Tek ihtiyacınız olan bir tutam tek satırlık aksiyon-komedi repliği, üstüne Jason Statham sosu ve bolca ucuz görsel efekt. Artık siz de kendi Meg’inizi afiyetle izleyebilirsiniz!
Meg 2: The Trench (Meg 2: Çukur), nesli tükenmiş devasa köpekbalığı megalodonu konu edinen bilimkurgu aksiyon film serisinin ikincisi. Yönetmen koltuğunda, genellikle psikolojik korku yapımlarında çalışan Ben Wheatley oturuyor. Filmin başrolünde ünlü aksiyon oyuncusu Jason Statham, yardımcı rollerde Wu Jing, Sophia Cai, Page Kennedy, Sergio Peris-Mencheta, Skyler Samuels ve Cliff Curtis var. Meg: A Novel of Deep Terror (1997) isimli romandan esinlenilen ilk filmin yönetmenliğini Walt Disney ile birlikte sık sık çalışmış olan Jon Turteltaub üstlenmişti. İkinci film ise The Trench (1999) adlı devam romanından uyarlanma. Kitapların yazarı Steve Alten, şimdiye kadar Meg serisi için 7 kitap yazdı ve 8. kitabının da gelecek senelerde bitmesi planlanıyor.

Senaryo, önceki filmde olduğu gibi megalodonlardan kaçan bir grup araştırmacının başından geçen maceralarla şekilleniyor. Aradan beş yıl geçiyor. Mariana Çukuru’na bir sebeple dalmak zorunda kalan ekip, bu sefer yasa dışı bir madencilik operasyonuyla karşılaşıyor ve böylece de zincirleme olaylar başlıyor. Kitabın yazarı Steven Alten’e göre, Meg filmi tam olarak istediği şekilde resmedilmiş. Jason Statham’ın 2018 tarihli ilk film hakkındaki yorumları ise şu şekilde:
”Bence eğer para kazandırıyorsa, daha fazla para kazanma iştahı oluşuyor ve eğer işler yolunda gitmezse, kısa süre sonra halının altına süpürülüyor. Bu çağdaki diğer her şey gibi… Zaten Hollywood’un çalışma prensibi de böyle.”
Eylül 2023 itibariyle filmin IMDb üzerindeki güncel puanı 5.1/10, Rotten Tomatoes üzerindeki güncel oranı ise %28. Buna rağmen küreselde 393.8 milyon dolar hasılat elde etmeyi başaran bir film var karşımızda! Bütçesinin 129-139 milyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Eğer beklenilen gelir elde edilirse, romanlar üzerinden devam filmlerinin de çekilmesi düşünülüyor. Gişe hasılatı ilk film (530 milyon dolar) kadar olmasa da, beklentileri fazlasıyla karşıladığı söylenebilir. Özellikle de bu kadar çiğ bir yapım için…

Gelelim yapımdaki tutarsızlıklara. Öncelikle büyük bütçeli bir Hollywood filmi olduğu için sürekli eften püften sebeple aksiyon yaşanacağı aşikâr. Üst üste görülen talihsiz tesadüfler, son saniye kurtarışları (ex machina) ve insanüstü kabiliyetler gibi pek çok klişe bu yapımda da mevcut. Dolayısıyla senaryo açısından incelenecek bir durum yok. Çünkü ortada bir konu yok. Ne Kerem Bürsin’in oynadığı “B filmi” Sharktopus (2010) kadar ciddiyetsiz ne de Steven Spielberg’in efsanevi gerilim filmi Jaws (1975) kadar ciddi… En kötü olasılık; arafta sıkışmış.
Şimdi de fizyolojik saçmalıklardan bahsedelim. Sizce bir insanın ~7.5 km derinde ekipmansız yüzmesi akla mantığa uyabilir mi? Muhtemelen sadece Jason Statham olmanız gerekirdi. Titanic’in enkazı bile 3.8 km derinde! Geçtiğimiz aylarda yaşanan Titan faciasını hatırlayın… Denizin altına doğru her 10 m ilerlediğinizde santimetre kare başına yaklaşık 1 atmosferik basınç ekleniyor. Yani 5 km (5000 m) derine geldiğinizde üzerinizdeki basınç kuvveti yaklaşık 500 atm/cm² birime denk. Bu da santimetre kare başına yaklaşık yarım ton basınç demek! Herhangi bir memeli bu basınca dayanamaz. En derine daldığı bilinen memeli zaten milyonlarca yıldır bu koşullarda seçilim göstermiş Cuvier gagalı balinası (Ziphius cavirostris) ki o bile 2992 m (2.9 km) derinde kaydedildi.

Peki Jason söz konusu derinlikteki basınca nasıl dayanabiliyor? Senaryodaki kurguya göre sinüslerindeki ve vücudundaki tüm havayı boşaltarak… Peki sinüslerinizdeki tüm havayı gerçekten boşaltabilir misiniz? Elbette hayır! Eğer boşaltabilseydiniz isimleri anatomik olarak “sinüs” (boşluk) olmazdı zaten. Akciğerlerinizdeki tüm havayı boşaltmaya çalışsanız dahi vücutta her zaman bir miktar gaz (hava) bulunur. Bunlar kabaca sinüslerde, sindirim sisteminde ve solunum sistemindeki ölü boşluklardadır. Bütün havayı zorlu ekspirasyon (soluk verme) ile boşaltmaya çalışsanız da “rezidüel hacim” adı verilen bir miktar hava her zaman akciğerlerde kalacaktır.
Okyanusun ~7.5 km derininde yüzmeye kalkışırsanız vücut boşluklarınızdaki gazlar göz açıp kapatıncaya kadar kendi içerisine çökecektir. Tabii bundan önce kemikleriniz ezileceğinden görebilmek için pek fazla zamanınız olmazdı. Bilimkurgu çerçevesinde bu konuyu en tutarlı ele alan kesinlikle James Cameron’ın The Abyss (1989) isimli yapımıdır. Filmde ekipler hem gaz çözünürlüğüne izin veren hem de akciğerlerini dolduran perflorokarbon sıvısı kullanırlar. Sıvı solunum adı verilen bu yöntem, günümüzde derin deniz dalışları ve uzak uzay yolculukları için gerçekten tartışılan bir konudur. İş bilimsel tutarlılığa gelince, 30 sene öncesinde kalmış bile olsa James Cameron yine farkını belli ediyor.

Sadece megalodonlar yetmezmiş gibi, Kraken benzeri devasa ahtapot ile birlikte milyonlarca yıldır “değişmeden” hayatta kalmayı başarmış ne olduğu belirsiz canavarımsı amfibik hayvanlar da seriye ekleniyor. Sanki ~300 milyon yıl önce Karbonifer’de yaşamış Diadectomorpha isimli sürüngenimsilerinden birine veya ~250 milyon yıl önce Triyas’ta yaşamış Paracrocodylomorpha isimli timsahımsılara benziyorlar. Bu arada, ikisi de dinozor değil… Ne yazık ki filmde gösterildiğinin aksine, Kretase’de Tyrannosaurus rex ile birlikte bu “şeylere” benzeyen herhangi bir hayvan türü yaşamıyordu. Yaşamış olsalardı bile günümüze kadar âdeta “beklemeleri” söz konusu bile olamazdı. Hadi beklemiş olsalar dahi hem denizin 7.5 km altında hem de karada yaşamaları imkânsız…
Nasıl olur da bir omurgalı hayvan hem karaya hem de deniz seviyesinin 7.5 km altına uyum sağlamayı başarabilir? Buna benzer herhangi bir adaptasyon mekanizması yok, fizyolojik açıdan mümkün de değil. Zaten bu yüzden derin deniz balıkları sıra dışı görünüşlere sahip. Henüz megalodonların Mariana Çukuru’nda yaşaması saçmalığına yeni yeni alışmışken, bu kadar tutarsızlık görmek gerçekten moral bozucu ve bilimkurgu felsefesine âdeta bir ihanet. Bu arada, romanda var olmayan amfibik tetrapodlardan ziyade nesli tükenmiş bir deniz sürüngeni olan Kronosaurus da filmde yer alıyor. Son zamanlarda dinozorlar dışındaki nesli tükenmiş hayvanların benzer korkutucu amaçlarla kullanılmasına sıkça rastlamaya başladık. Örneğin, buna benzer başka bir facia olan 65 (2023) filmi hakkındaki incelememize buradan ulaşabilirsiniz.

Son olarak popüler megalodon (Otodus megalodon) türüne değinelim. Öncelikle köpekbalıkları kıkırdaklı balıklar oldukları için fosilleşme ihtimallerinin düşüklüğünü vurgulamak lazım. Yaşlı köpekbalıklarının kıkırdaklarında kalsiyum tuzları biriktiği için fosilleşmeleri daha olası, ancak yine de fazlasıyla nadirler. Bu yüzden nesli tükenmiş köpekbalıklarının morfolojik analizleri çok zor. Yani neye benzedikleri net bilinemeyebilir. Dişler kıkırdak yapısından ziyade kemik yapısına benzedikleri için bu canlılar hakkında yegâne veriler genelde diş fosillerinden elde edilebiliyor. Bu yüzden megalodonun iri bir büyük beyaz (Carcharodon carcharias), tıknaz bir büyük camgöz (Cetorhinus maximus) veya dev bir kum kaplan köpekbalığı (Carcharias taurus) ile mi benzerlik gösterdiği tartışılıyor. Bu üç köpekbalığı da farklı familyalarda sınıflandırıldığı için doğrudan veri olmadığı sürece kesin olarak bilmek mümkün değil. Güncel veriler, megalodonun büyük beyazlardan farklı olarak künt bir burun ve çene yapısına sahip olduğunu düşündürüyor. Dolayısıyla, filmlerdeki davranışları tam bir facia olsa da morfolojik tasarımları makul seviyede.
Her neye benzerlerse benzesinler, Mariana Çukuru gibi bir derinlikte hayatta kalmaları ne fizyolojik ne de evrimsel anlamda mümkün. Eğer hayatta kalabilecek kadar farklılaşmışlarsa zaten artık “megalodon” olarak sınıflandırılamazlar. Tıpkı günümüze kadar hayatta kalması mümkün olmayan, eski insansılardan güney maymunu (Australopithecus sp.) gibi. Genetik mühendisliği kullanılarak Jurassic Park benzeri bir yöntemle kurgulansalar daha makul olurdu. Onun yerine Godzilla veya King Kong gibi “Zaten buradaydılar!” yöntemi artık eski popülerliğine sahip değil. Hâlihazırda yaban hayvanlarının kana susamış bir şekilde insan avlaması da tarihe karışmadı mı? Üstüne üstlük köpekbalığı gibi primat yemekle herhangi bir alakası olmayan bir hayvanın… Jaws filminden beri ne çekti bu köpekbalıkları iki ayaklı insanlardan! Uzun lafın kısası, okyanusun derinliklerinde gömülü kalması gerekirken bir şekilde yeryüzüne çıkmayı başarmış! Hayır megalodon değil; filmin kendisi…