Fede Álvarez, korku filmleri için başvurulan yönetmenlerden biri haline geldiği için, Hollywood’un en ünlü kurgusal canavarı olan Xenomorph’u içeren bir film üzerinde çalışması aslında sürpriz olmadı. Dile kolay, Ridley Scott’ın, Alien (1979) filminde evrenin en mükemmel ve ölümcül yaratığını tanıttığı günden bu yana tam 45 yıl geçti. Dört film (Alien vs. Predator filmlerini saymazsak) daha sonra tüm zamanların en büyük “bilimkorku” filmlerinden biri olarak adlandırılan bu yapıtı takip etti. James Cameron’ın Aliens (1986) filmi de bilimkurgu-aksiyon filmleri arasında halen türün en iyilerinden biri. Romulus, serinin zaman dizgesinde Alien ile Aliens filmleri arasındaki bir dönemde geçiyor.
Birçok kişi, Alien film serisinin ilk iki filmden sonra “bozduğunu” düşünse de, neyse ki Álvarez, bu durumu Romulus ile düzeltiyor. Ridley Scott’un Prometheus ile başlayıp Covenant ile devam ettirdiği yeni felsefi hat ile karşılaştırıldığında, yönetmen Álvarez’in serinin ilk ve ikinci filmleri olan Alien ve Aliens sonrasında sapan seriyi de yeniden rayına oturttuğunu ve köklerine döndürdüğünü söyleyebiliriz. Fakat yönetmen Fede Álvarez’in elinden çıkma Alien: Romulus, serinin hayranları arasında pek çok tartışmanın da fitilini yaktı. Bu yazımızda hem filmin ana öyküsünü paylaşıp bu tartışmalara değinecek, hem de Romulus’un Alien mitolojisinin başat unsurlarından olan teknobilim ve kapitalizm eleştirilerine hangi konumlardan eklemlendiğinden bahsedeceğiz.
Alien: Romulus, tıpkı ilk Alien filmi gibi, bir uzay istasyonunda (Romulus), insanları teker teker avlayan yaratıklara odaklanıyor. Ancak bu sefer, bir maden gezegeninde kölevari umutsuz bir hayattan kaçmaya çalışan bir grup kaçak gençle karşı karşıyayız. Bu gençler, dokuz yıllık bir yolculukla çok daha iyi bir gezegene varabilmek için bu istasyondan kriyo kapsüllerini (ç)almaya çalışıyorlar. Fakat tahmin edilebileceği gibi, bilimsel araştırma amaçlı kurulmuş bu uzay istasyonunda karşılarına çıkan bazı şeyler işlerin hiç de umdukları gibi gitmemesiyle neticeleniyor. Çünkü bu istasyon, onların yaşamları için savaşmalarına neden olacak son derece ölümcül sırları barındırmakta.
İstasyonun ismi Romulus, filmde de açıkça belirtildiği üzere Roma İmparatorluğunun kuruluş mitolojisinde yer alan ve kurt sütüyle beslenen efsanevi karakterlere bir gönderme. Türk mitolojik evreni içinde yer alan türeyiş destanında da benzeri bir öykünün yer aldığını biliyoruz. Kurt, eski zamanlardan beri saldırganlığı ve gücü ile bilinen bir hayvan. Onun sütüyle beslenen veya ondan türeyenlerin de savaşçıllık anlamında ona benzeyeceği aşikâr. İşte Romulus uzay istasyonunda da fizyolojisi uzayda yaşayacak kadar güçlü olmayan insanların genetiğini Xenomorphların DNA’sı ile güçlendirerek onların kırılganlığını yok etmeyi amaçlayan bilimsel deneylerin yapıldığını öğreniyoruz. Elbette ki istasyonun sahibi olan şeytani şirketin asıl amacı, bu şekilde koloni gezegenlerdeki emek gücünü de daha güçlü ve dayanıklı kılabilmek, ki daha çok sömürebilsinler. Filmde böylelikle kapitalizmin güdümündeki bir teknobilimin nelere yol açabileceğini korku dolu bir atmosferde görebilmekteyiz.
Filmde, bilhassa başrollerdeki Rain’in (Cailee Spaeny) ve Andy’nin (David Jonsson) olağanüstü performansları dikkat çekiyor. Spaeny, filmin başlangıcında isteksiz bir kaçakken, sonunda hayatta kalmaya kararlı bir mücadeleciye dönüşüyor ve bu karakter dönüşümünün filmde oldukça etkileyici bir şekilde yansıtıldığını görüyoruz. Bu yanıyla elbetteki Ripley’i anımsatıyor.
Romulus’un en dikkat çekici oyuncularından David Jonsson, Rain’in bir kardeş olarak gördüğü sentetik bir karakteri canlandırıyor. Karakteri hasar görmüş durumda ve sürekli Raintarafından yönlendirilmesi gerekiyor, ancak kendisine Rain’in babasının geçmişte yüklediği ana direktifi doğrultusunda Rain’in iyiliği için elinden gelen her şeyi yapıyor. Filmde, bazı koloni gezegenlerde androidleri barındırmanın yasak olduğunun belirtilmesi, hep tartışılagelen bir konu olan Blade Runner ile Alien evrenlerinin örtüştüğü teorisini de güçlendiren bir husus olarak dikkat çekici.
Romulus’un açılışı biraz yavaş başlasa da “avlanma” sahneleri mükemmel bir şekilde işlenmiş. Filme serpiştirilen ve serinin diğer filmlerine doğrudan gönderme yapan bazı unsurların izlerken keşfedilmesi de oldukça heyecan verici. Filmin finali ise (Sürpriz Bozan kısmında açıklıyoruz), iğrenenler ve Alien mitolojisine çok yaratıcı bir dokunuş olarak izleyenleri ikiye bölmüş durumda.
Film hakkındaki başka bir tartışma konusu ise Alien: Romulus’un orijinal filmlere biraz fazla göndermede bulunup hatta bazı replikleri tekrar ederek onları fazlaca taklit etmeye çalışmış gibi hissettirmesi. Fede Álvarez, Alien: Romulus filmini yapmaya karar verdiğinde, serinin en çok beğenilen ve popüler filmleri olan Alien ve Aliens’ı onurlandırmakla kalmayıp, tüm mitolojiyi de kucaklamak istediğini en başından beri dile getiriyordu. Zaten verdiği bir demeçte, “Hepsini kucaklamalıyız” diye düşündüğünü söylüyor. Genel yapı olarak Romulus, orijinal ilk filme oldukça benziyor ki, köklere dönmek babında bu kabul edilebilir bir şey. Özellikle Rain’in, filmin sonunda Ripley’e benzer bir dönüşüm geçirdiği sahnelerde bu paralellikler epey belirgin. Ancak film, Alien ve Aliens’tan birçok repliği doğrudan alıntı yapmaya başladığında biraz fazla ileri gitmiş gibi oluyor. Bu taklit sahneler, filmin bağlamında da mantıklı gelmiyor çünkü bu anların, doğrudan izleyiciye göz kırpmaktan başka hiçbir anlamı yok. Yine de uyandırdığı nostaljik etki anlamında zihinlerde hoş bir tat bıraktığını söyleyebiliriz.
Ash’in Geri Dönüşü
Romulus, hikâyesinin kritik bir kısmını, orijinal filmde ölen bir karakter üzerine kuruyor: Ash. Hatırlayacak olursak, Ash, serinin kapitalist baronları Weyland-Yutani Corporation’a ürpertici bir itaatle hizmet eden, merhum Ian Holm tarafından canlandırılan sentetik bir insandı. Alien 3’te doğrudan ve Alien vs. Predator’da referans verilerek Bishop adlı androidin (Lance Henriksen) yaşam döngüsü genişlemişken ve Michael Fassbender’in David karakteri her iki öncül filme (Prometheus ve Covenant) liderlik etmişken, Álvarez, Holm’un rolünün (ya da en azından görünümünün) yeniden dirilmesinin zamanının geldiğini düşündüğünü ifade ediyor.
Fikre fazla kapılmadan önce, Álvarez, Ian Holm’un mirasçılarının onayını almak için harekete geçtiğini söylüyor. “Yaptığım ilk şey, eşi, ailesi ve çocuklarını bizzat arayarak herkesin bu fikre sıcak bakıp bakmadığından emin olmak oldu.” Yönetmen, 2021 yılında kendi babasını kaybettiği, Holm da aynı yıl vefat ettiği için, ailesinin onu tekrar ekranda görmek istemeyebileceğini anladığını belirtiyor. Fakat aile, aktörü onurlandıracağı için bu fikri memnuniyetle karşılıyorlar. Bu yönüyle Romulus, artık hayatını kaybetmiş oyuncuların görüntülerinin yeni çekilen filmlerde bilgisayar efektleri, Romulus’ta olduğu gibi animatronik robotik efektler ve ileride daha sık gündeme geleceği belli bir yöntem olan yapay zekâ ile türetilmiş görüntüler aracılığıyla yeniden beyaz perdeye aktarılmasının etik boyutlarına dair de tartışmalar açıyor aslında.
Xenomorph’un Biyomekanik Fizyolojisinde Yeni Bir Unsur: Koza Aşaması
Orijinal Alien filminde, küçük yaratık, o tarihi ve korkunç sahnenin ardından ilk kez göğüs patlatıcı (chestbuster) olarak karşımıza çıktığında hızla tam boyutlu bir Xenomorph haline geliyordu. Kısa sürede Nostromo‘nun bütün mürettebatını ortadan kaldırdığında, izleyiciler yaratığın nasıl bu kadar hızlı bir şekilde yetişkin boyutuna ulaştığını merak etmişlerdi. Romulus’ta ise Alien’ın erişkin hale gelmesi çok daha hızlı bir şekilde gerçekleşiyor.
Filmde, bu değişimin nasıl gerçekleştiğini nihayet görebiliyoruz: Álvarez’in filme dahil ettiği koza aşaması sayesinde. “Yeni şeyler eklemek söz konusu olduğunda, bunu diğer filmlere ihanet etmeyen veya onlarla çelişmeyen bir şekilde yapmak istedim,” diyor Álvarez: “Bunu, belki ilk filmde olmadığını düşündüğünüz bir şeyi öne sürerek yapabilirdim, belki vardı ama biz kaçırmıştık. Bu yüzden, bir şey şekil değiştirip bu kadar hızlı büyüdüğünde koza aşaması bana mantıklı geldi.”
Şöyle devam ediyor: “Aslında, bunu kimseyle konuşmadım, ama görüntülere baktığınızda, kozanın gemiye ve borulara, elektriğe yayıldığını ve birçok enerjinin ve şeyin kozaya dönüştüğünü göreceksiniz. Duvara baktığınızda, geminin ne zaman bittiğini ve kozanın ne zaman başladığını anlamıyorsunuz. Yaratık bu kadar hızlı bir şekilde büyümek için enerjiyi ve maddeyi nereden alıyordu? Yani, gemiden bu enerjiyi emmiş olmalı ve sonra doğduğunda tüm bu biyomekanik unsurlara sahip oluyor. Görünüşe göre, yan tarafında bazı borular var, bu yüzden düşündüm ki, bu organik ile geminin bir birleşimi gibi. Bu yüzden H.R. Giger’in çalışmalarından ilham alarak bu çılgın ve hafif sapkın görünümü verdim.”
Romulus, aynı zamanda göğüs patlatanların sese ve ısıya duyarlı olduklarını açıklamasıyla da bu kurgusal evrendeki Xenomorph’un fizyolojik özelliklerine dair bilgiye yeni bir katkıda bulunmuş oluyor.
Alien Evrenine Hayat Öpücüğü
Alien: Romulus, ilk iki filmden sonra çekilen her bir film ile ayrı bir hayal kırıklığına uğrayan hayran kitlesini yeniden heyecanlandıracak bir potansiyele sahip. Aslında Alien kurgusal evreni o kadar zengin olası açılımlara gebe ki, her bir yeni yönetmen kendi estetik ve düşünsel tarzını anlatıya başarıyla yedirebiliyor. Serideki her bir yeni unsur, öykünün geçtiği evrenin anlam boyutunu büyütüyor. Romulus’un başarısı, hatta seriye üflediği hayat öpücüğü, muhtemelen önümüzdeki yıllarda yeni Alien filmlerinin çekilmesine gidecek yolu genişletti. Bu yoldan hangi yönetmenlerin yürüyüp kendi sanatsal yaklaşımlarını Alien evrenine yansıtacaklarına hep birlikte şahit olacağız.
Kaynaklar ve İleri Okuma: