Görünmezliğin Dehşeti: The Invisible Man

“Göremediğiniz şey size zarar verebilir.”

Görünmezlik, her daim insanların arzuladığı ve merak ettiği bir kavram olagelmiştir. Kimseye görünmeden hareket etmek, istediği yerden başka yere gidebilmek büyük bir yetenek olarak kabul edilmiştir. Hatta öyle ki, kurgusal düzlemde insan üstü güçlere sahip varlıkların vasıflarından biri olarak bile gösterilmiştir. Bu arayışın kökenine dair ihtilaflı fikirler öne sürülse de sosyolojik olarak ele alındığında güç temelinde şekillenen toplumsal ilişkiler ve bireyin bu doğrultudaki yeri en çok zikredilendir. Toplumun davranışlarını kısıtladığı, kurallar koyarak şekillendirdiği insan için bir nevi isyan aracıdır. Freudyen bakış açısıyla ele alırsak; id’in süperegoya başkaldırısında kullanacağı yetkin bir araçtır.

Kurgusal düzlemde bunun yansımasına kadim anlatılarda da rastlanır. Lakin, bahsi geçen destan ve masallarda izahı elbette olağandışı, büyülü hatta tanrısal yollarla yapılır. Sözgelimi, Tanrı Zeus’nun oğlu Perseus, Gorgon Medusa’ya gizlice yaklaşmak amacıyla sihirli bir şapka kullanır. Hikâyeyi bilmeyenler için özetlersek, Medusa’yı öldürmek ve başını almak için kullanır ki, böylece Kraken’in Argos şehrini yok etmesine engel olur. Ayrıca insanın en temel arzularından birine de aracılık eder. Birçok diğer kadim metinde de kendisine yer bulur. Hatta, Harry Potter gibi modern eserlere de etkisi sirayet eden bu görünmezlik giysilerinin bilimkurgu eserlerine yansıması ise H.G. Wells‘in Görünmez Adam (1897) adlı eseriyledir. Alışılanın aksine görünmezlik olgusunu bilimsel yollarla izah eden bu metinle birlikte işler değişir.

Yönetmenliğini ve senaristliğini Upgrade filminden de aşina olduğumuz Leigh Whannell‘in üstlendiği The Invisible Man de tıpkı 2000 yılı yapımı Kevin Bacon ve Josh Brolin’li Hollow Man gibi bilimkurgu formülleriyle görünmezliğe dayalı bir hikâye anlatıyor. Fakat tek farkla: Bu filmin esin kaynağı muhtemelen 1933 yapımı klasik film, tıpkı klasik filmin de romandan esinlenmesi gibi.

Cecilia Kass (Elisabeth Moss) ve Adrian Griffin (Oliver Jackson-Cohen) çifti mutsuz ve huzursuz bir evliliğe sahiptir. Bunun nedeni de sosyopat bir dahi olan Adrian’ın eşine karşı gösterdiği kontrolcü ve tacizkar tavrıdır. Bir noktadan sonra dayanamayacak raddeye gelen Cecilia, gizlice kaçış planı yapmaya başlar. Bir gece ise bunu gerçekleştirerek kaçar ve izini kaybettirir. Ya da o öyle sanmaktadır, zira bir süre sonra işler karışmaya başlayacaktır.

Yönetmenin 2018 yapımı Upgrade filmindeki başarısı malum. Bilimkurgu öğelerini iyi harmanladığı bu projesinde gerilim unsurlarıyla seyirciyi filmin içine çekmeyi başarmıştı. Çekimler ve kameranın açılarının tasarrufu da bu anlamda gayet başarılıydı. Aynı şekilde Görünmez Adam filminde de gerilim öğelerini iyi kullandığı aşikâr. Bilhassa, kısıtlı bütçeye karşın, az mekân kullanımıyla çekim kompozisyonlarını yerinde değerlendirmesi, izleyicinin yorulmadan izlemesini sağlıyor. Bunu özellikle giriş kısmında çok iyi görüyoruz ve bir anda filmin içine dâhil oluyoruz. Böylece, beklenti de yükseliyor hâliyle. Ama devamında senaryosal düşüşe de engel olunamamış ne yazık ki.

Öncelikle, başroldeki Elizabeth Moss‘un güzelliği konusunda yapılan yorumlar gayet yerinde. Böylesine saplantılı ve mükemmeliyetçi bir insanın takıntı hâline getirdiği kadının da görünüş olarak daha çekici olmasını beklemiyor değiliz. Şaka bir yana; ilk olarak filmde dramatik öğeyi sirayet ettirmekte en önemli öğelerden olan müziğin kötü kullanıldığını söylemek gerek. Temponun kâh düşüp kâh yükseldiği bir yapımda müziğin bunu direkt olarak seyirciye aktarması her yönetmenin kullandığı belirgin bir teknik ama, bu filmde Upgrade’in maalesef yanından bile geçemiyor, duyguyu yansıtmakta yetersiz kalıyor. Zira, sahne gayet sıradan bir akışa sahipken arkada çalan hareketli müzik, aksiyon sahnesine geldiğinde bu çizgiyi tutturamıyor.

Senaryonun düşüşü derken kastedilen şeyi anlamak için filmi iki parçaya ayırarak incelemek gerekiyor. İlk yarısında iyi bir başlangıç yapan ama bir süre sonra gittikçe durağanlaşan yapısıyla hikâye anlatımında zayıf kalıyor. Bunun sebebi de gerilim öğelerini izleyiciye yansıtmak için karakterlerin geçmişine ve kişiliklerine dair sunulan bilgilerin yetersizliği. Evli çiftin evliliklerinin neden kötü olduğunu az çok anlatmasına rağmen, Adrian karakterinin davranışlarının altında yatan ruh hâlini aktarmayarak metni eksik bırakıyor. Dolayısıyla, karakterlerin kendini yansıtma şansı da kalmıyor. Örneğin, saplantısının sebebinin yalnızca reddedilmek olduğunu düşünmek için izleyicinin üzerine bir şeyler katması gerekiyor. Belki de bu nedenle karakter derinliği yeterince sağlanamıyor. Üstüne üstlük yan karakterlerin tipleme seviyesinde kalan hâlleri de eklenince, metin kendini tekrara başlayarak izleyicide ihtilafa yol açıyor.

Velhasıl, güç eksenli gelişen kadın-erkek ilişkilerine dair önemli eleştiriler içermesi bakımından değerli bir yapım. Kadınların eşleri ve toplum tarafından sürekli olarak belirli bir yaşayış tarzına göre şekillendirilmeye çalışıldığı bir dünyada, para ya da varlığın aksine aslolanın özgürlük olduğunu düşünen birinin kaçışını anlatıyor ve iyi de yapıyor. Zira, salya sümük dram yerine gerilim ve aksiyona paralel olarak gelişen ve yükselen bir kadın figürü sunarak, izleyiciye haksızlık etmemiş oluyor. Fakat senaryoyla ilgili bazı sorunların, mantık hatalarının ve oyunculuklarla ilgili derinlik sıkıntılarının olduğunu da yeniden belirtmek gerek. Ezcümle, tüm bunları bir araya getirdiğimizde ortaya izlenebilir bir film çıkıyor.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

ay'da ilk insanlar

H.G. Wells ve Sosyalizm – 4. Bölüm: Ay’da İlk İnsanlar

İlk olarak 1901 yılında yayımlanan Ay’da İlk İnsanlar’da H.G. Wells, hırslı bir iş adamı olan …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et