Slingshot

Slingshot: Hiçbir Kuvvet Seni Kendinden Uzağa Atamaz

“Yalnızlığı sevdiğimden yalnızım sanıyordum, oysa sadece yalnızmışım.”

Yalnızlık, izolasyon, klostrofobi, paranoya, neyin hayal neyin gerçek olduğunun anlaşılmadığı o delilik hâlini anlatan bilimkurgu yapımlarına aşinayız. Direkt ya da dolaylı olarak bu konuların işlendiği çok başarılı örnekler gördük. 1408, Evil: Ondskan, The Rite gibi filmleriyle tanıdığımız İsveçli yönetmen Mikael Hafström’ün 2024’te vizyona giren son filmi Slingshot da merkezine bu gerilimi alan bir psikolojik bilimkurgu. Senaryosunu R. Scott Adams ve Nathan Parker’ın yazdığı filmin başrollerinde Casey Affleck, Lawrence Fishburne, Tomer Capone ve Emily Beecham’ı görüyoruz. Filmin oldukça başarılı müziklerinin ardındaki isim ise Steffen Thum.

Konusunu özetlersek, Casey Affleck tarafından canlandırılan astronot John, Satürn’ün uydusu Titan’a yapılacak bir uzay yolculuğu için seçilir. Kız arkadaşı Zoe (Emily Beecham), bu yolculuğu planlayan bilim insanlarından biridir. Amaç sadece uzay keşfi değil, aynı zamanda Dünya’daki iklim krizinin etkilerini azaltmak için temiz enerji alternatifi olarak Titan’daki metanın kullanılmasıdır. Titan’a ulaşmak içinse Jüpiter’in yörüngesel hızından faydalanacaklardır. Filmin adındaki Slingshot: Kütle Çekimsel Sapan Manevrası ile kendilerini Titan’a doğru fırlatacaklardır. Bu uzay görevinde John’un yanı sıra Kaptan Franks (Lawrence Fishburne) ve bir diğer mürettebat olan Nash (The Boys’dan hatırlayacağımız Tomer Capone) yer alır.

Uzun yolculuklarında üç aylık döngülerle uyku modüllerine girerler. Uyumaları için verilen ilaçlar fiziksel ve ruhsal olarak mürettebatta birtakım dengesizliklere yol açar. John, gemide kız arkadaşı Zoe’nin hayalini görmeye başlar. Öte yandan, Zoe’ye dair bazı şeyleri -soyadını bile- unuttuğunu fark eder. Aralarda geriye dönüşlerle ilişkilerinin seyrini ve John’un uzay yolculuğuna seçilmesine giden olayları görürüz. Bu ahval içinde gemide sebebi anlaşılamayan bir arıza baş gösterir. Gemi bir darbeye bağlı hasar almış gibidir ama düzgün çalışan sistemlerde bu hatanın kaynağını bulamazlar. Nash bu süreçte paranoyaklaşır ve geminin ve dolayısıyla canlarının tehlikede olduğunu söyleyerek sapan manevrasından vazgeçip Dünya’ya dönmek ister.

Hasarlı bir gemiyle ve saatte 55 bin kilometre hızla kendilerini derin uzaya fırlatmanın intihar olduğunu söyler. Kaptan Franks ise hiçbir sorun olmadığını belirterek görevi yerine getirme konusunda kati kararını değiştirmez. Nash, Kaptan’a karşı gelip eve dönmeleri için John’u kendi tarafına çekmeye çalışır. John ise gerçekten bir sorun yaşandığına ikna olduğu takdirde onu destekleyeceğini söyler. Neticede Kaptan bu ikisinin oyununu sezer ve ağırlığını koyar, sapan manevrasını yapıp yolculuğun son kısmına yaklaşırlar. Ama zihinsel olarak hepsi de dağılma noktasına gelmiştir. Hayatlarına, geçmişlerine dair her şey bulanıklaşır. Artık gerçeği hayalden ayırt edemez hâle gelirler. Geminin de kasıtlı olarak sabote edildiğinden şüphelenilir.

Bu çerçeve içinde değerlendirecek olursak öncelikle filmin bilimsel yönünün epey zayıf hatta boş kaldığını belirtmek gerek. Her ne kadar önceliği psikolojik gerilim olsa da çıkış noktası olan bilimkurguyu bu kadar çiğ bırakmamalıydı. En başta Titan’a gidiliş amacı çok anlamsız. Metan için neden Titan’a gidilsin ve temiz enerji için en iyi çare neden ve nasıl metan olsun? Dahası üç mürettebatla metanın nasıl alınıp Dünya’ya getirileceği belli değil. Bu noktada filmdeki bilimsel açıklama kısımları bilimsel olmaktan çok uzak ve bilim diline göre çok basit. Filmin adındaki sapan manevrasını kullanmanın da pek bir avantajı yok. Yani Jüpiter’e kadar gittikten sonra Titan’a ne kalmış ki böyle bir riske giriyorlar?

Böyle riskli bir manevranın manuel olarak yapılması ise ayrı garip bir durum. İnce elenip sık dokunarak, birçok şartı taşıdığından emin olunarak uzay yolculuğuna seçilen iyi eğitilmiş astronotlar nasıl bu kadar çabuk dağılıp paranoyaya sürüklenir? Zaten filmin asıl handikabı bu. Gemide bir hasar ya da aksaklık olduğunda uyulacak bir protokol nasıl olmaz, ne yapacaklarını şaşırıp bölünmeleri ne kadar olası? Bir uzay gemisine alkol, daha fenası ateşli silah sokmayı nasıl başardılar? Yer yer John’un anılarına geri dönüşler de filmin bütünlüğünü ve genel havasını zedeliyor. Sanki biraz daha geri planda tutulmalıydı, oysa bunlara çok canlı yer veriliyor.

Yeterince yerdikten sonra filmin hakkını verme faslına geçelim. Öncelikle filmde birçok bilimkurgu yapımına paralellikler ve hoş göndermeler var. Bunların en önemlisi, geminin adı “Odyssey”. 2001: A Space Odyssey’e direkt atıfta bulunuyor. Gemi ise Discovery One’ın daha küçük bir versiyonu gibi. Zaten fikir ve konu olarak başta Solaris olmak üzere Event Horizon, Moon, Interstellar, Total Recall, Sunshine, Inception ve bilimkurgu olmasa da aynı yönetmenin elinden çıkmış başarılı bir iş olan Stephen King uyarlaması 1408’le de benzerlikler mevcut. Tüm bunlara rağmen senaryosunu özgün tutmayı başarıyor, sadece daha fazla özenilmesi filmin tam hakkını verebilirdi. Film sürükleyici, sonuna kadar merak ettiriyor ve heyecanı canlı tutuyor. Klostrofobik hissi, paranoyayı bütün çıplaklığıyla izleyiciye aktarabiliyor. Hatta Casey Affleck’in her zamanki donuk oyunculuğu bile burada işe yaramış. Lawrence Fishburne içinse bir şey söylemeye zaten gerek yok, filmin büyük kısmını o taşıyor.

Aynı zamanda “John” ve “Nash” isimlerinin seçilmesi de ünlü matematikçi John Nash’e zarifçe saygı sunma mahiyetinde. Filmin psikolojik altyapısı kesinlikle çok sağlam. Özellikle id – ego – süperego çok harika şekilde sembolize ediliyor. Hayalle gerçeğin iç içe geçtiği yerler çok güzel yansıtılıyor. Sonu ise her ne kadar ters köşelerin ardından gösterilse de belki de bundan da emin olmak mümkün değil. Aslında hikâye “kapının açılışı”nda bitse, herkesin kendi hayal gücüne bırakılsa çok daha güzel bir sona bağlanabilirdi. Velhasıl, Slingshot bir bilimkurgu klasiği olmayacak belki, kült filmler arasında anılmayacak. Ancak daha önce çok başarılı şekillerde işlenmiş bir konuyu, yer yer zayıf kalsa da özgün bir senaryoyla kotarıp alt türün güzel bir örneği olmayı başarıyor. Bu da onu, biraz acımasızca verilen IMDb puanının daha üstünü hak eden dikkate değer bir film yapıyor.

Yazar: Münevver Uzun

Onu siz delirttiniz!

İlginizi Çekebilir

osmanlı bilimkurgu

Osmanlı Dönemi Türk Edebiyatında Bilimkurgu

Türk edebiyatında bilimkurgu türünün doğuşu ve gelişimi, uzun yıllardır edebiyatçılar ve araştırmacılar tarafından araştırılan bir …

Bir yorum

  1. Son 1-2 cümlede övmüş olsanız da yazının genelinde olumsuz bir hava olduğu için seyretme listeme alamadım. Metan için Titan’a neden gidilir? Çünkü Titan yer yer 300 metre derinlikte metan gölleriyle dolu muazzam bir uydu. Metan niçin temiz enerji için çare olsun? Çünkü metan bildiğin doğalgaz . En temiz enerjilerden , yeterince metan getirebilirsek Allahın cezası termik santrallerden de, ölüm meleği nükleer santrallerden de kurtulabiliriz. 3 kişiyle metan mı getirilir? 1 kişiyle bile getirilir ,gölün üstünde dur veya yanına in , hortumu sal , depoyu doldu . Sapan manevrası konusu. Jüpiter tiyan arası 975 milyon kilometre . 55.000 km ile 24 ayda kat edersiniz . Sapan manevrası yaparsanız maximum 12 ayda kat edersini , yani 1 yıl önce varırsınız, hiç de fena değil di mi?

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin