Üretken ve ileri görüşlü bilimkurgu yazarı Philip K. Dick, Blade Runner‘a da ilham veren 1968 tarihli “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” adlı eserinde androidlerin elektrikli koyun hayal edip edemeyeceğini sorguluyordu. 2023’te, üretken ama pek ileri görüşlü olmayan Kanadalı film yapımcısı April Mullen ise yeni filmi Simulant ile istemeden de olsa androidlerin seyirciyi uyutup uyutamayacağını sorguluyor gibi. İnsanlar Dick’in orijinal sorgusu konusunda hâlâ kararsız (belki ChatGPT’nin bir fikri vardır), ancak yapımcı Mullen’in sorusuna cevap çok açık: Evet, androidler seyirciyi uyutabilir!
Simulant, ilham ile yeniden çevrim arasında tehlikeli derecede ince bir çizgide ilerliyor. Mullen ve senarist Ryan Christopher Churchill’in android hikâyesini, iyi niyetli bir bakış açısıyla Philip K. Dick, Isaac Asimov ve diğer bilimkurgu edebiyatı devlerine bir saygı duruşu şeklinde niteleyebiliriz. Ancak Simulant’ın gerçekte ne olduğunu görmek için filmin robotik yüzeyine ince çizgiler atmak yeterli. Çünkü film insanlık, teknoloji ve “Her Şeyin Gerçekte Ne Anlama Geldiği” konularında ortaya dökülen fikirlerin karışık bir pastişinden ibaret. Üstelik daha yapay ve daha az zekâ barındırıyor.
Sanki film yapımcıları, üç ayrı olay örgüsü ile karmakarışık bir şekilde kotarılan Simulant’ta hangi karaktere odaklanacağına ya da hangi aktörün uluslararası alanda daha iyi iş yapacağına tam olarak karar verememiş gibi. Simulant, inanılmaz zengin çiftimiz Evan (Robbie Amell) ve Faye’i (Jordana Brewster) odağına alarak açıyor kurgusunu. Faye bir sanatçı, Evan ise… bir şey… Her hâlükârda çift, Simulant adlı androidlerin norma dönüştüğü, eski sürümlerin ev işlerinde yardımcı olarak kullanıldığı ve giderek daha gelişmiş modellerin piyasaya sürüldüğü bir gelecekte yaşıyor.
Simulantlar, Asimov’un robotik yasalarının değiştirilmiş bir versiyonunu takip ediyor. İnsanlara zarar vermeyin, emirlere uyun vesaire… Ancak yavaş yavaş kendi sezgilerini de geliştiriyorlar. Hop, klişemiz de geldi! Çok daha farklı, çok daha ilginç bir filmde bu tarz bir klişe belki önemsenmeyebilirdi. Sorun şu ki, yapımcıların bu çok orijinal, tamamen farklı ve distopik senaryoyu nereye götüreceğine dair zerre fikri yok. Üstelik bütçenin çoğu da ıssız sokak köşelerine ucuz görünümlü CGI reklam panoları yerleştirmeye harcanmış gibi.
Evan ve Faye kötü bir araba kazası geçirdiğinde ve içlerinden biri ne yaşandığı hakkında hiçbir fikri olmadan uyandığında, tüm bunların nereye gittiğini görebiliyorsunuz. Birini gerçekten insan yapan nedir? Bu, şimdi sadece Evan ve Faye’in değil, aynı zamanda diğer karakterlerin de karşı karşıya olduğu bir soru. Kessler (Sam Worthington) adında, özellikle kılık kıyafetine düşkün, android karşıtı bir polisimiz mevcut. Çılgın dövmeli bir bilgisayar korsanı ve robot ayaklanmasını kışkırtmak için can atan Casey (Simu Liu) var bir de. Ya da belki Casey, Alicia Sanz’ın canlandırdığı tutsak Simulant sevgilisinin anısını kurtarmaya çalışıyordur? Hayır, bekleyin, Sanz aslında iki karakter. İkiz robotlar! Olabilir mi böyle bir şey?
Dürüst olmak gerekirse tüm detayları tam olarak hatırlamak imkânsız ve Simulant’ın ne kadar özensiz ve yamalı bohça gibi hissettirdiğini düşünürsek, insan anlamaya da pek can atamıyor. Önemli bilgileri haber programı arka plan gürültüsü yoluyla ortaya koyan, “gelecek fikri”ni CD çalarlı arabalarla anlatan, çorak sanayi bölgelerinde insanların eski bilgisayar monitörlerini ve trafik ışıklarını sattığı açık hava pazarları bulunan nostaljik dokunuşlu tuhaf bir film var karşımızda. Uzun lafın kısası Simulant, cansız ve mekanik bir yapımdan daha fazlasını vaat etmiyor…