alien-3-kapak

Serinin En İyi Kötü Filmi: Alien 3

Alien 3, 1992’de gösterime girmesinden bu yana 30 yılı geride bırakırken, 1979 yapımı Alien ve 1986 yapımı Aliens‘ın başarılarının ardından hep bir hayal kırıklığı olarak değerlendirildi. İlk Alien, genç yönetmen Ridley Scott tarafından çekilen bir uzayda kapalı mekân canavar filmi, ikinci Aliens ise James Cameron’ın Vietnam esintili bir aksiyon filmiydi. Sonrasında David Fincher’ın yönettiği Alien 3, bazen serinin en kötü filmi olarak kabul edildi. Halbuki afişinde “3” rakamı Alien3 şeklinde küplü ifadeyle verilerek öncekilere kıyasla üç kat belirsizlik, tehlike ve korkuyu vaat eden bir yapımdı. Fakat bir filmin itibarı hep aynı kalmayıp yıllar içinde değişebilir. Hatta başarısız filmler bazen zamanla kült klasiklere dönüşebilir. Alien 3 de belki böyle bir yolda ilerliyor.

Daha önce aralarında Madonna’nın da bulunduğu müzik video klipleriyle tanınan David Fincher’ın ilk uzun metraj film deneyimi olan Alien 3 (Fincher sonradan 90’lara damga vuran Se7en, The Game ve Fight Club gibi efsanevi filmleri yönetecekti), daha yayımlanmadan önce kötü bir ün kazanmıştı. 2003 yapımı “Wreckage and Rage: The Making of Alien 3” adlı belgeselde, filmin yapım aşamasındaki sorunlar ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Belgeselde, yapımcıların prodüksiyonu denetlemek için bir yönetmen bulmakta zorlandıkları söyleniyor. Gerçekten de Alien 3’ün yapım sürecinde birkaç yönetmen gelip geçti. Öncelikle A Nightmare on Elm Street 4 ve Die Hard 2‘nin Finli yönetmeni Renny Harlin, Ripley’in yaratıkların ana gezegenine yolculuk ettiği bir film yapma niyetiyle göreve getirildi. Maliyetli olduğu gerekçesiyle istekleri reddedilince Harlin sonunda projeden ayrıldı. Geliştirme süreci daha da ilerleyince yazar Vincent Ward, gezegen büyüklüğünde ahşap bir gemide yaşayan keşiş benzeri bir toplum hakkında bir film önerdi. Ward, ahşap dünyayı tasarlamak için bir dizi senaryo yazdı, illüstratörler tuttu ve hatta bazı setlerin yapımına başladı. Ancak film yapımcıları ile Ward arasında gerilimler arttıkça ve Ward uzayda ahşap bir dünya için makul bir açıklama getiremeyince en sonunda Fincher göreve getirildi.

Film çekilirken senaryosu birkaç kez değişime uğradı ve David Fincher, filmin çekim aşamasında yaratıcı kontrolü sağlamak için yapımcılarla günlük kavgalara girdi. Stüdyo yöneticileri için Fincher’ın setteki mükemmeliyetçiliği sinir bozucuydu, küçük detaylara çok fazla zaman ve para harcadığını düşünüyorlardı. “Wreckage and Rage” belgeselinde yapımcı Ezra Swerdlow, “David’in kan rengine olan tam bağlılığını asla unutmayacağım,” diyor. Set görüntüleri, Fincher’ın patlayan bir kafayı gerekirse bin kez çekebilmek için Swerdlow’a ısrar ettiğini ve sadece belirli bir gökyüzü ve hava koşulu altında çekim yaptığını gösteriyor. Çekimler nihayet tamamlandığında da kavgalar son bulmadı. Fincher’ın orijinal kurgusu neredeyse üç saat sürmüştü ve stüdyo acımasızca yönetmenin tercih ettiğinden yarım saat daha kısa bir sürüm için baskı yaptı. Fincher, az yetkiye sahip yeni bir yönetmen olarak sonunda stüdyonun bu baskılarına boyun eğmek zorunda kaldı.

Setteki bu huzursuzluk haberlerinden sonra, kamuoyu ve basın bir felakete hazırlıklıydı, fakat film gösterime girdiğinde sonuç aslında ufak bir hayal kırıklığı oldu. Alien 3 dünya çapında 159 milyon dolar kazanarak önceki film olan Aliens’ın 183 milyon dolarlık hasılatının hemen altında kaldı. Eleştirmenler tarafından çok sevilen bir film olmasa da yerden yere de vurulmadı. Roger Ebert, “Gördüğüm en iyi kötü film,” olarak nitelendirdi. Bu cümle aslında o dönemdeki genel algıyı temsil ediyordu, yani kusurlu olmasına rağmen kesinlikle değerli olan bir film. Variety, “Önermek için görsel ihtişamdan başka bir şey sunmayan karışık bir çaba,” olarak tanımlarken, New York Times, “Çok karanlık ve mantıksız,” diye eleştirdi. Washington Post’tan bir eleştirmen, serinin bu üçüncü filmi için, “Çığlık atılacak bir şey değil,” diye yazdı. Tüm bu eleştirilere rağmen Alien 3, bir sonraki devam Alien: Resurrection’a (1997) ilham kaynağı olması, ayrıca Alien ve Predator filmlerini de sayarsak sayısız başka Alien filmine giden yolun önünü açmasıyla tarihe geçti.

Ancak, Alien 3’ün itibarı 2009’da Fincher’ın filmi resmen sahiplenmeyip reddetmesiyle ölümcül bir darbe aldı. Fincher, “Pek çok insan Alien 3’ü sevmedi, ama benim nefret ettiğim kadar değil!” diyerek bombanın pimini bırakmıştı. Bu cümlesiyle filmi yapma deneyimini mi, yoksa son ürün olarak filmi mi kastettiği halen belirsiz olsa da Fincher’ın bu inkârı filmin itibarını genel olarak olumsuz etkiledi. Filmin çöpe atılan daha önceki senaryo sürümleri hakkında söylentiler ortaya çıktığında da pek bir şey değişmedi, ki bunlardan bazıları aslında oldukça iyi görünüyordu. Mesela bir senaryo, Xenomorphlar ve insanlar arasında yaşanan Dünya’daki bir kara savaşını konu ediniyordu. Diğer bir senaryo ise Alien’ın Antichrist’ın (Deccal) ikinci gelişi olduğuna inanan rahiplerin yaşadığı bir gezegende geçiyordu. Alien hayranları da bu fikirler üzerinde kafa yordu, kusurlu bittiğini düşündükleri üçüncü filmden daha iyi olabilecek alternatif hikâyeleri hayal etti. Bunlardan biri, Neuromancer’ın yazarı meşhur William Gibson tarafından politik dozu yüksek bir senaryoydu. Hatta bu kullanılmayan senaryo sonradan Hugo ödüllü yazar Pat Cadigan tarafından romanlaştırıldı.

Yine de yapımdaki deneyimlerden ve hayranların aşırı beklentisinden bağımsız olarak, Alien 3’ün halen sunacak çok şeyi var. Fincher, Xenomorph için orijinal bir dünya yaratmıştı: derin uzaydaki XYY kromozomlu ve aralarında tecavüzcülerin bulunduğu, şiddete genetik olarak yatkın erkeklerden –tıpkı Xenomorph gibi- müteşekkil bir hapishane kolonisi (Fiorina 161); bu koloni gezegenindeki tek kadın olan Ellen Ripley (Sigourney Weaver) ve mahkûmlar arasındaki cinsel gerilim; hapishanenin labirentvari karanlık tünellerinde fareler gibi Xenomorpha yem olan karakterler… Fincher filmde hemen hemen her şeyi korkutucu bir şekilde alçak bir açıdan çekiyor, bu da seyir deneyimindeki klostrofobiyi artırıyordu. Alien 3, Ridley Scott’ın Alien’ının soğuk gri tonlamasını ve James Cameron’ın filmografisinin bir parçası olan keskin mavi tonlamayı reddederek bunun yerine, kameranın lensinde bir katman sarı-kahverengi kir tabakasıyla çekilmiş gibi görünüyordu.

Alien 3, görselliğinin ötesinde hayali bir dünya inşa etme çalışması olarak da ön plana çıkıyor. Filmdeki yalnız hapishane gezegeni, Alien’ın endüstriyel koridorları veya Aliens’ın terk edilmiş maden kolonisi kadar zengin detaylara sahip. İzole bir toplumda dini bir grubun etkin bir şekilde hapishaneyi yönetmesine karşılık bir grup gözetmenin de maskelenmiş bir kontrolü sürdürmek için çabalaması, ilk filmi sürükleyen kurumsal güç yapıları veya ikinci filmi güçlendiren askeri gelenekler kadar ince bir sinema sosyolojisi sunuyor. Serinin öncül iki filmi gibi, Alien 3 de sınırlı bir ortamda insanlar arasındaki sosyal güç dinamiklerini ve kurumsal kontrolün sınırlarını keşfe çıkıyor.

Aslında, Alien 3’ün en baştan serinin öncül iki filmindeki sevilen unsurları reddetmeye yönelik bir tasarımı var gibi duruyor. Aliens’ta Ripley’in kurtarmaya çalıştığı masum çocuk Newt’in ilk sahnede çoktan öldüğünü görüyoruz, sonra seyirciler olarak onun dehşet verici otopsisine tanıklık ediyoruz. Ardından film bir köpeği de öldürüyor, yetmiyor bu sefer Ripley’in duygusal bağlar geliştirdiği yakışıklı hapishane doktorunu da (Charles Dance’ın oynadığı Dr. Jonathan Clemens karakteri) öldürüyor. Son olarak film, Ripley’in Xenomorph bebeği tam göğsünden fırlarken alevlerin içine atlayarak intihar etmesiyle sona eriyor. Filmin bitiminde, değer verdiğimiz ve duygudaşlık geliştirdiğimiz herkesin öldüğünü görüyoruz. Zaman içinde Fincher’ın cesur nihilizmine alışsak da, bir mutlu son daha bekleyen izleyicilerin hayal kırıklığına uğradığı çok açık. Ancak zamanla, bu duygusal yaralanma zoraki de olsa bir saygıya dönüştü. Alien 3, halen bir klasik olarak kabul edilmiyor ve birçok hayrana göre de serinin en kötü filmi. Buna rağmen yıllar içinde bir savunma hattının ortaya çıktığı görüldü. 2013 yılında eleştirmen Scout Tafoya, yanlış anlaşılmış filmleri anlattığı “The Unloved” serisinin ilk bölümünde, Alien 3’ü “güzel ve sert” olarak nitelendirdi. Şimdi her yeni Alien filmi gösterime girdiğinde, Alien 3’ün de eleştirel bir yeniden değerlendirmesi yapılıyor: “Aslında Alien 3 iyi bir film” veya “Alien 3 serinin en kötü filmi değil, hatta oldukça harika” gibi başlıklarla karşılaşabiliyoruz.

Bildiğimiz kadarıyla Fincher, Alien 3 hakkında kendi olumsuz fikrini asla değiştirmedi. 2003’te Fox, her ön gösterimin ardından acımasızca parçalara bölünen filmin, bu sefer yönetmenin orijinal vizyonunu yeniden oluşturmaya çalışan bir “Montajlı Versiyon”unu (Assembly Cut) yayımladı. Oyuncu ve ekip bu yeni montajı bir araya getirmeye yardımcı olurken, Fincher’ın kendisi bu projede yer almadı, hatta bu versiyonu hiç izlemediğini iddia etti. Ancak bu sorun değil; hem o hem de biz ihtiyacımız olanı aldık. Fincher, Alien 3’ün çekimleri esnasında bir yönetmenin kendi vizyonu için nasıl savaşması gerektiğini öğrendi – takıntılı yönetmenin son 30 yılın büyük başyapıtlarını yaratmak için yararlandığı bir ders – ve Alien film serisini birinci ve ikinci filmin beklenti kalıplarından kurtardı, böylece diğer yönetmenlere malzemeye kendi özgün damgalarını vurabilecekleri bir özgürlük alanı sağladı. Eğer Alien 3 olmasaydı, Se7en, Fight Club, The Social Network veya Gone Girl gibi başyapıtlara sahip olamazdık; ayrıca Alien: Resurrection’ın absürtlüğünü, Prometheus‘un etkileyici görüntülerini veya Alien: Covenant‘ın hırpalayıcı öldürme sahnelerini de göremezdik.

Kısacası, tıpkı bir film canavarı gibi diğerleri yaşayabilsin diye Alien 3 ölmek zorunda kaldı. Alien 3’ün yaratığı, bir bakıma David Fincher’ın ilk seri katili…

Kaynaklar:

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

Slingshot

Slingshot: Hiçbir Kuvvet Seni Kendinden Uzağa Atamaz

“Yalnızlığı sevdiğimden yalnızım sanıyordum, oysa sadece yalnızmışım.” Yalnızlık, izolasyon, klostrofobi, paranoya, neyin hayal neyin gerçek …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin