Sinema tarihinde pek çok film, kendisinden sonra gelecek olan filmlere yol gösterdi. Kimisi anlatıda örnek oldu, kimisi de alışılmış bir konuya alışılmışın dışında yaklaşarak yenilikçilik konusunda fikir verdi. Yakın gelecek tasvirinden fütüristik şehir plancılığına, modern toplumsal manzaralardan insanların günlük yaşamlarında kullanabilecekleri araç gereçlere kadar başarılı öngörüleriyle dikkat çeken Demolition Man de bu filmler arasında. Sandra Bullock ve Wesley Snipes’ı sinemada bir üst lige çıkarmasıyla da tanınan yapım, çok sayıda bilimkurgu filmine esin kaynağı olmasıyla ünlü.
O filmlerden biri de Avustralya yapımı Daybreakers. Distopik bir vampir filmi olan Daybreakers, Alman kökenli Avustralyalı Spierig Kardeşler tarafından yazılıp yönetildi. Başrollerinde Ethan Hawke, Claudia Karvan, Sam Neill ve Willem Dafoe‘nin oynadığı filmde Avustralya sinemasının yerel düzeyde tanınmış bazı simaları da konuk oyuncu olarak yer alıyor. Film aslında ütopik görünümlü distopik bir öyküyü konu ediniyor.
2019 yılı sonunda yarasalardan bulaşan bir hastalık (Film konusu nedeniyle Korona günlerinde komplo teorilerine de malzeme oldu), insan DNA’sını yarasa DNA’sı ile etkileşime geçirerek insanları vampire dönüştürmektedir. Film bu yönüyle vampirliğin kökenini Underworld filmindekine benzer bir formülle açıklar. Ancak aradan geçen zamanda vampire dönüşmek insanlar arasında yaygın bir davranış hâlini alır. Film bu yönüyle diğer vampir filmlerinden ayrılır. Buradaki vampirler gizli saklı yaşayan ve fırsat buldukça insanların kanını emen canlılar değildir. Hatta vampire dönüşmek gayet ‘havalı’ bir hareket olarak görülür. Arkadaşına hava atmak isteyen gençlerden bir ayağı çukurda denilebilecek yaşlılara, ölümcül hastalıklara yakalananlardan ölüm korkusu yaşayan insanlara kadar herkes vampire dönüşür.
Böylece, aradan geçen yıllar içinde dünya nüfusunun %95’i vampirleşir. Ancak asıl tehlike bu aşamada başlar. Artık neredeyse herkes vampir olduğu için insan kanı bulmak iyice zorlaşır. Üstelik insanları vampire dönüştüren virüsün yeni bir özelliği de keşfedilir. Bu virüs aslında insanları yaratıklara dönüştürmektedir. Bu dönüşümü durduran tek şey ise kanla beslenmektir. Yeterince kanla beslenemeyen vampirler kendi kanlarını emmeye başlamakta ama salyalarındaki virüs de kanlarına karıştığı için dönüşüm daha da hızlanmaktadır. Yaratığa dönüşenler de vampirlere saldırmakta ve onları da dönüştürmektedir. Vampirler artık hem kıtlık hem de giderek yayılan bu yaratığa dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Vampirler insanları yasadışı ilan etmiş ve görüldükleri yerde canlı olarak yakalanmasına dair bir yasa çıkarmıştır.
Ethan Hawke tarafından canlandırılan Edward Dalton, Sam Neill tarafından canlandırılan Charles Bromley’in kan tedarikçisi şirketinde çalışan bir bilim insanıdır. Şirket uzun zamandır sentetik kan üzerinde çalışmaktadır. O ana kadarki çalışmalardan bir sonuç alamamışlardır ancak sonuca yaklaştıklarını düşünmektedirler. Edward, bir akşam evine dönerken Claudia Karvan tarafından canlandırılan insanların direniş hareketi lideri Audrey Bennett’i, peşindeki kolluk kuvvetlerinden kurtarır. Audrey de Edward’a ellerindeki büyük sırrı ve vampirlere karşı kullanacakları silahı gösterir. Willem Dafoe tarafından canlandırılan Lionel Cormac eski bir vampirdir. Gündüz vakti arabasıyla hız yaparken çıkmaz yolun sonundaki korkuluğa çarparak arabasının ön camından uçup alev almış, ama tamamen yanıp kül olmadan önce bölgedeki gölete düşmüş ve yeniden insana dönüşmüştür. Onun bu işlenmiş kanını emen vampirler de insana dönüşmektedir.
Filmin ilerleyen kısımlarında Edward da insana dönüşür ve şehre giderek patronuyla yüzleşir. Film, bir hayli ilgi çekici ve türün klişelerinden uzak duran bu giriş ve gelişme bölümlerindeki kaliteyi maalesef son kısımlara taşıyamıyor. Fazlaca oldu bittiye getirilen bir finalle karşılaşıyoruz. Ancak vampir yaşamına ve koşullarına uygun olarak tasarlanmış kurgusal şehirciliği ve vampirlerin güneşten kaçınarak kullanabileceği taşıt modelleri ile Demolition Man filmindeki kadar ayrıntılı bir gelecek tasviri sunuyor. Vampirleri bilimsel temele oturtmasına rağmen aynada yansımalarının görülmemesi gibi bazı fantastik unsurları da kurgusuna süs olarak ekliyor.
İnsanların çoğunlukta olup vampir avladığı klasik öykülerin aksine, vampirlerin sayısal çoğunlukta ve hâkim olduğu, insanların kaçak ve yasadışı kabul edildiği bir gelecek tasviriyle film, vampir öykülerini tersine çevirerek anlatıyor. Tüm bu yönleriyle filmimizin kendi çapında değerli bir eser olduğunu kabul etmek gerekiyor. Biraz daha uzun olsa, vampir dünyasını daha derinlemesine anlatsa, o gelecek atmosferini bize tadımlıktan öte sunsa ve finalini daha oturaklı bir şekilde yapsa bugün tıpkı Underworld gibi kendi evrenini oluşturan bir film serisi çıkabilirdi ortaya. Mevcut hâliyle de ağzımızda hoş bir tat bıraktığını, ancak tadımlık olmaktan öteye gidemediğini belirtelim.
Son olarak, filmin yönetmenleri Spierig Kardeşler ve Ethan Hawke, 2014 yılında bir başka bilimkurgu projesine daha imza attı: Predestination. Robert A. Heinlein‘ın “All You Zombies” adlı muhteşem öyküsünden uyarlanan bu filme de mutlaka göz atmanızı öneririz.