“Bazen işler, hikayenin sonuna kadar mantıklı olmaz.”
1989 ve 1991’de çekilen iki filmin ardından araya epey süre girdi. Alex Winter kariyerinde istediği çıkışı yapamasa da, Keanu Reeves oynadığı filmlerle ikonik bir isim halini aldı. Speed, Matrix üçlemesi, Constantine ve John Wick serisiyle ününe ün kattı. Gerçi 2006’dan sonra bir dönem düşüşe geçti, filmleri epey eleştiri aldı; lakin John Wick serisinin yakaladığı sükse ile kendine özgü evrenine kavuşması ve Matrix’in devamının çekiliyor olmasıyla popülerliğini 2000’lerin başlarında olduğu noktadan bile öteye taşıdı. Kuşkusuz bunda insanlarla, ki özellikle kadınlarla kurduğu seviyeli ilişkileri ve hatırı sayılır kaliteli bir kişiliğe sahip olması da etkili. Keanu övmeyi burada sonlandırıp, filme geçelim en iyisi.
Yönetmenliğini Dean Parisot‘nun üstlendiği Face the Music, bizleri serinin ilk iki filminden 25 yıl sonrasına götürüyor. Bu süre zarfında yaşananlara filmin başında kısaca değinmeyi de ihmal etmiyor. Bill ve Ted evlenmiş, hatta çocuk sahibi olmuştur. Bıraktığımız noktada zirveyi gören kariyerleri ise kısa süre sonra dibe vurmasına rağmen müzik yapmaya devam etmişler ve o birleştirici mühim şarkıyı aramaktan vazgeçmemişlerdir. Ancak geldikleri nokta ve evliliklerinin sallantıya girmesi Ted (Keanu Reeves)’in “acaba?” demesine yol açar. Kızlarını da kendileri gibi müzik sevgisiyle yetiştirmelerine karşın Ted’in içinde bazı şeylerin yolunda gitmediğine dair hisler uyanır, böylece Bill (Alex Winter)’e yolun sonuna geldiklerini söyler. Fakat devamında yaşanacaklar, çılgın bir maceraya yol açmayla yetinmeyecek, curcunayı son kez doruğa çıkaracaktır.
Not: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Bill ve Ted’in Maceraları nihayetinde üçleme oldu. Alışıldık mizah anlayışının dışında kalmasıyla bilinen seri, karakterlerin geniş bir kitleye hitap etmediği, esprilerin yer yer saçma bulunabileceği bir tarza sahip. Gelgelim, görece dar izleyiciye hitap eden üslupla kendilerine ait bir ekol yarattıkları da söylenebilir. Filmde zaman kavramını yerle bir ederlerken bilimkurgusal öğeleri kullanmalarının yanı sıra, olaya hayran gözüyle bakmaya çalıştıkları aşikar. İki yetişkin insanın halen müzik yaparak geçinmeye çalıştığı bir hikayenin sonunda alınacak ders genellikle Yeşilçamvari didaktik sözlerle bezelidir. “İş bul”, “aileni bir arada tut” ve “hayatına mantıklı bir şekilde düzen getir!” Halbuki Bill ve Ted’in çıktığı her yolculuk başlangıcında bu filmlere göz kırpsa da, asıl amaç onları alaya alarak kendi dünyasında absürt bir macera hazırlamaktır.
İlginç müzik anlayışları deneysel yaklaşımlarıyla birleşince tuhaf bir şekilde haz veriyor. Saçmanın Camusvari çekiciliğinin yadsınamazlığından mı, yoksa amaçsızlığın verdiği rahatlık mı buna sebep, emin değilim; emin olduğum yegane şey nihayetinde kulağa atonal bir arayış gibi çalındığı. Olayın devamında beklenmeyen konukla, yani Kelly ile geleceğe döndüklerinde, gözler haliyle eski yol arkadaşları Rufus‘u arıyor. 2008 yılında hayata veda eden komedyen George Carlin‘in canlandırdığı Rufus, kızı Kelly’nin aracılığıyla oldukça ince bir jestle anılıyor. Ardından kanıksadığımız üzere kurtarıcılarımız geleceğin insanlarından yapmaları gerekenleri öğreniyor ve yola çıkıyor. Yıllar içerisinde gelişen teknolojik imkanlar görselliğin oldukça etkileyici bir noktaya ulaşmasını sağlamış. Geleceğe dair ekrana gelen tüm dekor etkileyici bir biçimde inşa edilmiş ve gerçekçiliği mizahi bir abartı içerse de bilimkurgu öğeleri iyi kullanılmış. Ayrıca tarihi figürlerin, müzik dünyasını şekillendiren önemli isimlerin eklenmesi samimiyeti pekiştiriyor.
Filmin devamında herkesi ve bütün zamanları birleştirecek şarkıyı aramak için yola çıkan ikili, belirli aralıklarla geleceğe gidiyor ve kendilerinin farklı zamanlardaki halleriyle karşılaştıkça hayatlarına dair önemli detayları kaçırdıklarını fark ediyor. Kamera arkasında gördüğümüz komik fotoğraflar zaten ironiyi yeterince özetliyordu. Üstüne üstlük kızların da babalarının yolundan gitmesiyle olay örgüsü iki farklı zaman çizgisinde ilerlemeye başlıyor. Kızlar babalarına yardımcı olabilmek için Kelly’den zaman makinesini ödünç alıyorlar ve babaları gibi zamanda curcunaya yeni bir boyut katıyorlar. Jimi Hendrix, Louis Armstrong, Mozart, Ling Lun, Grom ve Kid Cudi… Tarihin gördüğü en iyi müzik grubu evreni kurtarmak için kuruluyor. Olayların devamında suikastçı robotların ve cehennemden manzaraların da ilginç bir olay akışı sağladığını ifade etmek gerek. Mantığı aşan ve insanı kimi yerde şaşkına uğratan senaryo dolayısıyla herkese hitap etmiyor ama izleyiş zevki de vadediyor.
Çekimlerin pandeminin hemen evvelinde tamamlanmış olması eminim ki yapım ekibini rahatlatmıştır ama filmin gişede başarısız olmaktan kurtulamadığı açık. Keanu’nun popülerliğinden faydalanma gayesiyle yapılmasına ve serinin devamı olarak oldukça iyi bir sonuca bağlanmasına rağmen, yaklaşık üç milyon dolar gişeyle bekleneni veremedi. Yine de Bill ve Ted’in günümüzdeki birçok yetişkinin çocukluğunda kayda değer bir yeri olduğu bariz. Keanu Reeves, Alex Winter ve Ölüm’e ikinci defa hayat veren William Sadler‘ın performansı her zamanki gibi bekleneni veriyor; kadroya veteran ekibin kızları olarak katılan Kristen Schaal, Brigette Lundy-Paine ve Samara Weawing‘in oyunculukları ise ayrı bir renk katıyor. Uçuk hareketleri, akıl almaz saçmalıktaki mizah anlayışı ve karikatürize edilen tarihi figürlerle çizilen sürreal bir tablo adeta… Şayet anakronik göndermelerle dolu eğlenceli bir müzikal film arıyorsanız ve bu kafadarlarla deli dolu kızlarının macerasına son kez katılmak isterseniz izlemenizi tavsiye ederiz…