En iyi bilimkurgu filmlerine baktığımızda usta yönetmen Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey (Bir Uzay Macerası) ve Clockwork Orange (Otomatik Portakal) filmlerini listelerde mutlaka görürüz. Çoğu listede de hem otoriteler, hem de hayranlar tarafından 2001 en iyi bilimkurgu filmi seçilir. Oysa Kubrick’in bu iki film dışında da çektiği ve son derece başarılı olan bir bilimkurgu filmi daha vardır. Üstelik yönetmenin ilk bilimkurgu tecrübesi yine bu filmledir. 1964 tarihli filmin tam adı şu şekilde: Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (Dr Garipaşk veya: Bombadan Endişe Duymayı Bırakıp Nasıl Onu Sevmeyi Öğrendim).
Soğuk savaş yılları… Paranoyak ABD Generali Jack D. Ripper, Sovyetler Birliği’ne karşı üstlerinin bilgisi olmadan acil durumlar için oluşturulmuş gizli bir nükleer saldırı komutu verir. Bu komutun şifresi de bir tek kendisinde vardır. Bu yüzden saldırı emrini iptal etmek oldukça güçtür. Durumdan geç de olsa haberdar olan ABD başkanı ve üst yöneticiler, acil durum karargahında toplanıp bu durumu nasıl önleyebilecekleri üzerine toplantıya başlar. Ancak başkan dışındaki hemen herkes durumu daha da zorlaştırmaktadır. Tüm görüşmeler ve çabalar yetersiz kalmaya başlayıp işler çığırından çıktığında, herkes toplantıda yer alan Alman asıllı bilim kişisi Dr. Strangelove’ın çılgın fikirlerine sarılmak zorunda kalır.
Film, hâlâ günümüzde yer yer devam eden ürkütücü nükleer savaş krizlerini alaycı, irdeliyeci ve eleştirel bir şekilde işler. Dr Strangelove, alternatif bir gerçeklikte bu nükleer krizlerin çığrından çıkması durumunu başarıyla işleyen sinema yapımlarının başını çeker. Bunu kara komedi ile işlemesi de izleyiciye seyir zevki olarak ayrı bir keyif verir. Aslında Kubrick ilk başta bu filmi tıpkı filmin esinlenildiği romandaki gibi gerilim/dram türünde çekmeyi düşünmüş. Ama sonradan komedi olarak çekmekte karar kılmış. İyi ki de öyle yapmış, zira usta komedi oyuncusu (kimilerine göre alanında tarihin en iyisi) Peter Sellers’ın 3 farklı karakteri (Dr Strangelove, ABD Başkanı Merkin Muffley ve Kaptan Lionel Mandrake) başarıyla canladırmasını ve belki de sinema tarihindeki en iyi performanslarından birini izleyemeyecektik.
Filmin öyküsü, 1958 tarihinde Peter George’un Red Alert adlı romanından esinlenilmiştir. Filmin senaryosunu da Stanley Kubrick ve Terry Southern beraber yazmıştır. Hatta yazar, kendi romanına benzediği gerekçesiyle 1962 tarihli Fail-Safe adlı romanı şikayet etmiştir. Ama edebiyatta başlayan kavga sinemada da sürmüştür. Dr. Strangelove filminin çıkacağı tarihte Fail-Safe romanından esinlenen aynı isimli bir film de çekilmiştir. Kubrick, bunu öğrenince benzer konudaki bu filmin kendi filminin gişesine zarar vereceğini düşünerek itirazda bulunmuş, bu itirazı da kabul edilmiş ve Dr. Strangelove, Fail-Safe filminden yaklaşık 3-4 ay kadar önce vizyona girmiştir. Sonunda Stanley Kubrick haklı çıkmış, kendi filmi iyi bir gişe yapmayı başarmıştır.
Stanley Kubrick, birçok yönetmenin aksine filmlerinde aynı başrol oyuncularıyla çalışmaz. Bu istisnayı bozan iki isim vardır: Kirk Douglas ve Peter Sellers. Hatta Kirk Douglas ile çektiği filmler, Kubrick’in kariyerindeki ilk filmlerden olduğundan yönetmenin pek de tercih hakkı yoktu denilebilir. Ama Peter Sellers için bu durum farklıydı. Sellers, bu film için o denli doğru oyuncudur ki, sinema tarihinin en takıntılı ve kuralcı yönetmenlerinden Kubrick, bu yüzden kendi kurallarını bile esnetmek durumunda kalmıştır. Film, sanki ironik olmak istercesine siyah beyaz çekilmiştir. Oysa o dönemde özellikle Hollywood’da ağırlıkla renkli filmler çekiliyordu ve bu biçim revaçtaydı. Sebebi kesin olarak bilinmemekle beraber, filmin siyah beyaz çekilme sebebinin yapım bütçesini düşürmek olduğu düşünülmektedir. Bir başka rivayete göre, dönemin video-haberlerinin siyah beyaz olması, Kubrick’i bu biçimde çekmeye itmiştir: Böylece izleyicinin filmi gerçekmiş gibi algılamasını istemiştir.
Usta yönetmen, sinemaya fetişist düzeyinde yaklaşan çok titiz biridir. Bu filmde de çekim açıları özellikle karargah sahnesinde son derece takdire şayandır. Hatta bazı açılar, bir başka usta yönetmen Fritz Lang’in açılarını çağrıştırmaktadır. Bu tamamen bir tesadüf de olabilir, zira iki yönetmen de simetri konusunda son derece takıntılıdır. Ama Kubrick’in titizliği sadece açılarla da sınırlı değildir. Bu yüzden kendisiyle çalışan kişiler, özellikle de oyuncular defalarca canlarından bezdiklerini itiraf etmişlerdir (Otomatik Portakal filminin başrol oyuncusu Malcolm McDowell belki de bu konudaki tek istisnadır). Usta oyuncu Peter Sellers da bu durumdan nasibini almıştır. Ama bu sefer durum biraz daha farklıdır. Sellers, 3 tane farklı karakteri canlandırdığı için çekimler boyunca oldukça yorulmuş ve bezmiştir. Hatta 4 farklı karakteri canlandırması gündemdeymiş ama sonrasında vazgeçilmiş.
Filme ismini veren Alman asıllı çılgın bilim kişisi Dr. Strangelove, filmin esinlendiği Red Alert romanında bulunmamaktadır ve komedi unsurunu arttırmak için filme sonradan dahil edilmiştir. Zaten karakterin, hidrojen bombasının babası olarak anılan Edward Teller‘a bir gönderme olduğu sanılmaktadır. Karakterimizin, ABD başkanına sıklıkla Führer diye hitap etmesi, yabancı el sendromuna sahip koluyla ara ara Nazi selamı vermesi aslında Dünya tarihine yönelik son derece ironik mesajlar içermektedir. Karakter, Kubrick’in bu filmle kendi ülkesine yönelttiği tek eleştiri değildir. Usta yönetmen, ülkesinin sorumsuzca savaş çığırtkanlığı yapan üst rütbeli askerlerini ve politikacılarını, hatta Sbenzer davranışlar sergileyen dönemin süper gücü Sovyetler Birliği’ni de acımasızca eleştirmekten ve yermekten çekinmemiştir. Zaten usta ismin bu cesur ve muhalif duruşu nedeniyle uzun yıllar sıkıntı çektiği de bilinmektedir.
Dünyanın sonunun yaklaştığı ya da geldiği apokaliptik filmleri seviyorsanız, bu kara komediyi kaçırmamanızı öneririz. Hem usta yönetmen Kubrick’in, hem de usta oyuncu Peter Sellers’in en iyi performanslarından birini bu filmde bulabilirsiniz. Kubrick sinemasına başlamak isteyip başlayamayanlar için de tavsiye edilebilecek seyir zevki yüksek bir başyapıttır.