Anti Matter

Işınlanmanın Yarattığı Kaos: Anti Matter

Keir Burrows‘un yazıp yönettiği 2016 çıkışlı Anti Matter, 2018 Ulusal Film Ödülleri’nde “en iyi aksiyon filmi” adaylığı da bulunan bir bilimkurgu filmi. Filmde, ışınlanma üzerine çalışmalar yapan doktora öğrencisi Ana (Yaza Figueroa), Liv (Philippa Carson) ve Nathan (Tom Barber-Duffy)‘ın macerasına tanık oluyoruz. Deneyleri takiben kaynak arayışına girişen ekip, hayvanları kobay olarak kullandıkları için gelen tepkiler ve deneylerine karşı yürütülen karşıt çalışmalar yüzünden ellerindeki imkanı kaybetmeye başlıyor. İmkansızlıklar nedeniyle önce Liv’in büyük annesinin kedisi ve hemen ardından da Ana’nın kendisi deneyin kobayı haline geliyor. Fakat beklenildiği gibi işler pek de yolunda gitmiyor.

Ana, deney sonrası gözünü evinde açıyor ve bir şeylerin ters gittiğini fark etmesi uzun sürmüyor. Hafızasında boşluklar oluşuyor ve her şeyi sürekli not alması gerekiyor. İşte tam bu sırada evine hırsız girip çalışmalarını çalıyor. Maymun maskeli bu tuhaf kişiyle yaşadığı kovalamaca esnasında yaralanan Ana, ansızın kaygılı bir ruh haline bürünüyor. Hafıza sorunları yaşıyor, arkadaşları onunla ilgilenmiyor ve dışlandığını hissediyor. Bir şeylerin yanlış olduğuna dair kuşkuları gitgide güçlenirken, kendini bu kuşkularının üzerine gidecek kadar güçlü hissedemiyor. Çok geçmeden annesi de birtakım tuhaflıklar sergilemeye başlayınca işin peşini bırakmamaya karar veriyor.

Reset filmindekine benzer şekilde, Anti Matter’da da solucan delikleri teorisi karşımıza çıkıyor. Fakat zamanda seyahat fikri, yerini kütlesel ışınlanma uğraşlarına bırakmış durumda. Amaç şu: İstenilen nesneler belirlenen koordinatlara gönderilecek ve böylece yeni bir çağın kapıları açılacaktır. Nakliye, trafik gibi tüm sorunlar çözülecek, başka şehirde yaşayan arkadaşınıza günü birlik çay içmeye bile gidebileceksiniz. Teoride oldukça etkileyici olan bu fikir, ne yazık ki uygulamada bin bir sorun doğurabiliyor. İnsan zihninin yapısı henüz çözülemeyen bir bilmece. Madde ile bilinç ilişkisine dair bilinmeyenler öylesine çok ve sorular o denli yoğun ki, işler karanlıkta yol bulmaya dönüyor. En küçük hatanın dahi insan zihninde ya da bedeninde ne tür hasarlar doğurabileceği tam bir muamma. İçerdiği bu belirsizlik nedeniyle, ışınlanma deneyleri bir çeşit intihar olarak bile değerlendirilebilir.

Filmin konusu da bu noktaya bağlanıyor. İnsanlık, deneme-yanılma usulüyle bugüne değin doğanın ve maddenin yapısına dair birikim kazanmış, ilerleme için kaynak toplamıştır. Ancak ölümcül deneyler ve çalışmalarda yaşanan kayıplar da tarihi bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. En meşhur örnek ise hiç kuşkusuz Marie Curie‘dir. Çalışmaları sırasında maruz kaldığı radyasyon hasebiyle hayatını kaybettiğini bilmeyen yok. Bu noktada izleyicinin aklında şu soru belirliyor: Peki ya etik? Hayvanların deneylerde kullanılması konusu sürekli tartışılıyor. Sonuçta canlıların böylesine zalim bir şekilde sömürülmesi ahlaka ve vicdana mugayir bir eylem. Bununla birlikte kozmetikten eczaya dek kullandığımız her şeyin denenmesi sürecini sorgulamak gerekiyor. Işınlanma özelinde bile bakarsak, bu denli önemli bir buluşun karşısında insan ve diğer canlıların hayatı, ödenmesi gereken bir bedel olarak beliriyor. İnsanı etik ile mantık arasında bırakan bu bilmecenin çözümünü size havale edip filmimize dönelim.

18. 19. ve 20. yüzyılda yazılan romanları incelediğimizde, sık sık karşımıza her şeyin en detayına kadar aktarıldığı boğucu anlatımlarla dolu metinler çıkabiliyor. Elbette yazarın amacı görsellikten yararlanmak ve metninin gücünü pekiştirmek. Bununla beraber sinema ve televizyonun ortaya çıkışı, ister istemez bu ağırlığın da atılması ihtiyacını doğurdu. Bugün teknolojinin hızına paralel olarak gelişen insanlığa bir şey anlatmak istiyorsanız, daha hızlı olmanız gerekiyor. Metrobüste boş koltuk kapmak için ışık hızına çıkabilen çağımız insanının sanat anlayışı da bundan pek farklı değil. Türk dizileri misali sakız gibi uzatılan senaryo, bir yerden sonra filmin temposunu da düşürüyor ve zayıf görsellikle birlikte izleyeni yoracak hale geliyor.

Sinemanın temeli karelerin geçişleriyse, başarısının sırrı da gereksiz karelerin azlığıdır. Yani derdini ne kadar seri ve net anlatırsan, o kadar “kaliteli” iş yapmış olursun. Ayrıca bilimsel bir çalışmayı ve bunun birey üzerindeki etkisini incelerken yalnızca belirli açılardan bakmak da izleyicinin katılımını engelleyebiliyor. Filmdeki çoğu kare bu sebeple boşa çıkıyor. Sosyal etki, kişiler arasındaki iletişim gibi eksiklikler ise finaldeki vurucu sahnelerle verilmeye çalışılmış. Sonuç olarak tüm bu aksamalarıyla Anti Matter, hayati eksiklere sahip vasat bir film olmaktan öteye geçemiyor.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

bilim ve bilimkurgu teoride mumkun 5 kavram

Teoride Mümkün Olan 5 Bilimkurgu Kavramı

Bu yaygın bilimkurgu temaları, bir gün birer bilimsel gerçeğe dönüşebilir… Bilimkurgu romanları ve filmleri, çoğu …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et