İngiliz sinemasının medarı iftiharı Simon Pegg, iyi bir oyuncu olmasının yanı sıra başarılı da bir senarist. The World’s End, Pegg’in yönetmen Edgar Wright ile birlikte olan üçüncü ve son işbirliği. Shaun of the Dead (2004) ile “zombi”; Hot Fuzz (2007) ile de “polisiye” parodisine imza atan ikili, bu kez uzaylı istilasına el atıyor. İkili, üçleme sayılabilecek yapımlarda senaryoları ortak olarak kaleme alsalar da, Pegg’in ustalıklı ve mizah dozu yüksek kalemi yapımların her anında öne çıkıyor. Son gelen Star Trek ve Mission: Impossible serilerinin kadrosunda da yer alan oyuncu, mizahi unsurların öne çıktığı anlarda ekranı dolduruyordu. Invasion of the Body Snatchers (1956 – 1978) filmleriyle yakın akrabalıkları olan The World’s End, izleyiciye eğlenceli bir iki saat vaat ediyor.
Liseyi çocukluk döneminin geçtiği Newton Haven kasabasında okuyan Gary King (Simon Pegg); Andy Knightley (Nick Frost), Oliver Chamberlain (Martin Freeman), Steven Prince (Paddy Considine) ve Peter Page’den (Eddie Marsan) oluşan arkadaş grubunun lideriydi. Lise döneminde, içtikleri suyun ayrı gitmediği beşli artık birer yetişkindir ve Gary King haricinde hepsi kariyer sahibi olmuştur. Alkol problemi nedeniyle terapi gören King, grup toplantısı esnasında, “Hiç hayal kırıklığına uğradın mı?” sorusu üzerine, geçmişte yarım bıraktığı bir işi hatırlar; bir bar mekanı olan The World’s End’e gidememek. Newton Haven kasabasında toplam on iki bar bulunmaktadır. King’in en büyük hayali, bir gecede sırasıyla on iki bara birden gitmek ve finali sonuncu mekan The World’s End’e tamamlamak; fakat en son bara gelene kadar “ayık” kalmaya çalışmak da, en büyük meydan okuması olacaktır. Geçmişte King, bu meydan okumayı arkadaşlarıyla birlikte tamamlayamamıştır ve şimdi onları bulup tekrar örgütleyip, aynı macerayı bir kez daha tekrarlatmak istemektedir.
Simon Pegg’in yaratmış olduğu başına buyruk, bencil ve cahil Gary King karakteri, diğer dört arkadaşının adeta bir alter egosudur. Her biri iş dünyasında oto galericiliği, emlakçılık ve inşaat gibi sektörlerde yolunu tutturmuş olsalar da, King gibi, özgürlükçü bir ruha sahip değillerdir; ailelerine son derece bağlı ve toplum değerlerine saygılıdırlar. Geçmişinden kopamayan King; halen aynı arabayı kullanmaya, aynı elbiseleri giymeye ve de kasetten müzik dinlemeye devam etmektedir. Arkadaş grubuyla eski kasabalarına geri döndüklerinde ortamdaki hava farklıdır. Yerel halkta bir tuhaflık gözlenmektedir; sanki robot gibidirler ve yüzleri neredeyse ifadesizdir. Korkunç gerçeği geç de olsa öğrendiklerinde King, arkadaşlarından farklı olarak, bölgeyi terk etmek istemez; iki eli kanda da olsa, on iki bardan oluşan turunu tamamlayacaktır.
Gücünü durum komedisinden alan yapım, temelinde arkadaş ilişkilerini konu ediniyor. Günümüz dünyasında bireylerin yaşadığı gelecek kaygıları, para kazanma hırslarını da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla iyi bir aile yaşantısının garantisi maddi temeller üzerine kurduruluyor. Gary King dışında herkes, mevcut kurulu düzenlerinin dışına çıkmaya ve yeni maceralara atılmaya pek de hevesli değillerdir. Gerçi King’in de eski arkadaşlarını yarım kalan işi için akıllarını çelmesi bencilce bir davranıştır. Arkadaşlarının barda uzaylılara karşı canları için mücadele ettikleri bir anda bütün endişesi, elindeki birayı bitirmeye çalışmaktır. Durumu özetliyor; ne olursa olsun ve kim geride kalırsa kalsın, kasabanın bütün barlarına sırasıyla tek tek gitmeye çalışacaktır. Fakat girdikleri her barda yaptıkları sohbetler ve maruz kaldıkları gerilimli anlar, onları farkında olmadan birbirlerine daha da yakınlaştırıyor. Artık alkol kullanmayan ve aralarında en mantıklı düşünen Andy Knightley, uzaylılarla mücadele ederken adeta kahraman kesilir –tabiri caizse- zincirlerini kırar. Chamberlain’in kız kardeşinin de aralarına katılmasıyla, King ve Prince tekrardan eski defterleri açıp, Sam Chamberlain’in (Rosamund Pike) tekrar gönlünü çelmek için birbirleriyle didişirler.
Simon Pegg, uzaylı istilası konusunu popüler komplo teorileri üzerinden biçimlendiriyor: Kullandığımız yüksek teknoloji içeren cihazların dünya dışından geldiği; uzaylıların aslında uzun bir süredir aramızda oldukları ama bizim fark etmediğimiz gibi… Yeni dünya düzeni kurma niyetinde olan ve uzlaşmaya da açık olduklarını ifade eden varlıklar, biat etmeyen insanları da toprakta kullanılma amacıyla öldürüp, malç haline getiriyorlar. İnsanların özgürlükçü ruhları ve iradeleri onların önündeki en büyük engel. Yapım, totaliter yönetim anlayışlarına inceden göndermeler yapmaktan da geri durmuyor. Gary King’in finalde uzaylı yöneticiyle yapmış olduğu sohbet, bireysel özgürlükler üzerinedir. Başkarakterimiz, kusursuz bir toplum düzeni oluşturmanın mümkün olamayacağını, ancak “özgürlükçü” bir yaklaşımın halkları bir arada tutacağını isyan edercesine dile getiriyor
Yapımın yönetmeni Edgar Wright, yönetmenlik maharetlerini aksiyon sekanslarında sergiliyor. Uzaylılar ve insanlar arasında şiddet içeren sahneleri “bar kavgası” havasında yansıtan Wright, bu karelerde kamerasını Andy Knightley’e odaklıyor. Naif ve kırılgan bir karakter olan Knightley, şiddet anlarında adeta canavarlaşıyor. Şiddetin odağına Knightley’i yerleştirilip diğer karakterlerin aksiyondaki ritimlerini, onun uzaylıları pataklama biçimine göre şekillendiriliyor. Nick Frost’un hayat verdiği Knightley, aksiyon anlarında uzaylılardan daha korkutucu olmayı başarıyor. Wright, aksiyon sekanslarında hızlı kurguya; karakterlerin baş başa kaldıkları anlarda ise, geniş açılı sabit planlara başvuruyor. Dolayısıyla yapım, kurgu anlamında bir ritim sorunu yaşamıyor. Yapım, senarist ve yönetmen işbirliğinin iyi bir örneği olmayı başarıyor.
Yapımın bir diğer öne çıkan unsuru biralar. Gary King, bir bira sevdalısıdır ve aynı gün on iki bara yapacağı yolculuk aynı zamanda bir tadım yolculuğudur da. Yapımda “bira içmek” yerine “pint içmek” sözü kullanılıyor. Pint; Brintanya’da kullanılan, yaklaşık yarım litrelik (0,56) bir hacim birimidir. İngiltere’de kullanılan bira bardağına da pint denilmektedir. Pint bira bardağının karakteristik özelliği, tepe kısmında dışa doğru olan bombedir. Biranın fiziki özelliği, çok yüksek alkollü olmayan ve şerbetçi otunu malt özüyle dengeli kullanan Ale tipi biralar için uygundur. Filmin başlarında King’in barmenlerle yaptığı, bira tiplerine yönelik kısa sohbetlerine şahit oluyoruz. Biranın da şarap gibi uzun bir tarihi ve zengin bir çeşidi vardır. Ale, Pilsener, Ipa ve Stout gibi biraları doğru bardaklarda içmek gerekir. Örnek olarak; “pilsener” birayı bir pint bardağında içemeyiz; kabarcık oluşumu istenilen düzeyde oluşmaz, şerbetçi otundan gelen aroma kendisini belli edemez.
Yapım, alkolün iyi bir şey olduğuna soyunmuyor. Finalde on ikinci ve son bara ulaşmayı başardıklarında, başta King olmak üzere, tüm karakterler sarhoş bir haldedir. Alkolün verdiği cesaretle ne yaptıklarını bilmez haldedirler; sarhoş halleri, durum komedisine hizmet eder haldedir. Komedinin ve absürtlüğün sınırlarında dolanan, oyuncu odaklı bir bilimkurgu arıyorsanız The World’s End uygun bir tercih olacaktır. Simon Pegg’in hayat verdiği “geveze” Gary King karakteri, akıllarda yer etmeyi başarıyor. Bir komedi başyapıtı olmasa da, Shaun Of The Dead ile de organik bağları olan eğlenceli bir yapım.