Star Trek II: The Wrath of Khan

Spock‘ı diğer Star Trek karakterlerinden ayıran önemli bir özelliği vardır. O yarı insan, yarı Vulkan’dır ve davranışları da buna uygun olarak değişiklik gösterir. Vulcan mantık dsiplinine bağlı yaşamaya çalışsa da, zaman zaman insani tarafının önüne geçmekte güçlük çeker. Bu zamanlarda onu kendisinden beklenmeyecek davranışlar sergilerken izleriz. Karakterimiz, ikinci Star Trek filmi olan The Wrath of Khan‘da da böyle bir seçim yapıyor ve kararını verdiğinde Star Trek külliyatının da en iyi ve en dramatik sahnelerinden biri ortaya çıkıyor.

Star Trek’in en unutulmaz hikayeleri genellikle karakter bazlı olanlarıdır. Her ne kadar özel efektleri ve sürpriz sonunu sevsek de, ilk film Star Trek: The Motion Picture karakter ilişkileri konusunda tatmin edici olmaktan uzaktı. Hal böyleyken, hayranlar o çok sevdikleri karakterleri tekrar görmek istedi ve ortaya da The Wrath of Khan çıktı. Üstelik film, tüm bu beklentileri karşılayabilecek kadar da karakter merkezliydi.

İlk filmden bu yana oldukça zaman geçmiştir. Kirk idari görevinden emekli olmuş, Spock ise mürettebata katılan bir sürü yeni yüzle Atılgan’ı komuta etmektedir. Çok geçmeden ekibimiz, Genesis adı verilen ve çorak gezegenleri bereketli hayatla tohumlayabilen yeni bir teknolojinin peşine düşer. Derken ölü gibi görünen gezegenlerin birinde küçük de olsa bir yaşam belirtisi saptanır. Karşılaşacakları şey ise, Kirk tarafından sürgün edilen ve o zamandan beri intikam ateşiyle yanıp tutuşan Khan‘dan başkası olmayacaktır.

İlk olarak Star Trek: TOS‘un “Space Seed” adlı birinci sezon bölümünde karşımıza çıkan Khan, aslında Dünya’nın kirli geçmişinden kalma bir tirandır. Üstün insan yaratma projesi kapsamında var edilmiş, sonrasında ise kontrolden çıkarak dünyanın dörtte birini egemenliği altına almayı başarmıştır. Kanlı savaşların ardından hükümranlığını kaybetmiş ve yanına kurmaylarını da alarak SS Botany Bay adlı bir gemiyle Dünya’dan kaçmıştır. Onları 250 yıllık derin uykularından uyandıran ise Atılgan mürettebatı olmuştur. Tabii ekibimizin, kurtardığı kişinin Khan olduğunu anlaması ve amansız bir mücadeleye girişmesi uzun sürmez. Zor da olsa Kirk tarafından Ceti Alpha 5 adlı ıssız bir gezegene sürülen ve bir nevi ölüme mahkum edilen Khan, Komutan Chekov’un yanlışlıkla gezegene ışınlanmasını fırsata çevirecek ve yıldızgemisi Reliant’ı ele geçirerek eski düşmanının karşısına dikilecektir…

Ricardo Montalban‘ın başarılı oyunculuğu sayesinde Star Trek’in en unutulmaz karakterleri arasına giren Khan, “Bir film sadece kötü adamı kadar iyidir,” sözünü haklı çıkarır nitelikte. Zira kötüler ve onların hileleri, sinema sanatının bitip tükenmek bilmeyen klişeleri arasındadır. Aynı tornadan çıkmış gibi durmaları bir yana, motivasyonları da sırf kötülük yapmak üzerine kurulmuş gibidir. Hep siyah, hep karanlıktırlar. Oysa hayatın doğal akışı içinde böyle kişiliklerle karşılaşmak mümkün değildir. Çünkü bir kişi sırf iyi ya da sırf kötü olamaz; herkes biraz gridir. Dolayısıyla bir filmi klişeden arındırmanın ilk adımı yaratıcı ve özgün bir kötü karakter yaratmaktan geçer. Tıpkı Khan gibi.

Her şeyden önce Khan, kötü bir adam olmasına rağmen sempatimizi kazanmayı başarır. Montalban’ın oyunculuğu abartılı değildir. Kirk’e duyduğu nefret, geleneksel kötülüğün evreni yönetme arzusundan bile daha güçlüdür. Bu yüzden bizden ve insanidir. Onu anlamakta zorluk çekmeyiz. Çünkü derin, yaralı, gururlu bir adam vardır karşımızda. Onunla empati kurmamızı sağlayan, davasına hak vermemize yol açan şey de tam olarak budur.

İlk filmde olduğu gibi, yönetmen koltuğunda Nicholas Meyer‘in oturduğu The Wrath of Khan’da da uzay savaşları görüyoruz. Ancak görsel efektler ile desteklenmeye çalışılan bu savaş sahnelerinin pek başarılı olduğu söylenemez. Ne hikmetse, uzayı bile eğip bükebilen teknolojiye sahip gemilerde sürekli ya bir kontrol ünitesi yerinden fırlar ya da mürettebat oradan oraya zıplar. Neyse ki savaşların asıl konuyu oluşturmaması, bir nebze de olsa bu tuhaflıkları görmezden gelmemizi kolaylaştırıyor. Gerçekten de ana hikaye savaş üzerinden yürümüyor. Zaten filmin can alıcı noktası da Spock tarafından yapılan tercih ve fedakarlıklar.

Kısacası The Wrath of Khan, hem Ricardo Montalbán’ın başarılı performansı hem de karakterin derinlikli arka planı sayesinde gelmiş geçmiş en iyi Star Trek filmlerinden biri ve kesinlikle izlenmeyi hak ediyor. Zaten Khan’ın yeni nesil Star Trek filmlerinden Into Darkness‘de de karşımıza çıkması, külliyat içindeki önemini vurgular cinsten.

Önceki Sonraki

Yazar: Can Kaçan

Asimov ve Stargate hayranı...

İlginizi Çekebilir

bulent akkoc

Yerli Bilimkurgunun Unutulmaz Savaşçısı: Bülent Akkoç

“Daha iyiyi ve güzeli arayışın sonu yoktur.” Eğer yerli bilimkurgunun tarihine doğru bir yolculuğa çıkarsak, …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et