Mütevazı Bir Klasik: Fire in the Sky

İnsanlığın merak ettiği en eski konulardan biri de evrende yalnız olup olmadığıdır. Bu konuda tarih boyunca sayısız kuram ortaya atılmış, teknoloji ilerledikçe daha kapsamlı araştırmalar yapılmıştır. Ancak bugüne değin evrende yalnız mıyız, başka gezegenlerde yaşam var mı sorularına kesin bir yanıt bulunamamıştır. Bilimsel olarak kanıtlanamamış olması, insanların bu konudaki düş güçlerini dizginlemiyor elbette. Bundan tam 2000 yıl önce günümüz Adıyaman topraklarında bulunan Komagene Krallığı vatandaşı şair Lukian, Gerçek Bir Hikâye adlı eserinde uzaydan gelen dev örümceklerle insanların savaşını anlatmıştır. Görüldüğü gibi, başka gezegenlerden gelen canlılarla insanların karşılaşması konulu eserlerin tarihi aslında binlerce yıl geriye gitmektedir. H.G. Wells tarafından 1898’de yazılan Dünyalar Savaşı ise edebiyat tarihinde bu konuda yazılmış en ünlü eserdir.

Ne var ki uzaylılarla diyalog kurma, uzaylılar tarafından ziyaret edilme ve hatta kaçırılma öyküleri edebi eserlerle sınırlı değildir. Bunları gerçekten deneyimlediğini iddia edenler de vardır. Ancak bu iddiaların neredeyse tamamına yakınının yalan olduğu ilerleyen zamanlarda yapılan çalışma ve araştırmalarda ortaya çıkarılmıştır. Çok az bir bölümünün ise doğruluğu ya da yanlışlığı belirlenememiştir. Kuşkusuz bunlardan en ünlüsü ise Travis Walton‘ın anlattıklarıdır. Orman işçisi olan Walton, 5 Kasım 1975 tarihinde görev yaptığı Arizona Eyaleti Apache-Sitgreaves Milli Parkı’nda ortadan kaybolmuş ve beş gün boyunca kendisinden haber alınamamıştır. Daha sonrasında bir yol kenarında bilinçsizce otururken bulunmuş ve kendini toparlaması da birkaç gün sürmüştür. Ardından da uzaylılar tarafından kaçırıldığını ve üzerinde deneyler yapıldığını söylemiş, hatta 1978’de “The Walton Experience” kitabını yazmış ve başından geçtiğini iddia ettiği olayları anlatmıştır. Yazımızın konusu olan Fire in the Sky filmi de işte bu kitaptan uyarlamadır.

Filmin yönetmenlik koltuğunda Robert Lieberman otururken, senaryosu Travis Walton ve Tracy Thorme‘a ait. Başrollerinde ise bu filmden iki yıl önce çekilen Terminator 2′de T-1000 karakterini canlandırarak gönüllerimizde taht kuran Robert Patrick, E.T. the Extra-Terrestrial filmindeki uzaylının küçük dostu Elliott rolüyle belleklerimize kazınan Henry Thomas ve bir Hollywood efsanesi olan James Garner var. Travis Walton ve ekip arkadaşları, kaybolma olayından bir gün önce kasabanın barında içki içer. Ancak Mike Rogers ile Walton arasında yumruklaşmaya varan bir kavga çıkar. Arkadaşları bu kavgayı ayırsa da ikili arasında bir gerilim oluşur. Ertesi gün ekip, işleri olan ölü ağaçları kesmek üzere ormana girer. Akşam vaktinde Rogers ve diğer beş kişinin telaş içinde kamyonetlerini kasabaya sürdüğünü görürüz. Walton aralarında yoktur. Top şeklindeki dev bir ışığın ormanda üzerlerine geldiğini, korkup kaçtıklarını, Walton’ın ise geride kaldığını söylerler.

Ertesi gün kasaba halkı ve polis, ekipler hâlinde ormana girer ve saatlerce Walton’ı arar. Ancak kendisinin en küçük bir izine bile rastlanılamaz. Sonraki günlerde profesyonel arama – kurtarma ekipleri, köpeklerle karadan, helikopterle de havadan Walton’ı aramayı sürdürür. Ancak Walton ortalarda yoktur. Üstelik tek sorun Walton’ın bulunamaması da değildir. Kaybolma olayından bir gün önce yaşanan kavga yüzünden Rogers’ın Walton’ı öldürdüğü ve ekibin diğer üyelerinin de bu olayı örtbas ettiği düşünülür. Tüm ekip üyeleri cinayet zanlısı olarak defalarca gözaltına alınıp sorgulanır. Hatta Rogers yalan makinesine bile bağlanır. Dahası olayın yaşandığı yer, sonuçta herkesin birbirini tanıdığı küçük bir kasabadır. Rogers bir anda herkesçe dışlanır. Hatta kasabalının gözünde çoktan katil olmuştur bile. Rogers, çocukluğundan beri tanıdığı, içlerinde büyüdüğü insanlar tarafından bir anda dışlanılmasına çok içerler ve hatta filmin bir sahnesinde kasaba eşrafına bu konuda serzenişlerini iletir.

Polisin ve arama – kurtarma ekiplerinin tüm çalışmalarına rağmen Walton’ın ne dirisi ne de ölüsü bulunur. Ortada cinayet işlendiğine dair bir kanıt, tanık ya da ifade olmadığı için ekip arkadaşlarına da herhangi bir tutuklama ya da yargılama işlemi uygulanamaz. Tam da dosyanın çözülememiş bir şekilde rafa kalkacağı düşünülürken, Walton çırılçıplak, çok korkmuş ve bilincini kaybetmiş hâlde bir soğutucunun arkasında bulunur. Kendisine uygulanan tıbbi müdahalenin ardından bilinci yavaş yavaş açılır. Ancak geçici hafıza kaybı yaşamaktadır. Başına gelenler konusunda yasa koruyuculara tatminkâr bir yanıt veremez. Bedeninde bazı tuhaf yaralar ve çürükler vardır. Bu kez de Rogers ile ormanda kavga ettikleri ve Rogers’ın onu orada yere serip bıraktığı düşünülür. Ancak Walton’da herhangi bir açlık ya da susuzluk belirtisi yoktur. Kısacası günlerdir nerede ve ne durumda olduğu muammadır.

Aradan birkaç gün daha geçer ve Walton’ın hafızası yerine gelir. O akşam ormanda gördükleri dev ışıklı topun bir uzay gemisi olduğunu, uzaylılarca kaçırıldığını ve üzerinde deneyler yapıldıktan sonra bırakıldığını söyler. Polis ve kasabalı bu öyküye inanmaz ve tüm ekibin ilgi çekmek ve şöhret olmak için masal anlattığını düşünür. Gerçekten de bu olay medyanın ilgisini çeker ve Walton başta olmak üzere ekibin tüm üyeleri ülke çapında meşhur olur.

Konusundan da anlaşılacağı üzere film, kitabın yazarı Walton ve onun başından geçenlere odaklanmıyor. Bu durum da filmin kendisini çok ilginç bir yerde konumlandırmasına yol açıyor. Film, Walton olayındaki baş şüpheli Rogers’ı merkeze alarak taşralarda sıklıkla yaşanan yargısız infaz, hınç kültürü ve dışlanma üzerine gidiyor. Bu hâliyle 2012 tarihli Danimarka filmi Jagten ile paralel bir anlatım tarzı var. Yönetmen sanki bu bağlamda bir taşra öyküsü anlatmak istemiş, konu olarak da bu kitabı seçmiş gibi. Travis Walton’ın öyküsünü doğru kabul edip iskeleti kaçırılma olayının üzerine kurmak yerine, iş arkadaşını öldürmediğini kanıtlamaya çalışan Rogers’ı odağına almış. Bununla birlikte, Walton’ı yalanlayan bir anlatım da filmde mevcut değil. Hatta filmin sonlarında, flashback olarak uzay gemisinin içinde Walton’a yapılan işkenceleri izliyoruz. Filmin bu kısımları gerçekten başarılı efektler eşliğinde ve rahatsız edici bir şekilde çekilmiş. İlgili sahneler insanı dehşete düşürüyor ve Travis Walton’ın yaşadığı travmayı izleyiciye de yaşatmayı başarıyor.

Kısacası Fire in the Sky, uzaylılar tarafından kaçırılma konusunu işlemesine rağmen kaçıran ya da kaçırılana değil, geride kalanlara yoğunlaşmasıyla benzeri filmlerden sıyrılıyor. Bununla birlikte, uzaylı ve UFO görmek isteyenleri de sonlara doğru tatmin etmeyi başarıyor. Tarihteki en ünlü kaçırılma olayını değişik bir perdeden anlatan yapım, mutlaka izlenmesi gereken mütevazı bir klasik. Bu kaçırılmayı kaçırmayın…

Yazar: Halil Alpaslan Hamevioğlu

1980 Polatlı doğumluyum. 80'ler ve 90'lar kuşağında yetişmiş bir bireyim. O devrin her bireyi gibi ben de bilimkurguyu video kasetlerden tanıdım. Sonra özel kanallar geldi. Hayal dünyam iyice genişledi. Eh, gerçek yaşamda da dünyanın içinden geçtiği dönüşümü gördüm. Sovyetler'in bitişini, Berlin Duvarı'nın yıkılışını, popüler kültürün tüm dünyayı etkisi altına alışını... Bir gün okulum bitti ve hem gördüklerimi hem de yaşadıklarımı yeni nesillere aktarayım dedim. Öğretim görevlisi oldum. Gazi Üniversitesi’nde başlayan, Başkent Üniversitesi’nde devam eden öğreticiliğimde ülke sınırlarını aştım ve kendimi Amsterdam Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde buldum. Oldum olası yazmayı sevmişimdir. Âşık olduğum bilimkurguyu ve yazma hobimi de burada birleştireyim dedim. Şimdiden iyi okumalar.

İlginizi Çekebilir

Slingshot

Slingshot: Hiçbir Kuvvet Seni Kendinden Uzağa Atamaz

“Yalnızlığı sevdiğimden yalnızım sanıyordum, oysa sadece yalnızmışım.” Yalnızlık, izolasyon, klostrofobi, paranoya, neyin hayal neyin gerçek …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin