle durdurmaya karar verir.
Mel Gibson’ın çılgına dönmüş bir dünyada barışı sağlamakla görevli genç bir polisi canlandırdığı film, Avusturalya’nın engin kuraklığında geçen bir gotik macera hikâyesi sunuyor.