Bilimkurgunun büyük ustalarından Ray Bradbury’nin 1952’de yazdığı ve İthaki Yayınları’ndan çıkan “Güneşin Altın Elmaları” kitabında “Bir Gök Gürültüsü” adıyla yer alan “A Sound of Thunder” öyküsü, zamanda geçmişe gitmenin gelecekte yol açabileceği olası felaketleri işleyen, türün en muhteşem anlatılarından biri. Daha sonra 2005’te Bradbury’nin bu öyküsünü temel alan ve Peter Hyams tarafından yönetilen aynı adlı film (Türkiye’de “Kıyametin Sesi” veya “Dinozorların Kıyameti” isimleriyle biliniyor.) gösterime girdi. Bu yazımda, Bradbury’nin bu enfes öyküsünü ve Hyams’ın berbat film uyarlamasını karşılaştıracağım. Ama öncesinde, zaman yolculuğunu ele alan bilimkurgu öykülerindeki ve filmlerindeki üç ana yaklaşımı özetleyelim.
Zaman yolculuğu öykülerinin vazgeçilmez temalarından biri, geçmişte bir şeyleri değiştirince geleceğin bundan nasıl etkileneceği konusu. Yaygın bir görüşe göre, geçmişe gitmek zaman çizgisinde bir çatallanmaya yol açar, sonuçta da kendi gerçekliğimizin değişmesi yerine alternatif bir gerçeklik meydana gelir. Örneğin bu görüş esas alındığında, yine zaman yolculuğu öykülerinin popüler konuları arasında yer alan, geçmişe gidip Hitler’i henüz bebekken öldürdüğünüzde bizim dünyamızda onun yol açtığı katliamları engellemiş olmazsınız. Sadece Hitler’in Almanya’nın başına geçmediği, Yahudi soykırımının –belki- yaşanmadığı alternatif bir tarihi yaratırsınız.
Zaman yolculuğu hakkında başka bir görüş ise, zamanda geçmişe gidip bir şeyleri değiştiremezsiniz, çünkü zaten geçmişte yaptığınız her şey çoktan tarihin bir parçası olmuştur. Bu durumu en iyi özetleyen cümle, bir zamanlar çok popüler olan “Lost” dizisinde ifade edilmişti: “What happened happened” – “(Geçmişte) Her ne olduysa (çoktan) oldu.” Üçüncü bir olasılık ise, geçmişte değiştirilen en ufak bir şeyin, mevcut gerçekliğin silinip üzerine yeni bir gerçekliğin yazılmasına sebep olması –ki hem bu öyküde ve filmde bu olasılık ele alınmış. Paradokslar üretmeye en uygun seçeneğin bu üçüncü durum olduğu kolaylıkla tahmin edilebilir. Bunun en sinematik gösterimlerinden biri, Geleceğe Dönüş filminde annesiyle babasının tanışıp âşık olmasını yanlışlıkla engelleyen Marty Mcfly’ın, aile fotoğrafında yavaş yavaş silinmeye başladığını gördüğümüz sahnelerdi. Kısacası, zaman yolculuğu öykülerinde olaylar, esas olarak evrende tek bir zaman çizgisi mi yoksa birbirine paralel ve her birinin ayrı bir evrende aktığı pek çok zaman çizgisi mi olduğu kabulüne göre şekillenmekte.
Bradbury’nin orijinal öyküsünde, geleceğin dünyasında (2055 yılı ibaresi bir cümlede geçmektedir.) zaman yolculuğu zenginler için bir av eğlencesidir. Zaman Safarisi isimli şirket, para karşılığında insanları 65 milyon yıl önceye, dinozorlar zamanına göndermekte ve vurulmasalar da zaten öleceği önceden tespit edilen dinozorları avlamalarını sağlamaktadır. Safari esnasında hiçbir şeye müdahale etmemek, oradan hiçbir şeyi almamak ve orada hiçbir şeyi bırakmamak en önemli kuraldır. Bu yüzden bu zaman safarisine katılanlar, geçmişe hiçbir mikroorganizma taşımamaları için steril hâle getirilmiş özel giysiler giymek ve içinde soluk alıp verdikleri kaskları takmak zorundadır. Geçmişte bulundukları süre zarfında yerden yükselen bir anti-gravitasyon platformunun üstünde durmaları ve ne olursa olsun bu platformdan ayrılmamaları zaman yolculuğu öncesinde katılımcılara sıkıca tembih edilmektedir. Çünkü platformdan ayrılıp geçmişte herhangi bir şeye dokunmaları, bütün geleceği kökünden değiştirebilir.
Öyküde bu örnek, mesela yanlışlıkla bir farenin öldürülmesi durumunda neler olabileceği üzerinden verilir. Bu fareden doğacak milyonlarca fare hiç hayata gelmeyecek, her şey normal seyrinde devam etseydi bu fareleri yiyebilecek tilkiler bu durumdan etkilenecek ve zincirleme şekilde bu canlılardan birine ihtiyaç duyabilecek ilk insanlardan biri belki açlıktan ölecekti. Açlıktan ölecek bu ilk insanlardan daha sonra günümüz medeniyetini oluşturacak soylar da üreyemeyecekti. Böylece bu açıklamayla öykünün okurları, dinozorlar devrine yapılan bu zaman safarisinde en ufak bir canlıyı yanlışlıkla yok etmenin insanlık medeniyetinin hiç var olmamasına yol açabileceğini öğrenir.
Bu noktada, öykünün yaslanacağı ana gerilim unsuru da kendisini açık etmiştir. Bu zaman safarilerinden birinde bir şeyler ters gidecek ve bütün tarih değişecektir. Gerçekten de böyle olur, safariye katılan zenginlerden biri kocaman bir T-Rex’i karşısında görünce korkusuna engel olamaz, asla terk etmemesi gereken platformdan ayrılıp kazara bir kelebeği ezer. Fakat milyonlarca yıl önce gerçekleşen bu ufacık değişiklik, geri döndüklerinde karşılarında farklı bir dünyayı bulmalarına yetecektir. İnsanların konuştukları dil değişmiştir, öykünün başında okuduğumuz Zaman Safarisi şirketinin reklam tabelasında yazan İngilizce, bozuk bir İngilizceyle yer değiştirmiştir. Zaman yolculuğuna çıkmalarının öncesinde seçimleri kazandığını öğrendiğimiz demokrat ve liberal lider yerine, militarist ve faşist bir diktatör seçimlerin galibi olmuştur. Öykü, ateşlenen bir silahtan çıkan gök gürültüsünü andıran sesle sona erer. Bu ses, yaklaşan karanlık ve kanlı geleceğin bir habercisi hükmündedir.
Dikkatli okurlar, yazımın başında öykünün film uyarlaması için “berbat” nitelemesini kullandığımı fark etmiştir. Hyams’ın yönettiği film, gerçekten de tam bir fiyasko. Maalesef diye eklemeliyim, çünkü böylesine güzel bir öykü ancak bu denli rezil edilebilirdi. IMDB puanı 10 üzerinden 4.2 olan, orijinal öykünün felsefesinin adeta beşinci sınıf bir yaratık gösterisine çevrildiği, 80 milyon dolarlık bütçesine rağmen dünya genelinde ancak 6 milyon dolara yaklaşan bir hasılatla gişe fiyaskosu olan filmin özel efektleri de son derece çiğ. Filmde Zaman Safarisi şirketinin para delisi kapitalist patronu Charles Hatton’u canlandıran Oscar ödüllü Ben Kingsley, adeta bataklıktaki bir gül gibi kalmış. Diğer oyuncular da aslında ellerinden geleni yapmışlar. (Zaman safarilerini koordine eden bilim adamı Travis Ryer’ı canlandıran Edward Burns, zaman yolculuğu için koordinat hesaplamalarını gerçekleştiren yapay zekâ yazılımının ve zaman makinesinin gerçek mucidi bilim kadını Sonia Rand’ı canlandıran Catherine McCormack başta olmak üzere.)
Fakat bu olumsuz yanlarına rağmen, filmde yer verilen bazı ayrıntıların orijinal öyküdeki bilimsel eksiklikleri ve önemli bir mantık hatasını kapattığını tespit ettim. Öyküde, dinozorlar kurşunla öldürüldükten sonra, orada geleceğe dair hiçbir iz bırakmamak adına sonrasında o kurşunların dinozorlardan çıkarıldığını öğreniyoruz. Fakat acaba bu nasıl mümkün olabilir ki? Sonuçta platformdan uzağa düşen dinozor cesedinin üstüne atlayıp kurşunu çıkarmak için epeyce bir “geçmişe dokunmak” gerekir. Filmde ise Bradbury’nin bu mantık hatası, dondurulmuş sıvı azot kurşunların kullanılmasıyla aşılmış. Böylelikle kurşunlar dinozorun vücudunda eriyerek geriye hiçbir iz bırakmadan kaybolacaktır. Elbette çok ince düşünecek olursak bunun da doğru olmadığını söyleyebiliriz. Zira sonuçta geçmişe gelecekten belli oranda bir azot takviyesi yapılmakta, bu da atmosferde mini minicik de olsa bir azot artışına sebep olmaktadır. Fakat yine de Bradbury’nün sonradan dinozorları yararak kurşunları çıkarmak çözümüne göre bu edebi çözümün daha mantıklı olduğunu dile getirmek lazım.
Filmin, öyküye göre bilimsel katma değerini yükselten bir başka önemli husus ise, öykü ile film arasında geçen yaklaşık yarım asırda bilim bilgisindeki gelişmeler sayesinde, yeni anlatıda genetiğe ve bunun evrimdeki yansımalarına yer verilmesi. Orijinal öyküde, geçmişe müdahalenin yol açabileceği felaketlere bir fare üzerinden açlık-kıtlık örneği sunulmuştu. Filmde ise yanlışlıkla yok edilen bir hayvanın genlerini gelecek nesillere aktaramaması sonucu evrimin farklı ilerleyeceğini, ilk primatlardan insana giden yolun asla kat edilemeyeceği gündeme getirilmiş. Filmde, öyküde olduğu gibi zaman safarisine katılan, ama parası kadar yüreği olmayan zengin bir korkağın onca uyarıya rağmen platformdan yere atlayıp bir kelebeği ezmesi sonucu farklı yola sapan evrimin yeni ürünlerini bol bol görmekteyiz. Sürüngen maymun karışımı yaratıklar, sivri dişli dev yarasalar, deniz canavarları, dev böcekler, insan avlayan zehirli sarmaşıklarla dolu, değişen iklim yüzünden aşırı sıcak bir hava, yani tam bir cehennem. Filmi beşinci sınıfa düşüren ise, bu yaratıkların saldırılarına neredeyse filmin yarı süresinin ayrılması.
Filmde, öyküden farklı olarak olayları tersine çevirmek için geçmişe yapılan ekstra bir yolculuk daha gerçekleşmekte. Geçmişte yapılan değişikliğin yok açtığı felaketler, filmde “zaman dalgaları” denilen bir kavramla açıklanıyor. Buna göre, geçmişe yapılan bir müdahale, suya atılan bir taşın yol açtığı dalgalar misali geleceğe yayılıyor ve vuran her bir dalgada gelecek biraz daha değişiyor. Burada da filmde göze çarpan en büyük mantık hatası, her bir zaman dalgasında bütün canlılar değişime uğrarken binalara, caddelere, şehirlerin genel mimarisine pek bir şeyin olmaması.
Öyküde yer bulan, geçmişteki müdahalenin günümüze etkisinin bir diktatörün başa gelmesinin politik telmihleri filmde yok. Sadece, felaketlere sebep olan ihmalin, çok fazla enerji harcadığı ve bu yüzden zaman safarisinin kârına zarar verdiği için zaman makinesindeki biyofiltrenin şirketin patronu tarafından kapatılması yüzünden olduğunun belirtilmesiyle, kapitalizme belli belirsiz bir fiske atılmak istenmiş. Gerçi esas sorun, bu biyofiltre kapalı olduğu için ölü kelebeğin geçmişten günümüze botun altında yapışık halde gelebilmesi değildi. Kelebek geçmişe yapılan safaride zaten çoktan yanlışlıkla ezilip yok edilmişti. Biyofiltre açık olsaydı da sonuç değişmeyecekti.
Sonuç olarak, hem Bradbury’nin bu güzel öyküsünün, hem de Hyams’ın bu berbat filminin verdiği mesaj, zamanla asla oyun olmayacağı. Öykünün yazılmasından yaklaşık 10 yıl sonra, Edward Lorenz üzerinde çalıştığı meteoroloji simülasyonlarının sonucunda kaos teorisini şekillendirirken meşhur “kelebek etkisi” benzetmesini yapmıştı. Kim bilir, bu kavramı dile getirirken belki de Bradbury’nin bu öyküsünden esinlenmiştir. Bugün dünyanın herhangi bir yerinde kanat çırpan bir kelebek, başka bir yerde kasırgaya neden olabilir, der kelebek etkisi. Bradbury’e göre ise, milyonlarca yıl önce yanlışlıkla yok edilen bir kelebek, bütün tarihi değiştirir. Kelebeklerin kanat çırpması, zaman çizgisinin bozulup da tarihin rayından sapmaması adına önemli. Bir dahaki sefere bir kelebeğe rastladığınızda, bunu sakın unutmayın.