Sinemadaki kadın imgeleri hep tartışılagelmiştir. Bilimkurgu türünün ve sinemasının, genellikle eril uğraşlar olarak görülen teknoloji, uzak diyarlara sefer, uzaylı istilası gibi fenomenlere karşı direniş ve savaş gibi konularla ilgili görünmesi kadınların bilimkurguda temsilini her zaman tartışmalı hale getirmiştir. Genellikle erkeklerin yazdığı ve çektiği eserler olduğu için bilimkurgudaki kadın imgesi büyük ölçüde kadının kendi mevcudiyetini sunması biçiminde değil, erkeklerin kadına ilişkin arzu ve beklentilerin yansıması biçiminde karşımıza çıkar.
Aslında sorun sinemadaki kadın imgesiyle paralel bir özellik gösterir. Genel olarak ana akım sinemaya ya da anlatı sinemasına baktığımızda kadına biçilen rol her daim hem görsel hem de anlatısal olarak bir arzu nesnesi biçimindedir. Anakahraman erkek, sıklıkla başına gelen ani bir kayıp olgusuyla yüzleşmeye, onu bulup telafi etmeye çalışır. Serüveni boyunca kadın ya ele geçirmek istediği bir konumda ya da onun kendi arayışında bir yan figür olarak yer alır. Bilimkurgu sineması da bu genel şemanın çok dışına çıkmaz. Ancak bu durumu tersine döndüren ve izleyiciyi sarsan eserler de vardır. Bu eserlerden biri de hiç kuşkusuz Rachel Talalay’ın yönettiği 1995 tarihli Tank Girl.
Talalay, televizyon ve sinemada yapımcı ve yönetmen olarak pek çok işe imza atmış bir kadın yönetmen ve yapımcı. A Nihgtmare on Elm Street (Elm Sokağında Kabus, 1981) serisinin ilk dört filminin yapım sürecinde yer alırken, 1991 tarihli Freddy’s Dead: Final Nightmare (Freddy’nin Ölümü: Son Kabus) filminin de yönetmenliğini yapmıştı. Dolayısıyla bilimkurgu ve korku türleriyle fazlasıyla haşır neşir ve özellikle teknoloji bilgisi, görsel efekt konusunda film bütçesinin düşmesine de yardımcı oluyor.
Başka Bir Kadın
Tank Girl ise hem bilimkurgu sinemasında hem de alt tür olarak post-apokaliptik bilimkurgu sinemasında ayrıksı bir yere sahip. Eser, Britanyalı Jamie Hewlett tarafından çizilen ve Alan Martin tarafından yazılan aynı adlı çizgi roman serisinden çekilmiş bir uyarlama. Film başından sonuna çılgın, eksantrik, kendisiyle büyük ölçüde barışık, güçlü veya güçlenen kadın kahramanlara sahip.
Filmin konusundan bahsetmek gerekirse, 2022’de bir kuyruklu yıldız Dünya’ya çarpar ve 11 yıl boyunca büyük bir kuraklığa neden olur. Bu sırada insanlığın önemli bir kısmı hayatını kaybeder. 2033 yılındaysa kalan suyun büyük bir kısmı Kesslee (Malcolm McDowell) ve su kaynağını tekelleştirerek nüfusu kontrol eden Water & Power (W & P) şirketi tarafından rezerv tutulur. Rebecca Buck – “Tank Kız” (Lori Petty) – şirketin kontrol etmediği son suyu işleten Avustralya’daki asi bir komün üyesidir. Komüne yönelik bir saldırıda, W & P birlikleri Tank Girl’un erkek arkadaşı Richard’ı (Brian Wimmer) öldürür ve Tank Girl ile genç arkadaşı Sam’i (Stacy Linn Ramsower) yakalar. Onu öldürmek yerine, Kesslee öfkeli Tank Kız’ı köleleştirir ve işkence yapar. W & P’den kaçmaya çalışan yetenekli fakat içe dönük jet teknisyeni Jet Girl (Naomi Watts), kaçmak için fırsat sunması açısından Tank Girl’e daha sorunsuz görünmesi için tavsiyede bulunur ama Tank Girl bunları reddeder. Böylece film geleceğin dünyasını, felaketi dışsallaştırsa da şirketler tarafından el konulmuş su kaynakları üzerindeki mücadele olarak resmeder ve onun serbestleştirilmesini, kamuya sunulmasını, feminist, özgürleşen kadın imgesiyle birlikte sunar.
Sonunda Tank Girl, Jet Girl ile birlikte tutsaklıktan kurtulur. Teki bir savaş uçağı, diğeriyse filmin isminin ifade ettiği gibi bir tank ile bölgeden uzaklaşır. Çöldeki arayışları sonunda Rippers’ların gizli sığınağını bulurlar ve onların aslında Jhonny Prophet tarafından yaratılmış süper askerler olduğunu öğrenirler. Dünyayı teslim almış olan bu büyük şirkete karşı savaş açarlar. Sonundaysa insanlık yeniden temiz ve kullanabilir suya ulaşarak gelecek güzel günlere umutla bakar.
Özgürleşen Dünya
Yapım birçok açıdan western filmlerin atmosferini yansıtır ve yıkım sonrası dünyadaki durumu yine bir özgürleşme isteği olarak ortaya koyar. Akışkan, şekilsiz su imgesi aslında “Tank” Girl’in yapısına da uygundur ve ele avuca sığmayan, asla boyun eğmeyen, arzu nesnesi değil, güçlü bir özne ve arzulayan olarak kadın imgesini gösterir. Köleleştirilen ve işkence edilen kadının, aslında kendi sınırlarının ötesine çıkıp belki de bu köleleştirmeyi bir özgürleşme olarak ters çevirmesini resmeder. Filmin genel söylemi eşitlikçidir. Hem erkek ve kadın arasında hem de insanlar arasında daha eşitlikçi, baskının olmadığı, ihtiyaçların rahat bir şekilde giderildiği bir düzleme gönderme yapar. Pek çok açıdan bir anti-kahraman olarak Tank Girl, yıkım sonrası dünyaya ve bilimkurgu türüne, bu türün uzlaşımlarıyla oynayarak farklı bir hava verir. Bu dokunuş bir “kadın” dokunuşudur ama sinemanın klişelerini farklı bir açıdan yorumlayan bir dokunuştur; bu yüzden Tank Girl çok geçmeden feminist sinema açısından bir kült haline gelmiştir. Film geçmişe de nostaljik bir fantezi ile yaklaşmaz. Geçmiş olmuş bitmiştir, gelecek daha önemlidir ve o da daha özgür bir yapılanmaya sahip olmalıdır.
Tank Girl kesinlikle izlenmeyi hak eden bir film. Görsel efektler pek çok açıdan doyurucu. Birçok açıdan güncel su sorunlarını bilimkurgusal bir düzlemde sunuyor. Sonuçta yakın gelecekte suyun öneminin artmasını bekleyebiliriz. Bu açıdan eser genel olarak dünyadaki yükselen şirket egemenliğine karşı bir tepki anlamına geliyor, bu tepkinin de merkezine oldukça güçlü, kendisiyle barışık, hiperaktif kadın kahramanları yerleştirerek farkını ortaya koyuyor.