İnsanlığın teknoloji konusunda tutumu veya daha doğrudan bir ifadeyle teknolojinin insan hayatındaki rolü ve önemli gün geçtikçe dikkat çekici bir konu haline geliyor. Sözgelimi öncül bilimkurgu eserlerine bakıldığında ve kronolojik olarak günümüze gelindiğinde net bir gerçek göze çarpıyor; gün gelecek bize medeniyetin kapılarını açan alet yapma ve kullanma maharetini bile yine kendi ürettiğimiz araçlara devredecek ve yalnızca hazzı arayan şanslı bir azınlığın yaşadığı, ötekilerin de yok olmamak için direndiği kabus haritalarına sürükleneceğiz. Bu ne yazık ki revaçta olan söylemle acı reçete. Fakat edebiyatın ya da diğer bir deyişle anlatı tarihinin özü de bilhassa bilimkurgu bağlamında öngörülebilir olanı ustalıkla anlatmak. Bir örneğiyle karşınızdayız.
30 nisan 2021’de kütüphaneye eklenen Netflix’in özgün yapımı The Mitchells vs the Machines ya da Türkçesiyle Ailem Robotlara Karşı, Frankenstein kompleksine değin uzanan ve mitlerden de hayli beslenen yaratıcının ilhakı fikrinin hem eğlenceli hem de zekice işlendiği bir yapım. Hiperaktif bir hayal gücüne ve yaratıcılığa sahip olan Katie (Abbi Johnson), köpeği Monchi’yi başrolde oynattığı filmler çekmekte, bunları sosyal medya hesaplarında paylaşmaktadır. Bu esnada ilgi duyduğu alanda eğitim almak için de çabalamaktadır. Ailesinden uzaklaşmak, babasının aksine hayallerini ve yapmayı çalıştıklarını anlayacak insanların arasına girmek istemektedir. İsteğine kavuşur, ancak hiçbir şey beklediği gibi olmaz. Bir anda kendini absürt bir yolculuğun içinde bulur. Hem de kaçmak için onca uğraştığı ailesiyle.
Not: Yazının devamı muhtemel sürprizbozanlar içermektedir.
Aile, herkesin hayatında belirleyici bir noktaya sahiptir. Bilhassa bireyin kişiliğini geliştirdiği yaşlarda, ailenin desteğine epey ihtiyaç duyar. Zira yaşamı bir bütün olarak ele alırsak, yaşken eğilmekten kasıt tam olarak bu biçimlenme süreciyle alakalıdır. Her insan gibi varoluşunu anlamlandırmaya ya da anlamını bulmaya çalışan kişi; ilgi alanlarını ve yeteneklerini keşfetmek, bu bağlamda çabalamak, gayret göstermek, aşama kaydetmek, takdir edilmek, sevilmek ve saygı duyulmak ister. Böylece benliğini inşa etme şansını elde eder. Bahsi geçen adımlar oldukça basit ve aynı zamanda da karmaşık bir yolculuk anlamına gelir. Bir anda meydana gelmez ama farkındalık kazanıldığı için bir an geriye dönüp baktığında gördükleri çarpar, değişimi hatta dönüşümü sarsıcı etki yaratır. Edebiyatın asırlarca öncülüğünü yaptığı anlatı geleneği de bu gelişim hikâyeleriyle doludur. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, bin bir farklı yüzde envai çeşit motifin bambaşka varyasyonuyla kendini gösterir.
Mitchells ailesinin hikâyesi de bu gelişim sürecine dair önemli doneler barındırıyor. Katie, yaptığı filmlere ailesinin, özellikle babasının göstereceği tepkileri merakla izler. Ancak klasik bir baba olan Rick (Danny McBride), anlamadığı bu görüntüler silsilesinin içinden çıkamayınca topu Linda (Maya Rudolph)’ya atar, o da anne olarak birleştirici görevi üstlenir. Yine de bunun pek işe yaramadığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Aksine, Katie’nin hayallerine karşı tutucu bir üslup tutunan Rick, bu nedenle ilişkilerinin gitgide bozulmasına, aralarındaki bağın çözülmesine sebep olur. Bu esnada Monchi’nin yanı sıra küçük kardeşi Aaron (Michael Rianda’)ın da desteğini gören Katie, dinozorlara takıntı derecesinde hayranlık duyan bu afacanla bir nebze anlaşılma isteğini karşılar. Buna rağmen aklı halen kendisi gibi insanlarla zaman geçirebilme fikrindedir ve nihayetinde bunu başarabilmesi için gerekenler ortaya çıkar. Başvurduğu okuldan kabul alır.
Ailenin parçalanmaya yüz tuttuğunu düşünerek kaygıya kapılan Rick’in üzgün halleri, Linda’nın bir plan yapmaya çabalamasına neden olur. Bu plan da Katie’nin epey canını sıkacak bir detay içerecektir. Normalde yalnızca havaalanına kadar götürecekleri kızlarına kampüse kadar eşlik edecekleri bir yolculuk planı yaparlar; üstelik bileti bile iptal ederler. Haliyle Katie için bu, kaçmaya çalıştığı ne varsa daha yoğun bir biçimde maruz kalacağı anlamına gelir. Cehennemin kapılarının açıldığını, bütün eğlenceyi kaçıracağını hatta belki de hayatının mahvolacağını düşünür. Oysa yolculuğun bir noktasında öylesine derin bir kırılma yaşanır ki, sinemacı gözüyle öngördüğü senaryoların hepsi boşa çıkar ve hiç bilmediği hikâyelerin burnunun dibinde keşfedilmeyi beklediğini öğrenir. Böylece Katie ve Mitchells ailesi ile kahramanın sonsuz yolculuğu yeni bir sayfa açmış olur.
Yönetmenliğini Michael Rianda ve Jeff Rowe’nin üstlendiği The Mitchells vs the Machines, özgün esprileri, etkileyici karakter tasarımları, hikâyelerin sahiciliği ve diyalogların samimiyeti gibi pek çok unsurla öne çıkıyor. Yapay zekânın kıskanç sevgili tribiyle insanlığı uzaya postalamaya çalıştığı bir yapım olarak, komediyle bilimkurgunun zekice bileşiminin nasıl olacağını gösteriyor ve en önemlisi, Monchi’yi bize tanıtıyor. Tek bir söz etmeden filmi taşıyan, yalnızca mimikleriyle seyirciyi mest eden Monchi takdiri hak ediyor.