stalker kapak

Stalker’ın İzinde

Andrei Tarkovsky, Stalker‘ı (İz Sürücü, 1979)bilimsiz bir bilimkurgu” filmi olarak tanımlar (Sjömen, 1977). Arkady ve Boris Strugatsky kardeşlerin Piknik na obochine (Uzayda Piknik, 1972) adlı kısa bilimkurgu romanından uyarlanan film, pek çok tartışmanın da merkezine oturmuştur. Öncelikle Stalker iki kez çekilen bir filmdir. Tarkovsky ilk filmi çekip laboratuvara gönderir, ama gönderilen renkli Kodak filmlere uygun olmayan Mosfilm Stüdyoları negatif filmleri yıkayamaz ve filmler harap olur. Daha sonra Tarkovsky filmi yeniden çeker ve bizim izlediğimiz bu ikinci filmdir ama akıllarda “Acaba ilk film bilinçli olarak mı yok edildi, bu bir sansür müydü?” sorusu kalmıştır; ancak bunu Tarkovsky notlarında açık bir şekilde reddetmiştir.

Diğer yandan filmi politik bir alegori olarak niteleyen görüşler vardır. Filmdeki Bölge’yi koruyan polisleri “polis devleti“nin işareti olarak gören değerlendirmeyi ve filmin toplama kampındaki yaşamı anlattığı/simgelediği görüşlerini de reddeder Tarkovsky; bu tür değerlendirmelerin onu çok rahatsız ettiğini belirtir (Combs, 1981). Ekranda görebildikleriniz dışında başka ve gizli anlamlar olmadığını işaret eder. Bunun yanında filmin kahramanının trajik bir sonu olsa da filmin umutsuz olmadığını da vurgular (Tassone, 1981).

“Burada tartışılmak istenen insanın değeridir, saygınlığını kaybetmenin acısını çeken bir insanın nasıl biri olduğudur.” (Tarkovsky, 1985: 174)

Filme ismini de veren Stalker (Alexander Kaidonovsky) bir İz Sürücü’dür. Stalker hasta kızı Martha (Natasha Abramova) ve eşiyle (Alisa Freindlich) birlikte uzaylılarca ziyaret edildiği düşünülen ve “Bölge” adı verilen bir yerin hemen yanı başındaki bitap halde bir kasabada yaşar. Bölge’ye girmek yasaktır ve burası tel örgüler çekilip korunmaya alınmıştır. Bölge ünlenmiş, orada bulunan bir evde kişinin en derindeki isteklerini yerine getirme gücüne sahip olan bir Oda‘nın olduğu söylentisi yayılmıştır. Bir Yazar (Anatoly Solonitsyn) ve bir Profesör (Nikolai Grinko) Stalker’le anlaşır ve bu Oda’yı görmek ister. Böylece bu üç adam polisleri atlatıp Oda’ya doğru zorlu bir yolculuğa çıkar.

Umut ve Mutluluğu Arayış…

Stalker’da karşımıza çıkan şeylerden birisi bir arayıştır. Yazar esin perisini kaybetmiştir ve bu yolculukta bir farklılık bulup, okurlarına daha farklı şeyler sunabilmeyi amaçlar. Ne istediğini ve ne istemediğini bilemez; bildiği tek şey kendi ünlü yaşamının, kadınların ve içkinin ona artık doyurucu gelmediğidir. Profesör ise bir profesör olarak sunulsa da tam bir profesör değildir. Bir sebepten dolayı sıkıntılı bir süreç geçirmektedir ve “bir bilim adamı sayıldığı” için bu arayıştan bir bilimsel başarı, ya da bir makaleye konu olacak, ona Nobel ödülünü getirecek sonuçlar ummaktadır. Stalker ise yaptığı bu işten dolayı öncesinde 5 yıl hapis yatmış, garip yetenekleri olan bir çocuğun babası olarak daimi bir arayış içindedir. O da yolculuğa çıkmakta, hatta Bölge ile ruhsal bazı bağlar kurmakta ama sırra hiç bir zaman tam vakıf olamamaktadır. Orada onu çeken ailesinden bile daha değerli bir şeyler vardır.

Bölge başta büyük bir felakete uğramış izlenimi verir. İnsanların girişine yasaklanmıştır ve ancak ölümü göze alabilenler buraya giderler. Gerçekten de Stalker’ın belirttiği gibi buraya gelen kişiler hepten umudunu kaybetmiş, mutluluğu arayan kişilerdir. Ancak yolculuk biraz devam edince fark ederiz ki, Bölge hiç de kasvet ve yıkımın yeri değil, modern dünyanın ortasında cennetimsi bir yerdir. Orası tüm dış dünyanın kasvetli havasına karşılık hayatın tüm renginin ve hareketinin olduğu tek yerdir. Her yeri tuzaklarla doludur ve her an bu tuzakların yeri değişmektedir. Geri dönerek geldiğiniz yola gidemezsiniz ve düz gitmek her zaman “en doğru ve kısa” yol değildir. Ulaşılması güç, bir yönüyle labirentvari bir yerdir.

Tüm kişiler esasta kendine doğru bir yolculuk yapar. Stalker bu yolculukta onlara öncülük eder, yol gösterir. O bu yolu göstermek, yani artık tüm umudunu kaybetmiş insanların son umudu olup, onların en derindeki isteklerinin gerçekleşmesi için çaba harcayan “ebedi bir mahkum“dur. Oda’ya girip kendi derindeki isteğini yerine getirmek varken bununla ilgilenmez. Onun esas isteği, “yol gösterdiği” insanlara yardımcı olmak, onlara buranın “önemini” kavratmaktır.

Bölge ve Dünyanın Öte Tarafı

Tarkovski için tıpkı Solyaris‘te (1972) olduğu gibi kent ve uygarlık renkten ve canlılıktan yoksun, distopik, kargaşa mekânlarıdır. O kamerasını kente ve insanına hep “genel” açılardan yöneltir; ayrıntılara karşı çok ilgili değildir. Filmde mekânsal anlamda tren garının olduğu kısım yıkık harabe; büyük bir felaketten arta kalan bir yer gibidir. Burada sepya rengi hâkimdir. Sisli yollar, çamur, su, tehdit buradadır. Tren yoluna geçtikten sonra ise bir anda doğanın tüm renkleri yerine gelir.

Doğa ve Bölge en ufak ayrıntılarıyla sunulur. İnsanlar doğanın onlara sundukları şeyleri değerlendiremezler. Bu yüzden doğaya geldiklerinde şaşkınlığa düşerler. Filmde kahramanlarımızın tren garından Bölge’ye geçişleri özel bir vurguyla gösterilir. Kamera uzun bir süre bu üç kişiyi omuz planında gösterir. Bu korkmuş, endişeli kişiler, alışık olmadıkları bu yer karşısında ketumlaşır. Hepsi sessiz, yaşadıkları bu boyut değişimin önemini hissetmektedir.

Gerçekten Ne İstiyoruz?

Tam da bu aşamada Bölge’ye düşen meteor söylentisi ve orada aslında asla bir meteor olmayışı bizi doğal olarak bir “canlıya” iter. Bölge gene tıpkı Solyaris Okyanusu gibi canlıdır; sürekli hareket halindedir. İnsanları seçer, onlarla iletişime geçer, “en derin arzuları” yerine getirir. Gereken tek şey oraya gidip “istemek“tir.

Ancak istemenin bu kadar basit bir şey olmadığını çok geçmeden anlarız. Bunu önce yazar fark eder.

“Daha önce size anlattığım her şey bir yalandı. Esin falan umurumda değil. Ne istediğimi ifade etmek için doğru sözcüğü nasıl bilebilirim? İstediğim şeyi gerçekte istemediğimi nasıl bilebilirim? Ya da, istemediğim şeyi gerçekte istediğimi nasıl bilebilirim? Bunlar anlaşılması zor şeyler. Onları adlandırdığımız an, anlamları kaybolur, erir, çözülür, güneşte kalan bir denizanası gibi. Bilincim vejetaryenlik istiyor dünyayı ikna etmek için, ama bilinçdışım, bir parça kanlı et için çıldırıyor. Ne istiyorum?”

Herkes sonunda kendisiyle baş başa kalır. Oda’ya girip isteklerini yerine getirme imkânları varken bunu gerçekleştirmekten korkarlar. Aslında kendilerinden korkarlar. Çünkü gerçekleşmesini istedikleri asıl şeyin ne olduğu konusunda başlangıçta olduğu kadar açık bir görüşe sahip değillerdir.

Oda Bir “Klinik” Değil

stalker-03

Profesör Oda’yı yok etmeye niyetlenir. Gerekçesi “tüm isteklerin gerçekleştiği bu yeri” kötü emelli “basit insanlar”ın emellerinden korumaktır. O buranın tam da “mutluluk umuduyla buraya gelen” insanlar yüzünden yok olması gerektiğini düşünürken, Stalker buranın da tam da vaat ettiği mutluluk yüzünden var olmasını ister. Kavgaya tutuşurlar. Yazar ise her iki tarafa karşı da ilgisizdir. Yazar bilimin her şeye bir gerekçe bulmasını kabullenmez. İki kez ölümün kıyısına gelip bundan sapa sağlam kurtulmasının da gücüyle odaya girip istekte bulunmayı bile reddeder. Artık kendi mutluluğunun başkalarının mutsuzluğu üzerine kurulacağının farkına varmıştır.

Profesör’ü vazgeçiren de onun bu tarafsızlığı olsa gerektir. Çünkü yazarın çalan telefona yanlışlıkla, ama doğru biçimde, ifade ettiği gibi Oda “bir klinik” değildir. Yani burası sizi iyileştiremez; ama öldüremez de… Bilim adamı ise kendi ihtiraslarına yenilmiş vaziyette burayı yok etmek isterken bu gizemli gücü “sakınmaktır”. Ne bilim adamı ne de yazar buranın gizemini açığa çıkarıp “mutluluk” için kullanmaya niyetli değildir; bu yüzden Stalker onları suçlar. Yazar Stalker’in tam da filmde başına taktığı dikenli tacı takmasını ister ama yazar onu çıkarır. O kimsenin günahını yüklenmek istemez.

Stalker’ın Görevi

Stalker’ın burada görevinin peygamberimsi bir özellik taşıdığını söyleyebiliriz. İşte bölge orada durmaktadır ve Stalker insanları oraya taşıyarak aslında mutluluğun çok da uzak olmadığını ispata çalışır. İnsanlığın iki temsilcisi olan sanatçı ve bilim adamı ise bunu anlamaktan çok uzaktır. Her ikisi de kaybettiği bir şeyi bulma arayışındadır. Sanatçı ne kadar içe dönükse, bilim adamı o kadar dışa dönüktür. Sanatçı ne kadar öz yıkıma uğruyorsa, bilim adamı da esas olarak Bölge’yi ortadan kaldırıp bir toplumsal yok oluşa sebebiyet verebilir.

Stalker uygarlığın bu iki temsilcisinin “anlayışsızlığı” karşısında yatağa düşüp acı çekmek dışında bir şey yapamaz. Onlara “yol göstermiş” ve “beni takip edin” demiştir. Onlar ise sıklıkla bu konuda kuşkuya düşmüş, ayakları Stalker’ı takip etse de kendi ihtiraslarından kopamamışlardır. İnsanlık hem Solyaris’te hem de Stalker’da kendine sunulan “nimet“in gerçek anlamda farkına varamaz. Aradığı şeyin “bir el uzatımında” olduğu gerçeğini çoktan unutmuştur. Gene bu insanlık zamanı geri döndüremeyeceğinin farkında değildir ve “geri giderek” başa dönebileceğini sanmaktadır. Stalker içinse geçmiş bitmiştir ve zaman akıp gitmektedir; yerimizde saymak imkânsızdır ve “zaman daralmakta“dır.

“Stalker’da dünyamızın umutsuzluğu üzerine yapılan kuru akıl yürütmelere karşı başarıyla direnecek olan mucizenin insan sevgisi olduğunu açık ve kesin bir biçimde dile getiriyorum. Ancak ne yazık ki biz, artık sevgiyi de unuttuk,” (Tarkovsky, 1985:175).

Bu Bir “Film”

stalker

Filmde dikkat çekici bir şekilde bize bunun hem bir film olduğunu hissettiren hem de doğrudan bizi muhatap alan iki kişi vardır. İlki yazardır. Yazar filmin başında ve Oda’ya gidişte iki kez bize karşı konuşup bir tür vicdan muhasebesi yapar. İkinci olarak Stalker’In umutsuz karısı da hem filmin başında hem de sonunda doğrudan kameraya bakarak konuşur, neden bu “acılı mutluluğu” seçtiğini anlatır. Onun da gerçekleşmesini istediği hayal ve beklentileri vardır ve Stalker’dAn oraya onu da götürmesini ister, ama Stalker onun da gerçeğe vakıf olmama “ihtimaline” karşılık bunu ret edecektir. Tarkovsky filmde açık biçimde kendini yazara yakın hissettiğini söyler. Aşkı ve fedakarlığı ile seven kadın ise “Çağdaş dünyanın inançsızlığına, sinikliğine ve boşluğuna karşı çıkartılabilecek son mucize”dir. Yazar ve bilimci ise sonunda modern dünyanın kurbanı olur (Tarkovsky, 1985:175).

Tarkovsky’nin film boyunca uygarlığa, modernizme karşı derin bir kuşku beslediği aşikârdır, ancak bu değer yargısını izleyiciye zorla kabul ettirmeye çalışmaz. Filmi esas güçlü yapan da bu üç karakterin çatışkısında, zaferin hangi yönde olacağına bir işaret görmeyişimizdir. “Her doğal organizma gibi sanat da birbiriyle çelişen öğelerin mücadelesi sonucu yaşar ve gelişir,” diyen bir yönetmen için bu çatışkı tükenmez ve Stalker’da bu çatışkıyla dimdik durur. Tarkovsky bu çatışkıyı birisi lehine gidermeye çalışmaz. Geri dönülmez denilen yoldan bilimciyi geri götürür,  Profesör ve Stalker’ın korkudan yere kapaklandığı anda yazarı vicdan muhasebesi için oturtur. Yine gerektiğinde Stalker’ı oyuncağı elinden alınan çocuk muamelesi yapmaktan çekinmez. Tarkovsky’i asıl rahatsız eden modern dünyanın pragmatizmidir. Tüm karakterleri gerçekten uzak tutan da bu acımasız çarktır. Modern dünyanın bu pragmatizmi sebebiyle kirlenmiş insanlar ise gerçekten ne istediklerinin bilmemekte haklıdırlar ve bu aşamada Oda’ya girmemek, girmekten daha hayırlıdır.

Kaynakça:

  • Sjömen, Vilgot (1977). Tarkovsky ile İki Karşılaşma. / Erişim: 21.01.2013
  • Tarkovsky, Andrei (1985). Mühürlenmiş Zaman. Çev: Füsun Art. Agora Kitaplığı. Ocak 2008. 3. Basım
  • Combs Richard (1981), Stalker, “Monthly Film Bulletin” (564), pp. 10–11 / Erişim: 21.01.2013
  • Tassone, Aldo (1981). Tarkovsky İle Görüşme, “Positif Dergisi”, İng. Çev: Zygmunt Kwiatkowski / Erişim: 21.01.2013

Yazar: Mikail Boz

Ömrünün yarısını ne yapacağını, kalan yarısını da ne yaptığını düşünerek geçirmek istemeyen bir yersiz yurtsuz... Bilimkurguyu da bu yüzden seviyor...

İlginizi Çekebilir

pazartesi-cumartesiden-baslar

Pazartesi Cumartesiden Başlar

Tutku tatil arası vermez! Kendi nesnesine sımsıkı tutunur ve aralıksız, cumartesileri pazartesilere bağlayarak varlığını sürdürür… …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et