io

Ruhsuz Bir Drama: IO

Netflix orijinal yapımı olan IO, olumsuz atmosfer koşullarından dolayı Dünya’nın insanlık tarafından terk edildiği post-apokaliptik bir geleceği konu ediniyor. Netflix, özellikle bilimkurgu konusunda uzun metrajlı içerik üretmede halen hedefini on ikiden vuramadı. Tau, Arq, Extinction ve Spectral gibi örneklerde temel sıkıntının “ruhsuzluk” olduğunu görüyoruz. Netflix ve benzeri dijital platformlar, izleyici memnuniyeti ve beklentileri açısından sürekli yeni içerik üretmek zorundalar; fakat iş giderek fabrikasyon bir hâl almaya başlamış durumda. Diziler, halen ellerinin en güçlü olduğu alan. Şimdilik Alfonso Cuaron yönetiminde çıkagelen Roma, Netflix’in en çok konuşulan yapımı oldu. Gözler şimdi de Martin Scorsese yönetiminde gelecek olan The Irishman’a çevrilmiş durumda; eğer tıpkı Roma örneğinde olduğu gibi ses getirirse, diğer büyük yönetmenlerin de bu tarz platformlara yönelmelerinin önünü açacaktır.

Gelecekte artan kirlilik oranı ve atmosferdeki tokside oranının ölümcül değerlere ulaşması, insanlığı Dünya’yı terk etme noktasına getirmiştir. Dünya’nın adeta insanlığı dışlamaya başladığı ortamda bilim insanları, yıldızlararası seyahati mümkün kılan Yeni Dünya Keşif Filosu projesinin hazırlıklarını tamamlar. Dünya’nın çeşitli bölgelerinden kalkan göç gemileri, Jüpiter’in volkanik uydusu IO’nun yörüngesindeki koloni gemisine yönlendirilir. IO yörüngesindeki koloni gemisi, Proxima Centauri’deki Dünya benzeri Proxima B gezegenine gitmek için IO’dan volkanik enerji hasat etmektedir; yeterli miktarda jeotermal enerjiyi depoladığı takdirde yıldızlararası yolculuğa hazır durumda olacaktır. Bu sırada Dünya’dan kalkacak son göç gemisi de yüzeyde kalan son yolcularını beklemektedir.

io

Heyecan verici kısa bir açılışa sahip olan yapım, Dünya’da kalmaya karar vermiş araştırmacı Sam Walden’in dramatik hikâyesini anlatıyor. Bir bilim insanı olan babası Dr. Henry Walden (Danny Huston), her şeye rağmen insanlığın evini terk etmemesini, doğanın ve evrimin tekrar bir çözüm bulacağını savunmuştur. Sam Walden (Margaret Qualley), şehrin biraz ilerisindeki tepede konumlanan araştırma üssünde merhum babasının çalışmalarını kaldığı yerden devam ettirmektedir. Bulunduğu bölge şimdilik yüksek tokside oranı içermemektedir; ama yanı başındaki şehrin yüzeyi yoğun bir sis tabakasıyla kaplı durumdadır. Sam Walden, zehirli atmosfer koşullarına adapte olabilecek bir bal arısı türü yaratmaya çalışmaktadır. Bulunduğu üsse gökyüzünden helyum balonuyla gelen gizemli bir yabancı ise babasına ulaşma amacındadır, ama Sam babası ve kendisi hakkındaki gerçekleri ilk başlarda çarpıtır.

Kısa film yönetmenliğinden gelen Jonathan Helpert, hikâyede doğru ritmi yakalayamıyor. Başkarakterlerini –tabiri caizse- bir fanusun içine koyarak hareket alanlarını kısıtlıyor. Kısa film yönetmenliğinden gelmenin avantajları olduğu kadar dezavantajları da olabiliyor. Kısa filmlerde, öyküyü kısıtlı sürede, belli bir ritmin içinde anlatmak çok önemli. Ancak sınırlı zaman dilimi içinde kurguladığı öyküleri anlatmakta ustalaşan yönetmenler, sıra uzun metraja gelince bocalayabiliyor. Helpert, hikâyede benzer anları birçok kez tekrarlıyor. Sam’in IO yörüngesinde bulunan erkek arkadaşı Elon ile yazışmaları, tekrarlı bir hâl alarak hikayeyi zenginleştiremiyor; Micah’ın (Anthony Mackie) ortaya çıkışıyla gelişme aşamasına geçmesi gereken hikaye, tekrarlanan anlardan ötürü bir türlü ilerleyemiyor.

io

Yönetmen adaylarının uzun metrajlı yapımlara geçmeden önce kısa metraja el atmaları, hikâye anlatma sanatında yetkinlik kazanma açısından çok önemli. IO’da ise anlatımda bir bocalama içine girildiğini rahatlıkla sezinliyoruz. Sam ve Micah arasında gelişemeyen ve başından beri mesafeli olan duygusal ilişkil, ister istemez izleyiciyi de yapımdan uzaklaştırıyor. Oysa zehirli atmosfer koşullarından dolayı her an tehlikede olan ve son göç gemisine yetişmek için sınırlı zamanları kalan karakterlerin durumu yüksek gerilim ve belirsizlik potansiyeline fazlasıyla sahip. Ancak Jonathan Helpert, yapımına gereken heyecanı katmayı unuttuğu için seyri sabır isteyen bir izlence ortaya çıkıyor.

Örnek olarak; Neill Blomkamp, District 9‘ı (2009) Alive in Joburg (2005) ismindeki kısa filminden kurgulamıştı. Dünya’ya iltica eden ve zamanla ırkçılıkla karşı karşıya kalan uzaylıların hikâyesini uzun metrajında  -deyim yerindeyse- sakız gibi uzatmamıştı. Üstüne birçok yeni elementler ekleyerek hikâyesini zenginleştirmişti. Ne var ki Jonathan Helpert bu tür becerileri sergilemekten uzak kalmış. Dolayısıyla IO’yu kısa filmcilikten gelen bir yönetmenin “ilk filmi” gözüyle değerlendirmekte fayda var.

Yazar: Buğra Şendündar

1979 İstanbul doğumlu. Sinemaya olan ilgisi daha yedi yaşındayken dedesiyle sabahlara kadar film izlemekle başlar. Daha önce çeşitli mecralarda sinema üzerine makale ve eleştiriler kaleme aldı. Günümüzde, Bilimkurgu Kulübü'nde yazarlık serüvenine devam ediyor. Ona göre sinema, insanın kendini keşfetmesidir.

İlginizi Çekebilir

Yaşamın Metalaşması: Paradise

Kapitalizmin toplumsal yaşamdaki en büyük etkilerinden biri de hemen her şeyi metalaştırması ve metalaşan şeylerin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et