İlk yüksek bütçeli yapımı The Illusionist (2006) ile önemli bir çıkış yakalamayı hedefleyen Neil Burger, Christopher Nolan’ın benzer temaya sahip The Prestige’i karşısında istediği amaca ulaşamamıştı. Kimi zaman Hollywood’da benzer konuya sahip filmleri aynı yıl içerisinde görebiliyoruz; söz konusu durum, yapımların bir “kıyas” yarışı içine girmesine sebebiyet veriyor. Dolayısıyla iyi olan kazanıyor. Nihayetinde Amerikalı yönetmen, bir roman uyarlaması olan Divergent (2014) ile kısmen de olsa bir başarı yakalamıştı. Son olarak Voyagers ile huzurlarımıza çıkan Burger, distopya soslu bir bilimkurgu ile huzurlarımızda. Limitless (2011) ve Divergent ile bilimkurgu türüne şerbetli olan yönetmen, öte bir gezegene giden kolonistlerin tek yönlü yolculuklarını gözler önüne seriyor.
Voyagers akıllara aynı temaya sahip Passengers’ı (2016) getirebilir; ama Burger farklı bir rotada yol izliyor. Üç nesil sürecek bir yolculuğun konu edildiği yapımda, ötegezegende yapay döllenme yoluyla koloni kurulacağı bilgisine ulaşıyoruz. Dünya’da yaşam koşullarının giderek tehlikeli bir yöne evrilmesi, insanlığı yaşam ihtimali bulunan başka gezegenleri aramaya itiyor. Nihayet 2036 yılında, bilim insanları yaşam olma ihtimali yüksek bir ötegezegen keşfediyor. Hükümetin de desteğiyle bir koloni programı oluşturuluyor: Yapay döllenme yoluyla doğacak olan otuz kişi, üç nesillik uzay yolculuğu öncesinde, çevresel şartlardan izole biçimde özel bir eğitime tabi tutuluyor.
Bu otuz çocuk ile yakinen iletişim kurabilen tek kişi ise bilim insanı Richard (Colin Farrell). Onlar için adeta bir “baba” figürü olan Richard, bu geri dönüşsüz yolculukta yer almak için ısrarcı; genç mürettebatın başında bir “yetişkinin” olması gerektiğine ve güvenlikleri açısından önemine yürekten inanıyor. Dünya’da doğmalarına rağmen, bulundukları bilimsel tesisin dışına hiç çıkarılmamış olan çocuklar, kıskançlık, öfke ve cinsellik gibi dürtülerden arındırılmış olarak yetiştiriliyor. Uzay yolculuğu yapabilecek büyüklüğe eriştiklerinde ise Richard’ın önderliğinde Humanitas uzay gemisiyle serüvenlerine başlıyor. Ne var ki Richard’ın zamansız ölümü otorite kaybına yol açıyor ve genç grubun ilaçlar ile uyuşturulduklarını fark edip kimyasalları almayı reddetmesiyle sonuçlanıyor. Tabii çok geçmeden temel insani dürtüler kendini gösteriyor; cinsellik, öfke ve kıskançlık gibi duygular bu uzun yolculuğun kaderini ciddi anlamda zedelemeye başlıyor…
Neil Burger, hikâyesini distopik temeller üzerinde kurguluyor. George Orwell’ın 1984’ünü andıran bir felsefeyle büyütülen çocuklar, tek tip bir biçimde ve görev odaklı eğitim alıyor. Uzay yolculuğunda ilaçları almayı reddettiklerinde ise distopik ortam yavaşça anarşizme evriliyor. Yapım, Christopher (Tye Sheridan) ve Zac (Fionn Whitehead) arasındaki güç çekişmesine odaklanıyor. Çok iyi arkadaş olan ikilinin arası, ilaçları kesmeleri ile giderek bozulmaya başlıyor. Zac’in narsist kişiliğinin ortaya çıkması ve Christopher’ın yakın arkadaşı Sela’yı (Lily-Rose Depp) cinsel anlamda takıntı hâline getirmesi, geminin de dengesini bozuyor.
Filmin aynı zamanda senaristliğini de yapan Burger, genç bireyler arasında gerçekleşen kıskançlık ve güç savaşlarını ana eksene alıp, izleyicinin asıl ilgilendiği ötegezegen ve kolonileşme fikrine yeteri kadar yer veremiyor. Dolayısıyla kağıt üzerinde bilimselliği ve insan davranışlarını ön plana alırmış gibi görünen senaryo olay örgüsünde tökezliyor. Burger, geminin uzun koridorlarını tek nokta perspektifleriyle tekrarlı olarak gösteriyor. Koridorlar zamanı, uç noktalar ise nesil geçişlerini simgeliyor.
Cinsellik, hikâyede önemli bir yerde duruyor; neredeyse cinsiyetsiz ve temel duygulardan yoksun eğitilen genç mürettebat, aşk ve şehvet gibi duyguları keşfetmeye başlıyor. Bu duyuların keşfedildiği sahnelerde Burger, avcının avını yakalaması gibi yabanıl doğadan bazı kısa kesitler gösteriyor: Yönetmen, kimi benzer anlarda gerçek doğa görüntüleriyle insanın vahşi içgüdülerine vurgu yapıyor. Yapay döllenme yoluyla koloni kurmayı gündeme getiren yapım, dogmatizme yüz vermiyor. Dolayısıyla bilimsel öngörüleri olan bir fikri etik kurallar ile boğmuyor. Yılın önemli yapımlarından biri olamayan eser, ne yazık ki temellerini de sağlam bir zeminde inşa edemiyor.