Bir Olgunlaşma Hikayesi: Rim of the World

Rim of the World, 24 Mayıs’ta gösterime giren bir Netflix yapımı. Yapımcı ve yönetmenliğini Terminator Salvation ile Charlie’nin Melekleri filmlerinden de aşina olduğumuz Joseph McGinty Nichol üstleniyor. Filmin konusu ise, yaz kampında yolları kesişen dört gencin, beklenmedik bir uzaylı istilası sonrası dünyanın kaderine yön verecek hale gelmeleri. Nasa’ya bağlı uzay istasyonuna bilinmeyen bir canlı tarafından saldırı yapılır. Burada bulunan astronotlardan hayatta kalan tek kişi de bir şekilde dünyaya dönerek kendini kurtarır. Düştüğü ormanlık alanda kamp yapan çocuklara tesadüf eder. Astronot, yine tesadüf eseri bir araya gelen dört çocuğa bir anahtar verir ve bunu teslim etmeleri gerektiğini, aksi halde insanlığın sonunun geleceğini söyler. Böylece zorlu macera başlar.

Uzaylı istilası, belki de bilimkurgu eserlerinin en çok işlenen temi. Yaşadığımız gezegenin dışında bulunması muhtemel başka yaşam formlarına dair kurduğumuz hayaller, ister istemez bizden de izler taşıyor. İstilacı bir canlı türünün kendi gezegenini tüketmesinin ardından uyguladığı yayılmacı politika misali, bizim için pek de yabancı değil kuşkusuz. Buradan hareketle, kurgusal düzlemde yansımalarını görmemiz de kaçınılmaz hale geliyor. İlk göze çarpan detay bu. İkinci olarak, çoğunluğun yararı için bireysel ödünler vererek, hatta fedakarlıkta bulunarak büyük mücadelelere girişen karakterlerin hikayeleri daima ilgi çekici bulunmuştur. Zor Ölüm filminde tek başına küresel ölçekli saldırıları önleyen bir polis vardı. Programlama diliyle belirli kabulleri aşılayan bu yöntem, daima izleyiciyi çekmeyi başarır. Çünkü karakterin yerine geçtiği zaman sahip olduğunu hissettiği güç yalandan da olsa şımartır. Ama bu, bir kahraman kültü, tapınma öğesi oluşturmak; başkasının varlığı üzerinden kendi eksikliğini tatmin etme çabası mıdır? Orta Çağ’da şövalyeleri, küresel savaşlar sürecinde modern askerleri ve günümüzde ise süper kahramanları yaratmanın amacı Katharsis midir?

Karakterlerin nitelikleri verilmek istenen mesaj konusunda önemli bir nokta arz etmekte. Yıllarca söylenegelen uzaylı saldırılarının sürekli olarak Amerika’nın belirli eyaletlerine yapılması ve başka ülkelerin adı geçse de asıl kurtarıcının Amerikalılar olması, Amerika’nın politik olarak takındığı tavrı meşru kılmak için uyguladığı bir propaganda kuşkusuz. Ama Netflix’in yapımları ile birlikte bazı şeyler değişmeye başladı. Misal Afroamerikalı, Asyalı ve hatta Avrupalı karakterlerin belirli klişeler içinde yansıtılması da uzun yıllar rahatsız edici bir hakikat olarak önümüzde durdu. Ancak değişen politik akış yansıtılan karakterlerin de değişmesine sebep oldu. Belirli kült karakterler eskiden beyaz tenli oyuncular tarafından canlandırılırken artık farklı etnik kökenden insanların da bu rolleri alabilme imkanı var. Var olmasına var ama ne değişti?

Netflix’in dört çocuk oyuncusuna iyi bakın. Afroamerikalı bir erkek, şişman ve abartılı renklere sahip takılar takıyor. Amerika’nın tüketim kültürünün ortaya çıkardığı, tükettikçe var olduğuna ve sahip oldukça değer kazandığına inanan bir genç. Sahip olduklarından ibaret olduğunu düşündüğü için eğer onları kaybederse kimliğini kaybedeceğini sanması kaçınılmaz. İkincisi Meksikalı bir erkek. Ailesinden kaçmış, kendine yuva arayan ama yerleşik hayatın içinde yer edinememiş bir birey. Uyum sorunlarının başlıca sebebi, yaşadığı iletişim sorunu -ki bu sebeple- kavgacı, saldırgan bir tutum takınıyor. Üçüncü ve son erkek klasik bir beyaz Amerikan genci. Diğer karakterlerin aksine lider vasfı taşıyan, zeki ve cesur. En kritik anda oyunun sonucuna etki edecek hamleler yapacak kadar da atik. Gruptaki tek kız ise bir Asyalı. Dövüş sanatlarına hakim, baba figürü ile ilgili sorunları olan ve bununla ilgili bir arayış içinde bulunan ama yaşı itibariyle buna dair yetkinliğe henüz ulaşmamış bir karakter; tıpkı diğer tüm arkadaşları gibi ve aşk çemberinin içine giriyor netice itibariyle. Politik doğruculuğun ne tuhaf bir şey olduğunu, kazandırdıklarından da anlayabiliriz görüldüğü üzere.

Yıkılan şehirlerin, ortadan kalkan düzenin ardından beklenecek şey şüphesiz mutlak kaostur. Dört adet çocuğun bu şartlar altında üstlerine yüklenen olağan dışı sorumlulukla birlikte ağır aksak değişimini izliyoruz. Belli başlı klişelerden yola çıkan film, yine klişe ile yoluna devam ediyor yani. Zaaf olarak nitelendirilen kişilik özelliklerinin aslında farklılığı vurgulayabileceği mesajı veriliyor. Özgüven sorunları olan birinden lider çıkabileceği zaten tarihin de aşina olduğu bir durum. Romalı devlet adamı Cicero, dünya tarihinin en önemli hatiplerinden biri olarak bilinir. Fakat çoğunlukla Cicero’nun kekeme olduğu bilinmeyen bir gerçektir. Cicero, konuşma zorluklarına rağmen yılmayarak zamanla ateşli ve yetkin bir hatip hatta bilge halini alır. Tarihte daha birçok örneği olan bu gelişim, olayların ve şartların şayet doğru değerlendirilse insanı geliştireceği, olmak istediği kişiye ulaştıracağı fikrini vermektedir. Her insan, kendini yontup duran mahzun bir heykeldir.

Velhasıl, karakterlerin gelişimine odaklanan, kaosun kendi içinde ortaya çıkardığı düzenin geride kalan insanlarda bıraktığı izleri yansıtan ve zor anlarda alınan kararların şartlarını işleyen bir filmle karşı karşıyayız. Ahlaksızlığın itham edildiği bir çağda ahlakçılık teraneleri ile cilalanmış önyargıların aşılanması pek hoş bir durum değil ne yazık ki. Sözü söylemek herkesin yapmaya muktedir olduğu bir edim, fakat samimi olarak içten konuşmak ve bunu zarara uğrayacağını da bilerek yapmak büyük bir haslet. Çünkü bazen bir hikaye, sadece hikayeden fazlasıdır. Düşünülmesi istenen konuları, düşünülmesi istenen şekilde sunarak kitleleri manipüle etmektir amaç. Le Bon ünlü kitabı Kitlelerin Psikolojisi‘nde, “Kitlelerin kendilerine kabul ettirilmiş düşünceleri vardır, değerlendirme sonucu oluşacak düşünceleri hiç yoktur,” der ve şöyle ekler: “Kitlelerin hayal gücü üzerine tesir etme sanatı, onları yönetmenin de sanatıdır.” Dolayısıyla izlediğimiz ne varsa bu gözle incelemeli, detaylarda gizleneni idrak etmeye çalışmalıyız. Zira dört karakterin değişimiyle verilen ortalama bir hikaye, belki de daha fazlasını anlatmaktadır.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

dunyayi ardinda birak

Dünyayı Ardında Bırakmak Mümkün mü?

Netflix’te yayımlanan ve en çok izlenenler listesine girerek tartışmaların odağına yerleşen Dünyayı Ardında Bırak (Leave …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et