Her sene birkaç tane ‘düşünen insanlar için bilimkurgu’ niteliğinde olduğu iddia edilen film çekilir. Bu kategoriye giren filmlerde ciuvlu ciuvlu silahlar ya da canavarlı ölüm kalım savaşları göremezsiniz. Ne var ki söz konusu çabalar teoride takdire şayan sayılsa da, çoğu zaman pratik izdüşümü o kadar da başarılı olmaz. Ancak Nobel ödüllü İsveçli şair Harry Martinson’ın şiirinden derlenen ‘Aniara’ oldukça başarılı ve konsepti kadar da istekli bir çerçeve çiziyor.
Bir uzay gemisinin rotasından geri dönülemez şekilde sapması etkileyici olduğu kadar, insan doğası ve duygusallığının sıkıntılı uzun süreçlerde nelerle yüz yüze geleceğini anlatması bakımından da oldukça hassas bir konu. Türün bazı hayranları tarafından klasik aksiyon öğeleri içermediği için eleştirilecek olsa da, Pella Kagerman ve Hugo Lilja’nın bu ilk denemesi olgun dramalardan hoşlananları tatmin edecek düzeyde.
Filmin konu açısından ilgi çekici bir başka yönü de var. Harry Martinson eserini Hiroşima ve Soğuk Savaş için kaleme almış, ancak “çevresel felaket sonrası Dünya’dan kaçmak zorunda kalan insanlık” teması şu sıralar güncel olduğundan film kendini yeniden düzenlemekte fazla sıkıntı çekmemiş gibi görünüyor. Filmin açılışında çeşitli çevresel felaketler ile ilgili sekanslar görüyoruz ve bu da bize Dünya’nın artık yaşanamaz hâle geldiğini ve imkanı olanlar için gezegenden ayrılmanın zarurete dönüştüğünü anlatıyor. Sonrasında da insanları Aniara’ya taşıyan ilk kadın kahramanımız Mimaroben ile karşılaşıyoruz.
Mimaroben’in görevi MIMA sayesinde yolcuların anılarından oluşan sanal gerçeklik deneyimleri yüklemek. MIMA, uzay gemisinde yolcuların rahatını sağlamak için yapılmış restaurant, mağaza gibi mekanlardan biri. Ancak yolculuk için kalkış yapıldıktan sonra uzay gemisine dev bir şey çarpıyor. Hasar az olsa da, çarpışmanın zararını minimuma indirmek için Anaria’dan bir miktar yakıt boşaltımı gerekiyor. Tabii bu durum, üç hafta sürmesi planlanan yolculuğun iki yıla kadar uzamasına yol açıyor. Tek şansları ise başka bir gezegene yaklaşarak sapan etkisi yaratmak.
Gidişat oldukça vahim, ama bazı konularda tutumluluk gösterilerek uzay aracının tüm yolculuğa yetecek kadar oksijen, yiyecek üretmesi mümkün hale getiriliyor. Ancak Mimaroben’in yaşlı oda arkadaşı astronom, uzay gemisinin akıbeti konusunda bir hayli karamsar. Ona göre Kaptan’ın yeni bir gezegen keşfedip rotayı tekrar düzenlemesi neredeyse imkansız. Mimaroben bu karamsar haberi kendisine saklıyor ve kimseyle paylaşmıyor. Buna rağmen oda arkadaşı aynı duyarlılığı sergilemeyince gemide geniş çaplı bir panik havası esiyor. Depresyon ve intiharlar da cabası.
Bu süreçte bir daha Dünya’yı, hatta başka bir gezegeni görme ihtimalinin kalmadığını düşünen gemi sakinleri, kendilerini MIMA ile avutuyor. Ancak MIMA ile gördükleri sanrılar gitgide farklılaşıyor, kimi noktada ise birer kabusa dönüşüyor. Esas kriz ise MIMA’nın kendi bilincini geliştirmesi ile başlıyor. Bilinçlenen makine, doğasını yıkan insanlığa hizmeti kesiyor ve kendisini imha ediyor. Sonrasında Aniara halkının haftalar ve yıllar içerisinde neler yaşadığına tanık oluyoruz. Bu süreçte nüfus gitgide azalıyor ve çökmekte olan bir toplumun tüm evreleri tek tek karşımıza çıkıyor: Hedonizm, bağnazlık, polis devleti…
Otuzlu yaşlarında bekar ve biseksüel olan Mimaroben, bu değişimlere olağanüstü bir yetenek ile ayak uydurabiliyor. Hatta pilot Isagel’e aşık oluyor ve sonrasında çift bir çocuk bile büyütüyor. Ancak tahmin edilebileceği gibi burada huzurun sonsuza kadar sürmesi mümkün değil. Aniara felsefi, sosyolojik ve psikolojik okumalara açık bir film. Öte yandan sönük kariyeriyle bildiğimiz eski dansçı Emelie Jonsson‘ın Mimaroben performansı ortalamanın üzerinde. Hayat verdiği karakter, kişi ve olaylar karşısında gözlem yeteneğini koruyup sorun gözetmeden etkileşime geçebilmesiyle dikkat çekiyor.
Ayrıca film, kaliteli CGI sahneleriyle de genel anlamda doyurucu bir görsel şölen sunuyor. İç mekan çekimleri için pahalı setler kurmak yerine, günlük hayattan aşina olduğumuz alışveriş mekanları tercih edilmiş. Setler, İsveçlilerin minimalist yaklaşımı ile birleştiğinde hem olağan hem de fütüristik bir izlenim vaat ediyor. Alexander Berg’in elektronik müzikleri ise filmin atmosferini tamamlama noktasında oldukça başarılı.
Hazırlayan: Emre Karadeniz | Kaynak