Ünlü Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder‘in bilimkurguya da el attığı pek bilinmez. Bu filmlerden biri olan ve yaklaşık 3,5 saat uzunluğuyla dikkat çeken Welt am Draht (World on Wire), Almanya’da ilk kez resmi devlet kanalı ARD’de iki bölüm hâlinde yayımlandı. 1973 tarihli yapım, 2010 yılına gelene kadar 30 yılı aşkın süredir karanlıkta kaldı ve neredeyse ünlü yönetmenin unutulmuş filmlerinden biri oldu. Filmin başarılı bir şekilde restore edilmiş hâlinin sinema prömiyeri 2010 yılında Berlinale’de yapıldı. Türkiye’de ise ilk kez 2 Haziran 2011 tarihinde Goethe-Institut İstanbul işbirliği ile “İstanbul Modern“de “Yalan Dünya” ismi ile gösterildi.
Ayrıca 18 Şubat 2010’da film, Arthaus Premium çatısı altında DVD olarak da yayımlandı. Arthaus, Welt am Draht’ın 90 dakikalık iki bölümüne ek olarak, iki DVD’ye de bol miktarda bonus malzeme ekledi. Bu bonuslar arasında Rainer Werner Fassbinder’in ilk iki kısa filmi Das kleine Chaos ve Der Stadtstreicher da vardı. Yine Welt am Draht’ın kamera arkası ve restorasyonu üzerine bir belgesel, Rainer Werner Fassbinder ile çok bilgilendirici bir röportaj, bir resim galerisi ve PDF olarak üretim belgeleri de bonuslar arasında yer alıyordu.
Hiç kuşkusuz sanal gerçeklik konusunu popülerleştirmiş olan en bilinir film The Matrix (1999)‘tir. Matrix’in son cümlesinin Almanya’da 1973 gibi erken bir tarihte söylendiğini ve 1999 tarihli “The 13th Floor“un aslında Welt am Draht’ın bir yeniden çekimi olduğunu çok az bilimkurgu hayranı bilir. Hikâye, Daniel F. Galouye‘nin 1964 yılında yayımladığı Simulacron 3 adlı romanındaki “Sibernetik ve Gelecek Araştırmaları Enstitüsü”nde gerçekleşen bir dizi olaya dayanır.
Sibernetik ve Gelecek Araştırmaları Enstitüsü’ndeki en önemli proje, geleneksel bilgisayar teknolojisini yeni bir düzeye taşıması beklenen Simulacron 1 adlı çok güçlü bir bilgisayardır. Simulacron 1, gelecek birkaç on yılda gerçekleşecek sosyal, ekonomik ve politik süreçleri tahmin edebilecek güçte bir canavardır. Elbette gelecekteki yaşam koşullarını iyileştirmek isteyenlerin ve potansiyel rakiplere kıyasla bilgi avantajı sağlamayı hedefleyenlerin ilgisini çekmekte gecikmez. Bu sayede, en ana akım temalardan biri olan iyi ile kötünün arasındaki savaşa bir kez daha tanıklık ederiz. Araştırma projesinin başlatıcısı ve başkanı Profesör Vollmer’dir ve şüpheli bir ölümle hayatı son bulur. İntihar ettiğini söylemek herkes için en kolay yoldur, çünkü ölümünden kısa bir süre önce psikolojisinin bozulduğuna dair emareler vardır. Enstitünün yüce başkanı Siskins, Dr. Stiller’ı Vollmer’in yerine proje yöneticisi olarak atar. Ancak kısa süre sonra meslektaşları Stiller’de de garip değişimler fark eder. Dahası, enstitünün güvenlik danışmanı Günther Lause, Stiller’a söyleyecek bir şeyi olduğunu açıkladıktan sonra aniden ortadan kaybolur.
“Ve neden Lause’u hatırlayan tek kişi Stiller? Hepsi elektronik devreler üzerinden insan hayatını simüle eden IKZ projesi “Simulacron 1” ile bağlantılı mı? Ve neden bir sokak birdenbire hiçlik içinde biter? Stiller’ın varlığının sadece bir simülasyon olması mümkün mü?”
Stiller, Simulacron üzerinde çalışırken yaşadığı sorunları unutmaya çabalar. Simulacron’daki kişileri temsil eden birimlerin karmaşık elektronik süreçlerin sonucundan başka bir şey olmadığını bilmesine rağmen, onun için Simulacron sadece cansız bir makine değil, giderek bir tür minyatür dünya hâline gelir. Stiller şizofren midir? Birçoğu buna inanmaya başlar. Bir gün Stiller, bilincinin Simulacron devresine rutin bir aktarımı sırasında eski bir arkadaşını tekrar gördüğüne inanır.
IKZ güvenlik şefi Lause, Stiller’ı Vollmer’in ölümüyle ilgili bir sorun olduğu konusunda uyarır, ancak o da iz bırakmadan kaybolur. Stiller, Lause’un ortadan kayboluşunu aydınlatmak ister, fakat aniden Lause artık IKZ’de tanınmaz hâle gelir. Polis, Stiller’ın Lause’un kaybolduğunu bildirdiğini de hatırlamaz. Artık Stiller, bir yandan Lause ve Vollmer hakkındaki araştırmasını engelleyen anlaşılmaz şeylerle uğraşırken, bir yandan da IKZ patronu Siskins (Karl Heinz Vosgerau) ile mücadele etmek zorundadır. Siskins, Simulacron’u iş arkadaşlarının yararına kullanmak ve böylece onlara rekabet avantajı sağlamak ister. Stiller, iletişim birimi Einstein (Gottfried John) ile konuşmak için Simulacron’a bizzat girdiğinde, orada Lause’u görür. Görünüşe göre Vollmer, Simulacron’a bir Laus benzeri programlamıştır.
Simüle edilen insanların kendi bilinçleri bulunsa da, sanal gerçekliğin bir parçası olduklarına dair hiçbir fikirleri yoktur. Sadece “temas adamı” Einstein (Gottfried John) bir üst bilinç düzeyine ulaşır, ancak gerçekten var olmadığını anlayıp çaresiz kalır. Garip olayları fark etmeye başladıkça, Stiller kendi dünyasının da daha yüksek bir gerçekliğin bilgisayar simülasyonu olduğunu düşünmeye başlar.
Welt am Draht’ın en belirgin özelliği, bilimkurgu klişelerinden büyük ölçüde uzak durmasıdır. Fütüristik setler nadiren görülür ve üç gerçeklik seviyesi de görünüş açısından birbirinden pek farklı değildir. Sonuçta bunlar gerçekçi simülasyonlardır. Bilimkurgu, Fassbinder için 1970’lerde gri bir şehir gibi görünüyordu. Ancak çok daha ilgi çeken, retro bir görünüme sahip nefes kesici iç tasarımlardır. 2006 yılında gösterime giren çarpıcı film “Departed (Köstebek)”den tanıdığımız Michael Ballhaus‘un yenilikçi kamera çalışması da buna katkıda bulunur.
Bir karşılaştırma yapacak olursak, hikâye The Matrix veya The 13th Floor’dan çok daha fazla derinlik sunuyor ve bilimkurgu filmleri aracılığıyla insanların özünü ararken, Andrei Tarkowski’nin Solaris’ine yaklaşıyor. Tarkowski gibi Fassbinder de bilimkurgu bağlamını varoluşçu felsefe soruları için bir araç olarak kullanıyor.
“Düşünüyorum, öyleyse varım” ilkesine, The Matrix’in yaptığından daha rahatsız edici bir şekilde meydan okuyor. Film, Platon’un “Mağara Alegorisi”nden yola çıkarak kimlik üzerine şüphe uyandırıyor. Fassbinder’in iki parçalı muhteşem televizyon filmi, elektronik ses efektleri ve Michael Ballhaus’un kamera çalışmasıyla da dikkat çekiyor. Özellikle baş döndürücü dolly çekimleri ve yönlendirmeyi zorlaştıran cömert yansıma kullanımı görülmeye değer.