Ofis çalışanlarının günlük komik olaylarını anlatan The Office (2005-20013) dizisinde Jim Halpert rolüyle hatırladığımız John Krasinski, yönetmenliğini ve oyunculuğunu üstlendiği A Quiet Place (2018) ile çıkışını devam ettirdi. Post-apokaliptik bir dünyada, sese karşı aşırı duyarlı varlıkların tehdidi altındaki insanların yaşam savaşını konu edinen yapımda Krasinski, yönetmen, senarist ve oyuncu kimliği ile yer alıyor, başrolü de eşi Emily Blunt ile paylaşıyordu. İşaret dili ile anlaşmayı tercih eden Abbott ailesi, güvende kalabilmek için bu iletişim yolunu seçmişti. Duyma engelli kızları Regan Abbott (Millicent Simmonds), bu tercihteki en büyük motivasyonlarıydı. Çünkü çıkaracakları en ufak bir ses, ormanlık alanda bulunan yaratıkların kendilerine musallat olmasına neden olacaktı. Dolayısıyla sessizlik sayesinde çevredeki tehdide rağmen hayatta kalmayı öğrenmişlerdi.
İlk filmin kaldığı yerden devam eden A Quiet Place Part II, bir üçleme olarak tamamlanacak. Büyük bir saldırı sonucu eşini kaybeden Evelyn Abbott (Emily Blunt), acil olarak çocuklarını alıp bulunduğu bölgeden ayrılmak ister. Terk edilmiş bir çelik fabrikasına geldiklerinde, eski bir tanıdıkları olan Emmett (Cillian Murphy) ile karşılaşırlar. Eşini ve çocuğunu kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşayan Emmett, gönülsüz de olsa fabrikaya girdikleri anda gerçekleşen talihsiz bir saldırıdan aileyi kurtarır. Sonrasında kızının bir amaç uğruna fabrikadan gizlice ayrılması sonucu Evelyn, onu bulup geri getirmesi için Emmett’en ricacı olur.
Yönetmen Krasinski, hikâyeyi paralel kurgu çerçevesinde anlatmayı tercih ediyor. Regan, radyo sinyalinin geldiği bir adaya doğru gizlice bir yolculuğa çıkıyor, Evelyn’in ise hem yaralı oğlunun iyileşmesi hem de yeni doğan bebeği için yakındaki kasabaya doğru yola çıkıyor. Emmett’in Regan’ı bulup birlikte adaya gitmeye karar vermelerini ve Evelyn’nin çelik fabrikasında çocuklarını yaratıklardan kurtarma çabasını eş zamanlı olarak izliyoruz.
Krasinski, filmin hemen açılışında trajik olayın nasıl başladığını kısaca gösteriyor; fakat neyin sebep olduğunu detaylı olarak anlatmıyor. Dolayısıyla yönetmen, gerçekler konusunda aceleci bir tutum sergilemeyip çözümlemeleri üçüncü filme saklıyor. Hayatta kalma odaklı olan ilk iki yapım, üçüncü filmde farklı bir anlatıma evrilebilir.
Emmett, aileye yeni bir baba figürü olarak konumlandırılmıyor. Eşi ve çocuğunu kaybetmesi sonucu içe dönük bir yaşam süren Emmett, özellikle Regan ile çıktığı arayış yolculuğunda yeni bir motivasyona kavuşuyor. Regan, işaret dilini bilmeyen Emmett ile kolay anlaşamasa da kısa sürede aralarında dostluğa dayalı bir bağ oluşuyor. İlk yapımda aile teması başı çekerken, ikinci yapımda dostluk teması öne çıkartılıyor. Ailenin ortanca çocuğu Marcus’a da (Noah Jupe) odaklanan film, cesaretini ve kendine güveni bulma sürecini de ele alıyor.
Radyo sinyalinin geldiği tahmin edilen adaya yardım bulma amacıyla gitmeye çalışan Regan ve Emmett’in küçük bir yat limanında alıkonulmaları bazı mantık hataları içeriyor. Zira ada ve liman arasında kısa denilebilecek bir mesafe var. İkiliyi ele geçiren vahşi grubun her ne hikmetse bu adaya tekne ile gitmek hiç akıllarına gelmemiş. Yaratıkların yüzemedikleri bilinen bir gerçek ve ada çok daha korunaklı bir bölge. İkili bir şekilde adaya ulaşmayı başarsa bile, senaryodaki bu açıklık sonlardaki heyecanı gölgeliyor.
John Krasinski, paralel kurgu denemesi ile yönetmenlik alanında deneysel işler verebileceğini muştular gibi. Ayrıca filmdeki iyi oyunculuklar, oyuncu yönetimi konusundaki başarısını da kanıtlıyor. Tüm bu yaşananlara neyin sebep olduğunu detaylı olarak anlatmaması, kuşkusuz ilk iki filme gizem unsuru katıyor. Haliyle içinde bulduğumuz pandemi döneminde iyi bir iş çıkaran yapım, üçüncü filmin yolunu kolayca açtı denebilir.
Öte yandan Marco Beltrami’nin tedirgin edici müzikleri filmin atmosferine büyük katkı sağlarken, Polly Morgan’nın geniş açılı sinematografisi de etkileyici manzaralar sunuyor. Kısacası A Quiet Place serisi, “felaket sonrası dünya” temalı filmler içinde kendine üst sıralarda yer bulmayı başardı. Çünkü seri türe alternatif olmaya değil, yeni bir bakış açısı getirmeye çalışıyor ve bu da ortak temayı paylaştığı yapımlardan kolayca sıyrılmasını sağlıyor.