Genel olarak yedi sanat dalından bahsedilir: Resim ve heykel, müzik, tiyatro, dans, edebiyat, mimari (yapı) ve sinema. Ancak sinema bir sanat dalı olduğu kadar, aynı zamanda ticari bir sektördür de. Çünkü kamera arkasında ve önünde emek veren herkese ödenen para, reklam, dekor, efektler gibi birçok kalemden ötürü oluşan giderin karşılanabilmesi için belirli bir miktarda gelirin de elde edilmesi gereklidir.
Bu sebepten ötürü yapımcılar, her daim izleyiciyi salonlara çekmeyi ve filmlerinin gişesini arttırmayı hedeflerler. Böylelikle hem maddi bir kazanım sağlamak, hem de piyasada tutunarak işlerinin devamlılığını garanti altına alırlar. Fakat bazı filmler gişe rekorları kırarken, bazıları da zarar ederek hüsrana uğratır, hatta şirketlerin batmasına dahi sebep olur. Bu serimizde gişede umulanı veremeyen filmlerden bahsedeceğiz.
Krull (1983)
Amerikan-İngiliz ortak yapımı olan film, Slayer yani “Katiller” olarak tabir edilen yağmacı bir türün Krull adlı gezegeni işgalini konu almaktadır. Ülkede bulunan iki krallık işgalcilere karşı daha etkin bir mücadele için güçlerini birleştirmeye, bunun için genç prens Colwyn ile Prenses Lyssa’yı evlendirmeye karar verirler. Fakat, Katillerin lideri Canavar töreni basar ve gelini kaçırır. Prens Colwyn ise prensesi kurtarmak için yola çıkar ve macera başlar. Yol boyunca birçok dost edinecek olan prens, ayrıca Canavarın müttefiklerin saldırılarına da maruz kalacaktır.
Öncelikle filmin bilimkurgu olup olmadığı tartışabilecek bir husus. Kısaca “fantastik öğeler barındıran bir bilimkurgu” diye tanımlanabilir. Bu noktada karar izleyiciye kalmış. Yine de aksi durumda bile bilinmesi için listeye almayı tercih ettik. The Dead Zone, Brainstorm gibi filmlerle aynı dönemlerde yapıldığını göz önünde bulundurursak, gişede yaşadığı başarısızlığın sebebine dair tahmin yürütebiliriz. Görsellerin ve efektlerin dönem şartlarına göre bile kötü oluşunun yanında senaryonun noksanları filmi izlenebilirlikten çıkarıyor. Bu sebeple, prodüksiyonu için 27 milyon dolar harcanan film, gişede yalnızca 16 milyon dolar gelir elde ederek bekleneni veremiyor ne yazık ki…
Waterworld (1995)
Küresel ısınmanın kutupları erittiği, dört bir tarafın suyla dolduğu post-apokaliptik bir dünya. Birçok insan değişime ayak uyduramayarak hayatını kaybetse de geride kalan küçük bir azınlık yüzen şehirler inşa ederek yaşamlarını sürdürmeyi başarmıştır. İlkel yaşama mecburi dönüş yapan bu şehir insanları haliyle ilkel yaşamın gerektirdiği üzere, kararları ihtiyarların aldığı inançlar üzerine dayalı bir yönetim şeklini benimser. Fakat yağmacıların ortaya çıkmasıyla işler karışmaya başlar.
Yapımcılığını Kevin Costner‘ın yaptığı film, çok fazla eleştirilen ve haddizatında alay konusu haline getirilen bir konumda. Başarısızlığın ve neredeyse Costner’ın oyunculuk kariyerini bitirecek olmasının nedeni olarak ise işlenen konunun yeterince doğru aktarılamaması gösteriliyor. Küresel ısınma gibi önemli bir konuyu, yine sosyal gerçeklerle bağdaştırarak işlemesi akılllıca; fakat hem kullanılan görseller hem de senaryonun ilerleyişinde ortaya çıkan soru işaretlerini yanıtlamada etkisiz kalması yapımın Amerikan tarihinin enleri listesine hiç de istenilmeyen bir şekilde girmesine yol açtı. 175 milyon dolara mal olan filmi 264 milyon dolar gelir elde ederek yapımcıyı da suya batırmayı başardı!
The Postman (1997)
– Detaylı İnceleme –
Yine bir Kevin Costner filmi ve yine post-apokaliptik dönem. David Brin‘in aynı adlı romanından uyarlanan film, nükleer savaş sonrası Amerika’sında ortaya çıkan kaos ve bu kaostan faydalanarak yükselişe geçen terör karşısında çaresizce biat eden insanları anlatıyor. Öylesine çaresiz kalıyorlar ki, küçük kabileler halinde yaşamaya başlıyorlar. Ve kendilerini koruyacağını iddia edenlere haraç vererek hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Devletlerin yok olduğu, güçlünün tek kanun kabul edildiği bir durumda bunu yadırgamamak gerekir. Lakin tüm yaşananların ortasında bir postacının getirdiği mektuplar her şeyi değiştirecek fitili ateşleyecektir.
Postacı, Kevin Costner’ın Waterworld’den bile daha fazla zarar etmesine neden olan bir film. Waterworld konusu gereği uluslarası sorunlara iyi kötü değinen ve işleyen bir filmken, Postacı’nın filmde tüm yapabildiğiyse milliyetçi duyguları kaşımaktan ibaret kalmış. Bazılarına göre “vatanseverlik duygusunu yaşamamış milletler tarihe karışırlar”, fakat sanat eserinin kalıcılığının ve etkileyiciğinin artması için insani sorunlara temas etmesi ve bunu evrensel ilkelerle yapması gerekir. Ki romanda varılan nokta aslında vurgunun bu sığ yargı olmadığını da gösteriyor. Hakeza diğer birçok bilimkurgu eseri de günümüz gerçekliğinden kopuk öğelerle dolu olduğu halde, insani değerlere olan yaklaşımları sebebiyle okurunu etkilemeyi başarmıştır. Bu etkiyi romandaki kadar yakalayamayan film ise berbat bir uyarlama olarak, 80 milyon dolar gibi dönemine bakıldığında büyük bir bütçe ayırmasına rağmen yalnızca 20 milyon dolar elde edebilmiştir.
Soldier (1998)
Alternatif bir gelecekte uygulanan ordu programı gereği, her erkek Spartalılar gibi doğduğu andan itibaren hem fiziksel hem de zihinsel olarak askerlik gerekliliklerine uygun olarak yetiştirilir. Öyle ki, katı kurallar ve kısıtlanan hayatı onu sosyopata, hatta öldürmeye programlı bir robota çevirir. Filmin konusu da zaten bu askerlerden birinin eğitimi dahilinde kazandığı başarıların, hayatın içinde ne kadar anlamlı olduğuna dair soruları sormasıyla şekillenir.
Kurt Russell filmde adeta döktürmüş ve izlenirliğini tek başına yükseltmiş. Hassaten, Resident Evil serisinden aşina olunabilecek Paul W. S. Anderson da yönetmenlik görevini üstlenmiş. Tüm bunlar düşünüldüğünde yaşanan hüsranın sebebi merak ediliyor doğal olarak. Bunun sebebi, konunun yeterince özgün olmamaması. Universal Soldier ve Commando gibi bilindik filmlerden amiyane tabirle “aşırma” sahnelerin boca edilmesi, bir bilimkurgu filmi olarak başlayıp sıradan bir aksiyon filmine evrilmesi gibi eleştiriler izleyiciyiyi uzaklaştırmış gibi görünüyor. Kimilerine göre karakter gelişimini işleyişi ve Russell’ın kaliteli oyunculuğu hasebiyle kült mertebesine erişen film, 60 milyon dolarlık bütçesine rağmen yaklaşık 15 milyon dolar gelir ederek maalesef yapımcısına büyük ölçüde zarar ettirmiştir.
The Astronaut’s Wife (1999)
Astronot Spencer Armocost ile öğretmen eşi Jillian Armacost güzel bir evliliğe ve huzurlu bir hayata sahiptir. Fakat bir uzay görevi sırasında yaşanan kazayla işler değişecektir. Spencer ile NASA üssü arasındaki bağlatı kısa bir süre için kopar. Ardından sağlandığında ise her şey yolundadır. Görevin bitimiyle birlikte evine döner ve hayatları devam ederler. Hatta Jillian’ın hamile olduğu haberiyle mutlulukları artar. Fakat Jillian Spencer’ın dönüşünün ardından olumsuz bir şeyler olduğunu hissetmeye başlamıştır. Ki kabuslarla peşisıra gelen olaylar da gerilimi iyiden iyiye arttırır.
Başrollerinde Johnny Depp ve Charlize Theron’un rol aldığı yapım, oyunculuklar açısından bekleneni veriyor. Fakat konu olarak ilgi çekici olsa da, gerilim unsurları seyircinin heyecanını arttırmak adına iyi kullanılmıyor. Bu nedenle Johnny Depp ve Charlize Theron gibi isimlere rağmen yeterince öne çıkamıyor. Belki de oyunculukların, hatta direkt olarak oyuncuların güzel görünümlerinin senaryonun önüne geçmesi ve ayrıca iyi bir tanıtım yapılamaması gibi etkenlerden ötürü de gişede hayal kırıklığına uğramaktan kurtulamadı. 75 milyon dolar bütçe ile çekilen filmin böyle bir oyuncu kadrosu ve konu ile yalnızca 20 milyon dolar gelir elde etmesinin başka ne sebebi olabilir ki?
Supernova (2000)
İsmini modern hemşireciliğin kurucusu kabul edilen Florence Nightingale’den alan sıhhi uzay gemisi Nightingale, yardıma ihtiyaç duyan herkese yardım etmesiyle bilinmektedir. Fakat bir gün derin uzayda bilinmeyen bir bölgeden yardım çağrısı alır. Çağrıya yanıt vererek hemen bölgeye atlayış yapar. Ama bölgeye ulaştığında, kendilerini ölen bir yıldızın süpernovaya dönüştüğü ve yok olmaya yüz tuttuğu bir yerde bulurlar. Böylece, kısıtlı zamanda hem kendilerini hem de gemidekileri kurtarmaları gerekecektir.
Yönetmenliğini Alien serisinin de yapımcılığını yapan Walter Hill‘in üstlendiği yapım, 2000 yılının makus talihine tutulan ilk film. Listedeki 4 filmin 2000 yılından olduğu düşünülünce gerçekten de bir lanet olabileceği dahi söylenebilir. İzleyicileri ikiye bölen, IMDB’nin epey düşük puan verdiği gibi detaylar bu listede yer alması için yeterli sebep ayrıca. Gişede yapımcısını batma noktasına getiren filmlerden olan Supernova, 90 milyon dolar bütçesine rağmen yalnızca 15 milyon dolar elde etmiştir. Böyle bir zararın sonuçlarını eminim tahmin ediyorsunuzdur!
Titan A.E. (2000)
– Detaylı İnceleme –
Matt Damon ve Drew Barrymore gibi isimlerin sesleriyle yer aldıklarıyla bu yapım, 20th Century Fox’un animasyon bölümünü kapatma sebebidir. Öylesine çok olumsuz eleştiri alır ki, gişenin yanısıra sinema tarihine de çapa atar adeta. Sahneler arasındaki kopukluklar, gereksiz uzatılan sevişme sahneleri -ki sonradan mücadeleyle kesiliyor- bir sürü çelişkili durum, mantık hatası ve birçok bilimkurgu yapımından aşırmalarla doldurulan senaryosuyla halen eleştirmenlerin sertçe tenkit ettiği bir yapım olma özelliğini sürdürüyor.
Haliyle hem bu durumu hem de eleştiriler hasebiyle, 75 milyon dolarlık bütçesinin yarısını bile elde edemeyerek 36 milyon dolarlık gelirle epeyce zarar ettirir.
Red Planet (2000)
Dünya üzerindeki yaşamın yok olmaya yüz tuttuğu bir gelecek. Bugün de aşina olduğumuz Mars görevlerinden birinin amacı insanlığın Mars’ta yaşamını idame ettirmesini sağlayacak hazırlıkları yapmak ve orada kalıcı yerleşimi sağlamak. Bu görev için özenle seçilmiş bir ekip gönderilir. Görevlerinin bilincinde olan ama aldıkları sorumluluğun yükü altında ezilen bu bir grup insan, yalnızca başka bir gezegene gidiyor olmanın getirdiği sorunlarla yüzleşmeyeceklerdir. Aksine insan doğasına dair ortaya çıkacak sorunlar ve sorular filmin temel dinamiğini oluşturmaktadır.
Red Planet, başrollerinde Batman Forever filminin Batman’ı Val Kilmer ile Matrix üçlemesinin Trinity’si Carrie-Ann Moss‘un yer aldığı bir yapım. Bu açıdan iyi bir kadroya sahip olduğu söylenebilir. Lakin filmin gereksiz uzun diyalogları izlenme noktasında zorluk çıkarabiliyor. Mars ile ilgili yapılan ve insanlığın geleceğine dair kaygıların ve hayallerin paylaşıldığı filmlerde, insanın bireysel olarak da değişim gösterdiği gerçeği gözardı edilmemesi gereken önemli bir detaydır. Gişedeki başarısızlığının bu noktada yaşanan eksiklik olduğu eleştirmenlerin ortak kanaati. Elbette, öznel görüş farklılıkları da olabileceğinden aksi düşünceler bulunabilir. Lakin, 80 milyon dolarlık bütçeyle yapılan bir filmin, yaklaşık 33 milyon gelir elde etmesinin sonuçlarının eleştiriye açık olmadığı kesin!
Battlefield Earth (2000)
3000 yılındayız. Dünyayı yeni bir canlı türü yönetmekte ve insanlık bu baskın türün emrinde köle olarak çalıştırılmaktadır. Mihnetle, eziyetle yaşamaya mecbur edilen insanlığa bunu yapan tür ise bulunduğu noktaya gelmek için soykırımlar yapmış, insan neslini büyük bir katliama maruz bırakmıştır. Başlarında da başka filmlerde karşılaşmamız dahi olası olmayan(!) Caligulavari bir diktatör bulunmaktadır. Fakat baskının karşısında bir direniş, isyan yükselmeye başladığında olaylar gelişir.
Scientology’nin kurucusu ve bir bilimkurgu yazarı olan L. Ron Hubbard’ın aynı adlı romanından uyarlanan film, kadrosunda John Travolta gibi önemli bir ismi barındırıyor. Tabii oyuncunun da Scientology mensubu olduğu düşünülürse bu çok da sıra dışı gelmeyecektir. Saç şekline kadar film için bunca emek verilmesine rağmen, yönetmenin etkisiyle ortaya çıkan şeyi tanımlamak için sözlüğe yeni bir kelime katmak gerekebilir. Biraz spoiler vererek nedenini açıklamak gerekiyor. Film boyunca hiçbir mekanik aracı, hatta tırnak makasını bile kullanamayan insanlık, isyan gibi düşünceleri aklından bile geçirmezken, gezegenini sadece 9 dakikada istila eden üstün bir türü bir haftalık eğitimle yenebiliyor. 73 milyon dolarlık yatırımın karşılığında 30 milyon dolar gelir elde edilmesi bile birçok eleştirmen nazarında başarı. Tek teselli John Travolta ve Forest Whitaker’ın kariyerini bitirmemiş olması!
The Adventures of Pluto Nash (2002)
Kolonizasyon sonrası dönemde geçen bir yapım. İnsanların koloni kurduğu Ay, doğal kaynakların tükenmesi sebebiyle vahşi batı filmlerinden hallice bir durumdadır. Bu sebeple para sahiplerinin her istediğini yaptığı bu düzende, güçlünün yasaları oluşturması da gündelik bir olay halini almıştır. Koloninin en ünlü gece kulübünün sahibi Pluto Nash ise sürdürdüğü sefih ve lüks hayat ile tanınan biridir. Fakat bir mafya liderinin sahip olduğu kulübü satın almak istemesi ve onun da reddetmesiyle işler değişir.
Başrolde komedi filmlerinin eski gediklisi yeni emeklisi Eddie Murphy‘nin yer aldığı yapım, belki de bu sebeple hatırlanır bir özelliğe sahip. Bir de elbette Rosario Dawson‘ın oyunculuğu var. İşlenen konunun zaten klişelerle dolu olması, senaryonun özensiz ve derinlikten bir hayli uzak anlatımı ve aşırı seksist tutum içinde bulunulması gibi birçok sebepten ötürü gişede başarısızlık yaşaması gayet doğal. Haddizatında Eddie Murphy filmlerinin absürt yapısına dair bilinen şeyler devam ediyor, burada sorun yok. Fakat izleyiciyi meraklandıracak bir kurguya sahip olmadığı, hatta itici birçok etmenle bezendiği ortada. Bu sebeptendir ki, 100 milyon dolar bütçesine rağmen 10 milyon dolar bile kazanamayarak (yaklaşık 7 milyon dolar) yapımcısına Şeyma Subaşı etkisi yapmıştır!