Kristina Buožytė ve Bruno Samper’in yönetmenliğini yaptığı Vesper (2022), bir başka post-apokaliptik bilimkurgu olarak karşımıza çıkıyor. Litvanya, Belçika ve Fransa ortak yapımı olan eser, “kıyamet” fikrini ve onun getirdiği sonluluk hissiyatını oldukça güncel ve duyarlılık içinde ele almaya çalışan bir film. Türsel külliyatın ABD ağırlıklı oluşu dikkate alındığında, Avrupalı yönetmenlerin çabası çok değerli ve açıkçası kıyamet sonrası dünyayı oldukça gerçekçi ve güzel bir şekilde işlemişler; yönetmenler geleceğimizi bugünün perspektifinden yankılıyor ve hatta geleceğin arkeolojisine girişiyorlar.
Filmin merkezinde Vesper (Raffiella Chapman) adında 13 yaşında bir kız çocuğu var. Vesper, isminin ima ettiği gibi gece karanlığının çöktüğü bir dünyada umudu simgeler, gece yıldızı gibi parlar. Yakın gelecekte dünya ekosistemi çökmüştür. Doğa başkalaşım geçirmiş, pek çok bitki, hayvan ve insan ya dönüşmüş ya da kıyamette yaşamını yitirmiştir. Film, doğa/insan karşıtlığı üzerine inşa ediliyor görünse de kıyametin merkezinde antroposen çağının baskın türü olan insan vardır. Ekolojik krize çözüm getirmesi için üretilen genetik yöntemler başarısız olur ve virüsler laboratuvarlardan sızınca felaket kapıya dayanır. Virüsler evrim geçirir ve artık bilindik Dünya ve onun ekosistemi bozulur. Yepyeni türler belirir; etobur bitkiler, garip canlılar dünyayı artık tekinsiz bir yer hâline getirmiştir.
İşte bu yeni karanlık çağda oligarklar krizi fırsata çevirir. Doğada artık yenilebilir bitki ve hayvan kalmayınca, Hisar (Citadels) adı verilen yerlere yerleşen oligarklar yönetimi altındakilere bir defalık kullanımı olan tohumlar verir. Sürekli yeni tohumlara ihtiyaç duyan insanlar ise hayatta kalmak için yeri gelir kanlarını satar. Vesper böyle bir kıyamet sonrası toplumda dron bir robot aracılığıyla iletişim kuran savaş gazisi baba Darius (Richard Brake) ile hayata tutunmaya çalışır. Vesper bitkilerin genetiğini kırmaya/değiştirmeye çalışmakta, doğal bir şekilde tohum üreten bitkiler vasıtasıyla rahatça hayatta kalmayı ummaktadır.
Bir gün ormanda ağır yaralanmış Camellia’yı (Rosy McEwen) bir jet kazasından sonra yalnız ve kafası karışmış bir hâlde bulur. Kadını iyileştirir. Kadının ve onun babasının Hisarlı olduğunu öğrenir ve Hisar’a dönerken yanlarına kendini ve babasını alması koşuluyla onlara yardımcı olmayı kabul eder. Bu kazada payı olan ve Hisar/yerel halk arasında aracılık yapan amcası Jonas, Hisarlı Elias’ı öldürüp kadını ele geçirmeye çalışır. Böylece Vesper, beklemediği anda kendini giderek bir ölüm kalım savaşının içinde bulur.
İçinde yaşadığımız pandemi/pandemi sonrası dönem insan varoluşunun kırılgan doğasını gösterse de, gerçekleşecek bir kıyamet fenomenini imgelemek yeni bir şey değildir. Sinemada Bilimkurgu ve Kıyamet kitabında da incelediğimiz gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yükselişe geçen bu tür, oldukça “yaratıcı” ve çeşitli konular üzerinden kırılganlığımızı, vahşiliğimizi, pervasızlığımızı incelemeye devam etmektedir. Vesper, Interstellar (Christopher Nolan, Yıldızlararası, 2014) gibi filmlerde gördüğümüz doğanın verimsizliği olgusunu insan/doğa mücadelesinde doğanın bir laneti ve cezası olarak değil, insanların teknik ve bilimi kullanmasındaki özensizlik ve pervasızlık olarak betimliyor. Filmin betimlediği gelecek, aslında şimdiden içinde olduğumuz ve yazılmakta olan bir gelecek.
Çünkü DNA teknolojisi geliştikçe yenilebilir bitkilerin yalnızca bir kez ürün/hasat vermesi için gerekli genetik müdahaleler şimdiden yapılıyor. Şirketlerin büyüyen kârlarını sağlama almak için başvurduğu bu yöntem, her yıl yeniden tohum almayı zorunluluk addederken, “ata tohumlarını” kullanmak ise özel şartlara ve düzenlemelere bağlı. Hatta onları bulmak bile kolay değil. Aslında oldukça ütopik ve iyicil bir yetkinlik olan bu teknoloji, ürün verimliliğini arttırırken kâr döngüsü içinde bir sürü tartışmalı unsuru da içinde barındırıyor. Kâr mı, insan hayatı mı önemli? Doğal döngüye yıkıcı olmayan müdahaleler nasıl yapılabilir? İşte, Vesper bu kötücül tarzda işleyen sistemi biraz daha uç noktalara götürüyor, “kaza” sonucu doğaya sızan virüslerin yarattığı ekolojik yıkımın aç gözlülük ve gaddar bir oligarşik yönetim içinde ne türden yeni felaketlere gebe olduğunu bizlere gösteriyor. Böylece Vesper’in arayışı (filmin sonunu söylemeyelim ama) ve yaptığı sembolik eylem, insan varoluşunun yeniden düşünülmesi için bir fırsat sunuyor.
Film oldukça sınırlı bir bütçeyle, sinemada görece aşina olduğumuz Jonas rolündeki Eddie Marsan gibi aktörlerle karşımıza çıksa da, tipik bir Hollywood filminin sahip olduğu yoğun aksiyondan uzak duruyor. Aynı şekilde, tipik blockbuster’ların aksiyona dayalı şaşırtıcı görsel efektlerini de pek beklemeyin. Buna karşın eser, inandırıcı ve yeterli bir görsellikle yıkım sonrası hayatları, onların yaşadığı mücadeleyi gözler önüne sermeye çalışıyor. Filmin mesajı olan “bir tohum gerçekten de her şeyi değiştirebilir”, ancak filmin şimdilik gişede istediği başarıyı tutturamadığını görüyoruz. Buna rağmen Avrupa kaynaklı post-apokaliptik filmlerin daha çok düşündürücü, mesaj içeren yapısına sahip olan Vesper izlenmeyi hak ediyor ve yakın zamanda arkeolojik ve antropolojik bir kalıntıya dönüşmeden önce insanlığa bazı ciddi uyarılarda bulunuyor…