Yönetmenliğini Darren Aronofsky‘nin yaptığı, başrollerini Hugh Jackman ve Rachel Weisz‘in paylaştığı The Fountain (Kaynak), tarih, din, bilimkurgu ve fantastik öğelerin güzel bir harmanı. Film için ilk etapta Brad Pitt ve Cate Blanchett düşünüldü, ancak hem Brad Pitt’in isteksizliği hem de filmin bütçesinde yapılan daraltmalar çekim sürecini bambaşka bir seyre soktu. Yönetmen Aronofsky, tüm bu gelişmelerin sonucunda filmi Hugh Jackman ve Rachel Weisz ile çekmek zorunda kaldı. Aronofsky’nin 100 milyonluk bir bütçe talep ettiği de iddialar arasındaydı.
The Fountain için Aronofsky’nin en bilinmeyen filmi diyebiliriz. Son dönemde Mother filmiyle adını iyice duyuran yönetmenin Magnum Opus’u olan The Fountain, sırf bilinmezliğinden ötürü gişede zarar edecek kadar gölgede kaldı. Filmin içeriğini önceden inceleyen yapımcılar senaryoda değişiklik talep etseler de, aklındaki filmi çekmek isteyen Aronofsky inadından vazgeçmedi ve ortaya da önemli bir sanat eseri koydu. Ne var ki bütçesi 35 milyon dolar olan film, 15 milyon dolar gişe hasılatı ederek beklentilerin çok altında kaldı.
The Fountain, ölümsüzlük arayışında olan farklı zaman dilimlerinden üç farklı kişiyi konu ediniyor. Filmin 21. yüzyıldaki diliminde bir bilim insanı olan Tommy Creo’yla karşılaşıyoruz. Creo, tıbbi deneyler yapan, bu deneyler vasıtasıyla da nörolojik ilerlemeler ve tedaviler bulmayı uman bir kişi. Hırsıyla ön plana çıkan Creo’nun bu yırtıcı tutumunun sebebi ise eşi Izzie’nin beyninde tümör bulunması ve ölüme her geçen saniye daha da yaklaşması. Creo’nun temel motivasyonu da eşini kurtarmayı başarmak.
Eşi İzzie ise kendi benliğinde bir arayışa çıkmış durumda. Ölümle yüz yüze geldiği zaman diliminde yaşama dair önemli yorumlarda bulunan İzzie, bulduklarıyla da 16. yüzyıl İspanya’sında geçen bir hikâye yazıyor. Hikâyenin olay örgüsünde, Engizisyon tarafından toprakları elinden alınmakla tehdit edilen Sömürge dönemi İspanyol İmparatorluğu’nun Kraliçesi Isabella’nın, sadık şövalye Tomás’ı İspanya’yı kölelikten kurtarabilmenin tek yolu olduğuna inandığı Hayat Ağacını araması için Maya ormanlarına göndermesine tanık oluruz. Kraliçe, İnka ve daha öncesinde Aztek topraklarını fetheden İmparatorluğunun, bu yolla varlığını hem kutsayacağını hem de sonsuz yaşamı bulacağını düşünüyor. Ama işler pek de umduğu gibi gitmiyor.
26. yüzyılda ise ruhani bir gezgin olan Tom, uzaydaki arayışı sırasında, aslında kendi içinde çıktığı bu yolculuğun neticeye erdiği düşüncesine kapılıyor. Üç karakterin ortak noktası, zamanın akışı içinde aynı yönelimleri ortaya çıkarıyor. Sonsuz yaşam ve bilgelik arayışı kavramlarına dair derin sorular sorduran film, zamansal geçişleriyle de bu müşterek durumu ortaya koyuyor. Xibalba, filmdeki en önemli ortak unsur. Tommy ve Izzie çatıda otururken görmüşlerdir onu. Nebulayı izlerken kitabını anlatan Izzie, mitsel kökenine dair ipuçları da verir. Tomás’ın da ulaşacağı gerçek nokta aslında bu olacaktır. Mayaların ve hatta tüm dinlerin hayat ağacı ile ilgili mitolojik kaynaklara gönderme yapan bu görev, hayatın kendiliğinden anlamı olduğunu ve varlığın onu anlamlandırmasından önce de anlamı bulunduğunu vurgular.
Felsefi, dini ve mitolojik referansların yoğunluğundan ötürü izlemesi izleyiciye zor gelebilir, ama roman havasında geçen olay örgüsü, herkese farklı şeyler sunabilmesi yönünden muteber. Bütçe kesintisine rağmen Aronofsky’nin başarısı, özellikle doğru fotoğrafları sunarak duyguları iyi aktarmasında yatıyor. Yine özellikle baş roldeki oyuncuların başarısı göz kamaştırıcı. X-Men serisindeki Wolverine rolü ile özdeşleşen Avustralyalı aktör Hugh Jackman, bu filmde kariyerinin rolünü oynamış. Özelikle Tomás’ın ağaç ile karşılaştığı aydınlanma sahnesindeki yüz ifadesinin ıskalanmaması ve çekim açıları etkileyici. Bu başarıyı yönetmen dışında üç ayrı zaman diliminde ayrı karakteri oynayarak yakaladığını da unutmamak lazım.
Rachel Weisz Mumya, Constantine gibi filmlerle tanındığı halde bu zor işin altından kalkmayı bilmiş. Bilhassa Izzie olarak gösterdiği enerji, filmin mistik havasına doğrudan katkı sunuyor. Biri ölümü diğeri ölümsüzlüğü arayan iki karaktere birden başarıyla hayat verirken rüşdünü ispat ediyor. Her ne kadar bilimkurgu unsurları arka planda kalsa da, senaryosunun iz bırakıcılığı ve düşünmeye sevk ediciliği filmi değerli bir yapıt kılmaya yetiyor.
Ellerinize sağlık. Keşke bu tür incelemelerde filmin künyesini de paylaşsanız…