Bird Box ve Evrim: İnsan Gelecekte Neye Evrimleşecek?

Oscar ödüllü Danimarkalı yönetmen Susanne Bier’in, Josh Malerman’ın aynı isimli romanından beyaz perdeye uyarladığı ve başrolünde Sandra Bullock‘un oynadığı Netflix yapımı Bird Box filmi büyük yankı uyandırdı. Filmden türetilen memler her yerde! Kimi filme hayran kaldı, kimi ise yerden yere vurdu. Tıpkı geriye kalan tüm filmler gibi! Burada ise sorumuz şu: Bird Box, bize insan evriminin geleceği ile ilgili ne öğretebilir?

İnsanın gelecekte neye evrimleşeceği, en sık sorulan sorular arasındadır. Aslında evrimsel biyolojinin, bir türün ne tip özellikler evrimleştireceğini kestirmek konusunda hiçbir sıkıntısı yok. Neil Shubin‘in Tiktaalik fosilini nasıl keşfettiğini hatırlayın. Ya da Edward Wilson‘ın karıncaların evrimindeki ara basamağı nasıl bulduğunu… Her iki örnekte de evrimsel biyologlar, belirli bir evrimsel ara türün ne özelliklere sahip olması, nerede yaşaması, ne tarz bir ekolojiye sahip olması gerektiğini evrimsel biyolojinin araçlarını kullanarak öngörmüşlerdi, sonrasında da bu türleri elleriyle koymuş gibi bulmuşlardı.

Modern bilimin genel sorunu, çevrenin nasıl değişeceğini tam olarak kestiremiyor oluşudur. Küresel ısınma nedeniyle ortalama sıcaklıkların artacağını, deniz seviyelerinin yükseleceğini, vs. biliyoruz. Ancak türlerin cinsel tercihlerinin nasıl değişeceğini, yerel bölgelerdeki çevresel değişimlerin ayrıntılarını veya çevresel değişimlerin ekolojik dinamiklerin nasıl değiştireceği gibi konuları kestiremiyoruz. Bunlar çok kaotik işleyen süreçler. Fakat eğer ki çevrenin ne şekilde değiştirileceği bize söylenirse veya belirli şartlar altındaki evrim merak ediliyorsa, evrimsel biyologlar gerek bilgisayar modellemelerini kullanarak, gerek gen-çevre etkileşimlerinden yola çıkarak, gerekse de karşılaştırmalı anatomi gibi yöntemlere başvurarak bir türün neye, nasıl evrimleşeceğini kestirebilirler.

İşte insanın evrimindeki sıkıntı da budur. Geleceğin bize ne getireceğini tam olarak bilemediğimiz için, biyolojik evrimin nasıl bir yön alacağını da kestiremiyoruz. Ama diyelim ki Bird Box evreni gerçek oldu ve nereden geldiğini bilmediğimiz tuhaf yaratıklar, kendilerine bakan insanları intihara sürüklüyor. Dolayısıyla görme yetisi daha az gelişmiş olanlar veya görme engelliler bir anda avantajlı konuma geçiyor. Geriye kalan her şeyin aynı kaldığı bu yeni ekolojik şartlar altında evrim nasıl bir yön izlerdi?

Bird Box Bize Evrimle İlgili Neler Öğretiyor?

Bird Box’un bize evrimi öğretmekte sunduğu en önemli araç, aslında çalışan bazı özelliklerimizin dezavantajlı konuma geçmekle kalmayıp, doğrudan doğruya ölümümüze sebep olmaya başlamasıdır. Birçok bilimkurgu filminde insanlığın başından geçen belirli zorluklar gösterilmektedir; ancak spesifik bir genetik veya fiziksel özellik herhangi bir avantaj veya dezavantaj sağlamıyorsa, dolayısıyla hayatta kalma ve üreme başarısına herhangi bir etki olmuyorsa, herhangi bir yönde evrim yaşanmayacaktır. Örneğin kendi başına okyanus seviyelerinin yükselmesi sayısız şehrin yok olmasına neden olabilir; ancak bizi doğrudan doğruya evrimsel bir patikaya itelemeyecektir. Ancak yaşam alanımıza giren yepyeni bir avcı, bir hastalık veya çevresel bir etmen, eğer ki belli özelliklerimize göre bizde seçilim baskısı yaratıyorsa, yani hayatta kalma ve üreme olasılığımızı değiştiriyorsa, o noktada güçlü bir Doğal Seçilim‘den, dolayısıyla evrimden söz etmek mümkün olacaktır.

Bird Box evreninde olacak olan da budur: Görme engelliler avantajlı konuma geçecek, daha kolay hayatta kalacak ve daha çok üreyecektir. Körlük sadece genetik nedenlerle olan bir sorun olmadığı için, bazılarının yavruları normal görüşlü doğacaktır. Normal görüşlü bu yavrular, dezavantajlı yavrular olacaktır. Ancak genetik nedenlerle kör olanların yavruları da ya tamamen ya kısmen kör olacaktır ve bunlar, diğer bireylere göre avantajlı doğacaktır. Benzer şekilde, kendileri sağlıklı olsalar da genetik mutasyonlar nedeniyle doğuştan kör olan yavrular da avantajlı olacaktır. Tüm bu yavrular daha kolay hayatta kalıp, daha çok üreyecek ve kendilerine görme engelini veren genleri taşıyan daha çok yavru üreteceklerdir. Böylece insan popülasyonu sadece birkaç nesilde bile görme yeteneğini büyük oranda veya tamamen yitirecektir.

Gözlerin Yok Oluşu

Meksika Tetrası

Daha çılgını da var: Bu durum uzun süreler boyunca devam edecek olursa, bırakın kör olmayı, gözlere sahip olmak bile dezavantajlı bir durum olacaktır! Yani herhangi bir genetik mutasyon, göz üretimine engel oluyorsa, avantajlı bir mutasyon olacaktır! Böylece insanlar, birçok ara basamaktan geçtikten sonra, nesiller sonunda sadece kör olmakla kalmayıp, ayrıca göz dediğimiz organı da tamamen yitirecektir. Bunun olabileceğini biliyoruz; çünkü şu anda gezegenimizde bu süreçten geçen canlılar var! Üstelik onları intihara sürükleyen çılgın avcıları da yok! Tıpkı Meksika Tetrası gibi. Bu balıkların su yüzeyine yakın yerlerde yaşayan atalarında gözler bulunuyor, bu tür halen hayatta. Ancak derin okyanus mağaraları içine göç eden bir diğer popülasyon, zifiri karanlıkta yaşıyor. Bu ortamda gözlere hiçbir ihtiyaç bulunmuyor. Buna bağlı olarak da bu türün gözleri tamamen körelerek yok oldu. Bazı bireylerde göz benzeri bir oluşum görülüyor; ancak üzeri deri ve pul tabakasıyla kaplı, yani işlevsiz. Harika bir ara form örneği!

İşte bu noktada anlamamız gereken şey şu: Mağarada yaşayan Meksika Tetraları gözleri var diye ölmüyorlardı. Atalarında göz üretimine engel olan her türlü mutasyon avantajlıydı, çünkü işe yaramayan bir organı üretmek, korumak, bakmak, tamir etmek aşırı masraflıdır! Dolayısıyla kuzeninizde bu organ hiç üretilmiyorsa ya da eksik bir şekilde üretiliyorsa, kuzeniniz size karşı avantajlı konuma geçecektir; çünkü o organa harcayacağı enerjiyi hayatta kalma ve üremeye harcayabilir! Görebileceğiniz gibi bir organın evrimleşmesi veya yok olması için illa aşırı güçlü bir seçilim baskısı gerekmez. Çevresel şartlara bağlı olarak belli yönde ufak seçilim baskıları bile uzun nesiller boyunca köklü değişimler yaratabilir.

Evrim ve Biliçli Tercihler

Bird Box ve Meksika Tetrası’ndan öğrenmemiz gereken bir diğer konu da şu: Canlıların hiçbiri bir özelliği kazanmayı veya yitirmeyi “seçmiyorlar”. Burada bilinçli bir tercih yok. Her canlı türünün belirli bir genetik çeşitliliği bulunuyor. Yani türün tüm bireyleri birbirinin kopyası değiller, farklılıkları var. Bu farklılıklar durmaksızın, rastgele oluşuyor. Çevre değiştikçe, bu özellik kombinasyonlarından bazıları avantajlı, bazı diğerleri dezavantajlı konuma geçiyor. Eskiden avantajlı olanlar dezavantajlı olabiliyor. Veya tam tersi… Bu yeni avantajlılar daha kolay hayatta kalıp daha çok ürüyorlar ve kendilerine avantaj veren genler hangileriyse, onları gelecek nesle daha çok aktarabiliyorlar. Dezavantajlılar ise ya ölüyorlar ya da çok zor hayatta kalıp, daha zor ürüyorlar. Böylece kendilerini dezavantajlı kılan gen varyantları da kendileriyle birlikte yok oluyor.

İşte popülasyonlar nesiller içinde böyle böyle değişiyor. Tekil bir birey asla evrimleşmiyor. Evrimleşen her zaman popülasyonlar, canlı toplulukları. Evrime karar veren kimse veya hiçbir bilinç de yok. Çevre ve genler arasındaki etkileşim, evrimi kaçınılmaz olarak doğuruyor. Zaten bu nedenle günümüzde robotlarımız bile evrimleşebiliyor veya Nobel Ödülü, kimya alanındaki evrim uygulamalarına verilebiliyor; çünkü evrim bir doğa yasası, sadece biyolojik varlıklar için geçerli bir yasa değil. İnsanlar için de evrim aynen böyledir. İnsanlar da evrimleşirken herhangi bir bilinç kullanmamışlardır. Çevre değiştikçe, türümüzün popülasyonunun gen dağılımı bu yeni çevre şartlarıyla etkileşmiştir. Böylece maymunsu atalardan, modern insanlar, yani bizler evrimleştik.

İnsanlar Gelecekte Neye Evrimleşecek?

Peki ya insan evriminin geleceği? İnsan evriminin hızını kökleyecek olan şey, uzaydan gelen tuhaf yaratıklar olabilir; ancak bundan çok daha olası birkaç şık var. Bunlardan kısaca bahsedip size üzerinde düşünecek bir konuyla bu yazıyı sonlandırmak istiyoruz:

İnsanlığın Uzayı Fethi: İlk olasılık, uzaylıların bize gelmesi değil; bizim uzaya yayılmamız! Uzayda farklı gezegenlere, hatta yıldızlara ulaşıp, buralarda koloniler inşa ettikçe, türümüzün çevreyle etkileşimi kontrolümüzün dışında gelişecektir. Biz bu gezegenlerin çevresel şartlarını dizginlemeye çalışsak da, bir koloni inşa etmenin zorlukları ve öngörülemezliklerinden doğan problemler, türümüzü vahşi çevreyle yüz yüze getirecektir. Hele ki gezegenler ve yıldızlar arası mesafenin aşırı uzun olması düşünüldüğünde, izolasyon şartları oluşacaktır. Yani bir gezegendeki insanlar ile, diğer gezegendekiler artık çiftleşemeyecektir; çünkü ne kadar hızlı yolculuk yaparsak yapalım, evrensel hız sınırı olan ışık hızı bizi her zaman kısıtlayacaktır. Buna bağlı olarak oluşan coğrafi izolasyon, yeni insan türlerinin evrimini tetikleyecektir. Gezegensel şartları sadece belirli düzeylerde değiştirebileceğimiz ve bu süreçte kontrolümüz dışında olan çok fazla unsur olacağı için, her insan popülasyonu kendi gezegeninin şartlarına adapte olmak zorunda kalacaktır. SpaceX gibi firmalarla yeniden yeşeren dış gezegenlere yayılma hayalimiz, bu yöndeki olasılığı arttırıyor.

Biyoteknoloji ve Gen Müdahalesi: Bir diğer seçenek ise biyoteknoloji alanından geliyor: Eğer ki genlerimiz üzerinde kusursuz bir kontrole sahip olabilirsek; evrimimize yön vermemiz de mümkün olabilir. Dilediğimiz genleri değiştirip, yeni genler yaratıp vücudumuza dahil etmek bizi bambaşka türlere dönüştürebilir. Çünkü genellikle tek bir gen, tek bir özelliği kontrol etmez. Tamamen alakasız bir özelliği değiştirmek istediğinizde, örneğin ömrümüzü uzatmak istediğinizde, kaçınılmaz olarak fiziksel görünümü de değiştirmek zorunda kalabilirsiniz. Bu da türümüzü bambaşka görünümlü canlılara evrimleştirebilir. Son dönemlerde yaşanan CRISPR-Cas9 alanındaki gelişmeler, evrimimizin bu yönde gidebileceğine dair önemli sinyaller veriyor.

Biyonik Evrim: Tabii bir diğer seçenek, fiziksel başlayan, kimyasal olarak devam eden ve günümüze kadar biyolojik olarak gelen evrim yasasının, biyolojik olarak devam etmemesi olabilir. Evet, biyonik ve teknolojik evrimden söz ediyoruz! Belki de gelecekte biyolojik parçalarımızı kısmen veya tamamen terk etmemiz mümkün olabilir. Kim bilir, belki de bir gün bilincimizi makinalara aktarıp, vücudumuzu dilediğimiz gibi değiştirebileceğiz. Neuralink veya Nectome gibi firmalar bu alanda çalışmalar sürdürüyorlar; ancak bu seçenek “dikkate değer” olabilmek için halen biraz uzakta.

Nükleer Savaş: Bir diğer seçenek ise, Soğuk Savaş Dönemi’nin korkulu rüyası atomik savaş olabilir. Savaşın kendisi değil ama, böylesi yıkıcı bir savaş sonrasında teknolojimizi, tıbbımızı ve bizi medeniyete bağlayan araçları yitirecek olursak, kendimizi tekrar vahşi doğanın içinde bulabiliriz. Bu da, tıp ve teknoloji sayesinde ayak dirediğimiz Doğal Seçilim’i hızla geri getirebilir. Vahşi yaşamdaki başarımıza göre hayatta kalıp ölmemiz, tıpkı Bird Box’ta ve son 4 milyar yıldır gezegenimizde olduğu gibi seçilim baskılarını hayatımızın sıradan bir gerçeği haline getirebilir.

Hiçbir Şey Değişmezse: Son bir seçenek ise… Hiçbir şeyin dikkate değer miktarda değişmemesi olabilir. Yani vahşi yaşama dönmeyebiliriz, uzaya yayılmayabiliriz, genlerimizi değiştirmeyebiliriz. Bu durumda bile evrimleşmeye devam ederdik; çünkü türümüz halen eşlerini belirli özelliklere göre seçiyor, halen mutasyona uğruyor, genlerinde halen transpozon denen sıçrayan gen elemanları bulunuyor. Yani Doğal Seçilim üzerimizdeki gücünü yitirmiş olsa da, evrimin diğer mekanizmaları aynı hızla işlemeye devam ediyor. Bu tarz evrimin sonuçlarını kestirmek daha güç; çünkü Genetik Sürüklenme gibi evrimsel mekanizmalar, Doğal Seçilim’e göre çok daha rastlantısal çalışıyor ve geleceği kestirmeyi zorlaştırıyor. Fakat bu, evrimleşmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Son 2000 yılda bile süt sindirim becerimiz, kanımızdaki hemoglobinin özellikleri, insülinin vücudumuzdaki çalışma prensipleri, menopoza girme yaşı, dişilerde kalça genişliği, bebeklerde doğum kilosu, erkeklerde BMI değerleri, bebeklerde kafatasının çevre uzunluğu, kolesterol oranlarımız gibi birçok özelliğimiz evrimleşti! Yani evrimimiz tüm hızıyla devam ediyor; sadece daha az kestirilebilir bir şekilde. Eğer hiçbir şey değişmezse, gelecekte de bu şekilde devam edecek ve bizler, yavaş yavaş, farkında olmaksızın, her bir nesilde biraz daha evrimleşeceğiz.

Sonuç

Görebileceğiniz gibi, önümüzde birçok seçenek bulunuyor. Elbette burada bahsettiğimiz olasılıkların birçok detayı ve alternatifi de bulunuyor. Kim bilir, Bird Box evreninde belki de farklı tipte görüşü mümkün kılan bir organ da evrimleşebilirdi; böylece görüşümüzden feragat etmek zorunda kalmazdık. Ancak bunlar isteğe bağlı olmadığı için, hangi olasılığın gerçekleşeceğini öngörmek mümkün olmuyor. İnsan evriminde de, az önce bahsettiklerimizden hangisi veya hangilerinin gerçekleşeceğini sadece zaman gösterecek. Belki de tamamen farklı bir evrimsel patikaya sapacağız, kim bilir?

Ancak evrimin yönünü merak ediyorsanız, size söyleyebileceğimiz şu: Bize geleceğin çevresel şartlarını söyleyin, size evrimin yönünü söyleyelim.

Yazar: Çağrı Mert Bakırcı

Evrim Ağacı'nın kurucusu ve idari sorumlusu, popüler bilim yazarı ve anlatıcısıdır. ODTÜ'den mezun olduktan sonra, doktorasını Texas Tech Üniversitesi'nden almıştır. Doktora araştırma konuları evrimsel robotik, yapay zekâ ve teorik/matematiksel evrimdir. "Evrim Kuramı ve Mekanizmaları" ve "50 Soruda Evrim" kitaplarının yazarı, "Şüphecinin El Kitabı" kitabının eş yazarı, "Evrenin Karanlığında Evrimin Işığı" kitabının yazar ve editörüdür. Şu anda, ekibiyle birlikte, Evrim Ağacı, Kreosus ve birtakım diğer dijital projeleri geliştirmekte ve sürdürmektedir.

İlginizi Çekebilir

Evrimsel Biyolojinin Öngörü Gücü

Madagaskar’da yaşayan dev atmaca güvesi 1882’de keşfedildi. Fakat varlığı 20 yıl önce – ve yaklaşık …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin