Underwater, klostrofobik bir gerilim vaat ediyor. Love (2011) ve The Signal (2014) ile bilimkurgu türüne karşı hakimiyetini kanıtlayan William Eubank, 80’ler sonlarında popüler hale gelen “sualtı” filmlerine de (Leviathan / 1989, DeepStar Six / 1989, The Abyss / 1989) –deyim yerindeyse- selam çakıyor. Çekimleri 2017’de tamamlanan yapımın, oyuncularından birinin bazı sebeplerden ötürü tutuklanması; Disney’in FOX Stüdyoları’nı da satın almasıyla gösterim tarihi iki sene ertelenmek zorunda kalındı. Kristen Stewart‘ın oyunculuğuyla göz dolduran film, Fransız sinemasının saygın ismi Vincent Cassel‘i de bünyesinde barındırıyor.
Dünya’nın en derin noktalarından biri olan Mariana çukurunda bulunan geniş çaplı sondaj üssü, gerçekleşen büyük bir depren neticesinde ciddi hasarlar alır. Şanslı olanlar kurtarma kapsülleriyle kaçmayı başarsalar da, birçok kapsül de kullanılamayacak hale gelmiştir. Makine mühendisi Norah (Kristen Stewart), deprem sonrasında hayatta kalmayı başarır. Sağ olan diğer ekip arkadaşlarına ve üssün kaptanına da ulaşmayı başaran Norah, hayatta kalma mücadelesinde klostrofobisinin de üstesinden gelmesi gerekecektir. Ekibinin kurtuluşu için bir yol haritası çizen Kaptan Lucien (Vincent Cassel), basınçlı suya dayanıklı kıyafetlerle en yakın istasyona gitmeyi önerir; fakat deprem sonrasında ortaya çıkan bilinmeyen bir tehdit, en büyük engelleri olacaktır…
James Cameron’un Terminator (1984) ve Aliens (1986) başarısından sonra –eli güçlü bir yönetmen haline de gelmesiyle- The Abyss projesine el atması, DeepStar Six ve Leviathan filmlerinin de ortaya çıkmasına ön ayak olmuştu. Benzer türde filmlerin aynı yıllarda çıkabilmesi, Hollywood sineması açısından alışılmadık bir durum değil. Örneğin, Deep Impact (1998), Armagedon (1998) gök taşı tehdidini; Volcano (1997), Dante’s Peak (1997) volkan felaketini; Mission To Mars (2000), Red Planet (2000) ise kızıl gezegen Mars’a olan yolculuğu konu ediniyordu. Dolayısıyla “Hollywood çift sever” anlayışını kanıtlar nitelikteki yapımlardı. 1989’da sualtı konulu üç filmin birden gösterime girmesi, batı sineması için bile sıra dışı bir durumdu. Underwater konu bütünlüğü olarak Leviathan ve DeepStar Six ile benzerlikler gösteriyor; The Abyss ise okyanus altında dünya dışı varlıklarla karşılaşılmasını konu ediniyordu.
Leviathan, dini metinlerde bir su canavarının adı olarak geçiyor. Thomas Hobbes’in (Leviathan / 1651) siyaset felsefesini anlatan kitabında devlet, söz konusu canavarı temsil ediyor; mutlak güç ve yetkilerle donanmış devlet, adeta canavarlaştırılmıştır. Dolayısıyla Thomas Hobbes’in kitabının sinemaya etkileri büyük. William Eubank’ın canavarı devasa bir boyutta, ona sadık olan hizmetçileri – halkı- ise vücudunda yaşamaktadır. Ama Eubank, siyasal ve dini meselelere pek girmeden, izleyiciyi korkutmaya yönelik bir iş çıkarmaya çalışmış. Filmin bölüm bölüm ilerleyen yapısı, gerilim katsayısını artırmaya hizmet ediyor. Genç yönetmen, gerilim kurma konusunda başarılı olsa da, Paul Abel (T.J. Miller) karakterinin yersiz esprileri korku atmosferinden uzaklaşmamıza neden oluyor.
Çok iyi çizilmiş bir karakter olan Norah, kırılgan bir görünüme sahip olmasına rağmen, kriz anlarında soğukkanlı ve su altında girdiği tehlikeli anlarda klostrofobisini bastırmayı biliyor. Vincent Cassel ise deneyimli kaptan rolünde, tecrübeli oyunculuğunu konuşturmayı biliyor. Maalesef T.J. Miller’in savruk oyunculuğu, işin “ciddi” yönüne hasar veriyor; yanından hiç ayırmadığı oyuncak tavşanı ise en büyük “dostu.” Miller’in Abel karakteri, diğer oyuncuların ciddi performansları arasında öne çıkmayı başaramıyor.
The Signal ile dikkatleri üzerine çeken William Eubank, takip listesine alınması gereken bir isim. Etkileyici sualtı çekimleri, istasyonun tekinsizliği, ses kuşağının etkili kullanımı ve hümanoid benzeri yaratıkların korkunçluğu seyir sevkini olumlu anlamda etkiliyor. Eubank, ilk dakikalardan itibaren izleyicisini gerilimin içine hapsedip, son ana kadar içinde tutmayı başarıyor. Underwater yılın sinema olayı olmasa da, beyazperdede izlenmeyi hak eden bir yapım. Kristen Stewart’ın, tartışmalara konu olan The Twillight serisinden sonra oyunculuğunu nasıl bir düzeye getirdiği açısından da önemli bir yapım. Neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir film türünü tekrar canlandırması açısından izlenmeyi hak ediyor; gene de beklentileri çok yükseklerde tutmadan izlemekte fayda var…