Rus Sinemasının Apollo 13’ü: Salyut-7

Soğuk savaşın etkileri dünya genelinde her daim tartışılmıştır. Öyle ki yaklaşık otuz senedir sona ermesine rağmen halen gündemi meşgul edecek kadar tazeliğini korur. ABD ile SSCB‘nin her alanda rekabet ettiği bu dönemde en önemli mücadele alanı ise kuşkusuz uzaycılık. 1950’li yıllarda Sovyet kozmonotlarının seferleri ile başlayan uzaya seyahat çalışmaları, 20 Temmuz 1969’da Cape Canaveral’dan kalkan Apollo 11’in başarılı bir Ay inişi yapmasıyla zirveyi görür. Amerika zaferini ilan etmiştir fakat Sovyet bilim insanları ve devlet en azından uzayda koloni faaliyetleri ve dünya dışı yaşam konularındaki üstünlüğü sağlamak için çalışmaya devam eder. Uydular gönderilir, keşifler yapılır ve elde edilen veriler soğuk savaşta rakibe karşı kullanılmak üzere muhafaza edilir. Bu gelişmeler SSCB için olumlu adımlardır, fakat ne yazık ki doğru hesaplanmayan, ihmal edilen, görmezden gelinen faktörler mekikleri mezara çevirmiş; arka planda birçok insan kendisini kurban etmiştir. Salyut-7 filminin odak noktası da bu olaylar zincirinde kaybolan yaşamlara saygı duruşu.

Yönetmenliğini Klim Shipenko‘nun üstlendiği yapımda anlatılan hikaye aslında yaşanan bir olaydan uyarlama. 1985 yılında Salyut-7 adlı uydunun bozulması üzerine gönderilen kurtarma ekibinin başından geçenler boşlukları kurguyla doldurarak perdeye aktarılmış. Bu sebeple dönemin siyasi, sosyal ve teknolojik durumunu görmek yadırganabilir. Dünya dengelerinin değiştiği ve teknolojinin artık bambaşka bir noktada olduğu günümüzde yaşananları anlamak ayrıca zor. Yine de hırsların aldırdığı kararların zorunlu fedakarlıkları dayattığı da bir gerçek. Fedakarlık kolay verilen bir karar olmasa gerek. Lakin hareket noktasının gözardı edilmesi de trajik. Bilim her daim asil ruhların elinde ulvi amaçlar için yapılmamıştır; hatta çoğu zaman güdülenen davranış biçimlerinin ısrarıyla büyük hatalara da önayak olmuştur. Salyut-7’nin yörüngede savruluşunda görülen de böyle bir gerçek. İnsanlığın yaşamı içerisindeki etkisi yok denecek kadar az olan çalışmaların uğruna insan hayatları kolaylıkla teslim edilmektedir. Tarihin acımasızlığı da böyledir; yeterince kan akmazsa çarkı döndüremez.

Fedorov yaşadığı travmatik bir olayın neticesinde görevinden alınmış bir mekik kaptanıdır. İşinde ne kadar iyi olsa da birlikte görev aldığı kişinin hayatını tehlikeye atması affedilmez. Fakat Salyut-7 onun için yeni bir şans olur. Pavel ise mühendistir ama uzay görevlerinden ziyade göreve gönderilen araçların üretiminde görev almıştır. Bu tehlikeli görevde ikisi sıkı arkadaş olarak birlikte yola çıkar ve elbette  işleri hiç kolay olmayacaktır. Geride bıraktıkları, yaşamlarının tüm birikimi, minnet duygusu ve sorumluluk bilinci. Bu inancın kökeninde ne olduğu bilinmese de, neticede kahramanın yolculuğu mekandan münezzeh bir oluş sürecidir. Ayrıca her şeyin bu kadar temiz olmadığını bilmek de başka bir sorun. Soğuk savaşın anlatıldığı bir filmde bu kadar Hollywood klişesine tanıklık etmek hayal yıkıcı bir deneyim. Batının normlarının etkisiyle Tarkovski’de ya da başka diğer Rus yönetmenlerde gördüğümüz özgün yönler, ne yazık ki silik kalmış. Bununla birlikte kendi geçmişine dair güzel bir anma çalışması olduğunu da söylemek gerek.

Öte yandan karakter gelişimi özelinde belirli semboller kullanılması ilgi çekici. Bunu bazı noktalarda tatsız halde görsek de, çoğunlukla izleyicinin duygusal bağ kurmasına fayda sağlıyor. Federov uzun süre uzayda görev yaptığından Dünya’ya döndüğünde alışmakta zorlanır. Bu alışma sürecinin birkaç ince detayla verilmesi güzel düşünülmüş. Ya da olayların akışına göre ortaya konulan reaksiyonlar da gayet doğal durmuş. Gravity, Interstellar ve First Man gibi uzay filmlerinin izleyiciyi Amerikan tahakkümü altında bıraktığı ve ancak onların bu konularda söz söyleme yeterliliği olduğu yanılgısını taşıdıkları malum. İşte tam bu noktada alternatif yapımları izlemek bir şans. Fakat sanırım kim yaparsa kendi günahını örtmeye teşne. Bir insan için Mars’a araç göndererek fizik yasalarını aşanlardan öteye gidemese de tek taraflı olan aynanın öteki yüzünü aydınlatıyor.

Filmde olaylar yaşanırken merkezde bulunan ülkelerden Amerika’nın da yaptığı çalışmalara yer verilmiş. Rusların çalışmaları yansıtma hususunda Amerikalılardan daha hakkaniyetli davrandığı söylemekse mümkün. Yıllarca Rusları ve diğer birçok ülke insanını karikatürize halde sunup dünyaya servis ettiler. Bu noktada belki de çağına daha uygun bir film. Lakin Uluslararası montajla, Rusya’da yayımlanmayan birkaç ilave kısım eklenmiş olması da aynı ilkel mantığın yansıması. Evet, sinema önemli bir iletişim aracı ama artık kuru propaganda malzemesi olarak kullanılması da kabak tadı verdi. Ortada insanlığa dair net bir mesaj verme imkanı varken yalnızca basit ego tatmini aramak anlamsız.

Velhasıl, tüm olumsuz yönlerine rağmen izleme keyfi gayet yerinde, güzel bir film. Belirli klişelerle ilerlese de gerçek olaylardan esinlenmiş olunması, karakterlerin gerçekçi tepkileri, olayların insan doğasına uygun olarak yansıtıldığı hissini uyandırması ve karakterlerin duygu-durum değişimine dair ince detaylar barındırması gözden kaçmamalı. Uzayda insanlık adına büyük keşiflerde bulunan tüm canlılara, onları sabır ve sebatla bekleyen sevenlerine de güzel bir jest olması bakımındansa takdire şayan.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

Uzaya Giden Türk Kökenli Kozmonotlar

19 Ocak 2024 itibariyle uzaya çıkan ilk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, pilot albay Alper Gezeravcı oldu. …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et