Yönetmen koltuğunda Danny Boyle‘ın oturduğu ve senaryosunu Alex Garland’ın yazdığı 28 Later Days (28 Gün Sonra), hayvan hakları aktivistlerine kısaca “boyunuzdan büyük işlere girişmeyin,” diyerek, İngiltere’yi kasıp kavuran bir virüs salgınını konu alıyor. 2002 yapımı düşük bütçeli filmin kadrosunda ise Cillian Murphy, Naomie Harris, Christopher Ecclestion gibi isimler var. Post-apokaliptik yapımlara hayransanız, hele hele zombi filmlerinden hoşlanıyorsanız mutlaka izlemelisiniz. Filmimiz maymunlara zorla şiddet görüntülerinin izletildiği sahneyle açılış yapıyor. Hayvan haklarını savunmak adına laboratuvara gizlice giren bir grubun neredeyse aptallıkla nitelendirilecek kadar büyük bir hataya düşmesiyle de karanlık bir dünyaya balıklama dalıyoruz.
Sıkı TWD hayranlarının dikkatinden kaçmayacağı küçük ayrıntılar da barındıran film, çevik ve hızlı zombi kültürünü işlerken, özellikle dv kamerası kullanılmasıyla bu işin hakkını ziyadesiyle veriyor. Çekilmiş birçok zombi filmini izleyenler ve bir sebeple bu filmi kaçırmış olanlar başlangıçta sıkılabilir. Londra’nın insansız caddelerinde gezinirken karanlık bölgelere sinmiş zombiler yine başka başka yapımcıların kulaklarını çınlatmanıza sebep olacak cinsten. Özellikle 2000’li yıllardan sonra “zombi” fikri öylesine sahiplenildi ki artık bu türe ait neredeyse her türlü kurmaca, çeşitli yollarla izleyicilere sunuldu. Gelişen teknoloji ve düşün dünyası ile elbette bu tarz yapımlar da kendilerine çekidüzen vererek ilerlemeyi ihmal etmedi. Bu bilgiler ışığında 28 Days Later’ı zaman zaman yavan bulmanıza şaşırmamalısınız.
Filmi izlerken virüsün yayılma hızıydı, öfkeli zombilerdi derken yapıma dair hemen her şeyi tükettiğimizi anlıyoruz. Öyle ki pek çok sahneyi önceden tahmin edebiliyoruz. 28 Gün Sonra, bu yanıyla epey yetersiz görünüyor. Film iyi bir fikir üzerinden şekillenmeye başlasa da karakterlerin oyunculukları çok yapay kalıyor; üstüne üstlük tükenmekte olan bir dünyada yaşanıldığı gerçekliğinden uzak basit diyaloglar da bu kötü gidişata tuz biber ekiyor. Açlıkla ve ölüm tehlikesiyle boğuşan insanların rahat tavırları hiç kuşku yok ki izlerken gözünüzü acıtacak nitelikte.
Maraton koşucuları kadar hızlı bu zombiler karşısında aşırı rahat davranan karakterleri izlerken kahrolabilir, vurdumduymazlığın da bir sınırı olmalı diye düşünebilirsiniz. Bir anda yapayalnız ve korunmasız kalmış insanların az da olsa kaygılı olmalarını beklemek sanırım hakkımız. Unutmadan bir de sadece 28 günde “kadınsızlıktan” gözü dönmüş askerlere ait bir bölüm var ki evlere şenlik; bazı sahnelerse oldubittiye getirilmiş. Galiba bu sahnelerin, filmin içeriğine ya da bütünlüğüne uygunluğu üzerinde pek durulmamış.
Bu özensizliğe rağmen, filmi özel kılan en büyük etken işlenen her sahnenin başka yapımcılar tarafından aşırılması ya da yeniden yorumlanmış olduğu gerçeği. Buradan yola çıkarak film ekibini bu başarıları nedeniyle alkışlamadan geçemiyoruz. Zombi filmlerinin fantastik havasına rağmen işin diğer bir boyutuna odaklandığımızda daha fazla haz alacağımız bir gerçek. Yönetmenin gözünden kıyamet sonrasını deneyimlediğimiz filmde, bir yanda güçlü düşmanlar sizi avlamak isterken bir yanda da hayatta kalmaya odaklanan karakterlerin aslında ne kadar çaresiz olduklarını sezip ölüm ve yaşam döngüsüne bindirilen tüm o şaşalı işlerin birer birer yıkıldığını görmek mümkün. Varoluşuna anlam arayan karakterlerin bir süre sonra “kaç, saklan, yağmala, korun” döngüsüne esir düşmesiyle gerçek bir post-apokaliptik manzara karşısında yaşamanın en acılı, en karanlık yanını deneyimlemek filmimizi güzel kılan etmenlerden biri oluyor.
Her şeye rağmen, Rage isimli virüsle sonu gelmiş bir dünyaya kapılarını açan 28 Days Later, türe hayran kimselerce izlenmesi gereken bir gerilim/bilimkurgu yapımı olduğunu kanıtlamış görünüyor.