My Stepmother is an Alien

Beklenmedik Ziyaretçi: My Stepmother is an Alien

Başka bir galaksiye sinyal gönderebilseydiniz, cevabın nasıl olmasını beklerdiniz? Üstün yırtıcı bir türün istilaya gelişini mi, yoksa barışçıl yetkin bir türün temsili ziyaretini mi? Düşünülenler arasında birçok farklı seçenek olacağı kesin, fakat My Stepmother is an Alien izleyicinin karşısına orijinal bir fikirle çıkıyor. Senaryosunu ve yapımcılığını Blues Brothers ve Hayalet Avcıları filmlerinden de aşina olduğumuz Dan Aykroyd‘un üstlendiği 1988 çıkışlı yapımın yönetmenlik koltuğunda ise Richard Benjamin oturuyor. Steven Mills, yaptığı deneylerin yol açtığı hasarlarla büyük maddi yüke sebep olmuş bir fizikçidir. Çalıştığı şirket Lucas Budlong kendisine son bir ihtar çeker. Bir daha aynı şey olursa kovulacaktır. Fakat Dr. Mills durur mu? Klasik bilim insanı kural tanımazlığıyla işine devam eder. Amacı galaksiler arası mesaj göndermektir. Yağmurlu bir gece yakalayacağı şimşekle etkisini arttırarak, mesajını göndermeyi deneyecektir. Deneyi başlatır, beklentiler olumlu hatta etkileyici bir sonuç verir; çünkü imkansızı başarmıştır. Galaksinin ötesine iletilen mesajını ekrandan izlemektedir. Lakin elektromanyetik şok nedeniyle bilgisayarlar yanar, veriler kaybolur ve Dr. Mills kovulur.

Eve üzgün bir şekilde döndüğünde kızı Jessie‘den destek alır. Jessie on üç yaşında ergenlik arifesinde bir kızdır ve yaşadığı değişimleri babasıyla paylaşmaktadır. Çünkü Bayan Mills yani annesi, Jessie henüz sekiz yaşındayken vefat etmiştir. Babasının bu kaybın ardından yalnızca işine odaklanır hale geldiğini gören Jessie de zor zamanlarında tüm gücüyle destek vermektedir. İşini kaybedip yine sessizliğe bürününce, babasını amcası Ron’un partisine gitmesi için ikna eder. Ron, Steven’ın zıttı bir yaşayış tarzına sahiptir. Steven derinlikli ve duygusal bir insanken, Ron günlük yaşayan, hovarda biridir. Bu farklılık filmin birçok yerinde karşımıza çıkacaktır.

Ron’un evinde parti sürdüğü sırada, bir uzay gemisinin Dünya’ya yaklaştığını görürüz. Gemi Dünya’ya inerken, diyaloglar ile konuşan kişilerin sahneleri gösterilir, böylece bir nebze konuya vakıf oluruz. Gelen kişi sinyalin ulaştığı galaksidendir, hedefi de doktordur. İlk başta Terminator izlenimi uyandıran bu durum, aksine bir seyir alır. Gelen kadın, doktoru öldürmek değil, onu etkileyerek sinyali yeniden göndermesini sağlamak istemektedir. Bu nedenle görenlerin ağzının suyunu akıtacak kadar çekici bir kadın olarak çıkar karşısına. Yalnız bir sorun vardır: Dünya’ya dair hiçbir şey bilmemektedir. Partide garip davranışları yadırganır, çekici bir kadındır ama tuhaftır; yine de bu hareketleri doktorun ilgisini çeker ve amacına ulaşır.

Doktor Mills‘den ihtiyacı olduğu bilgiyi almaya mecbur olan Celeste, onunla birlikte evine gider. Dünyanın yaşamıyla kendi kültürel gelişimleri arasındaki farkı öğrenmeye başlamasının yanı sıra, fiziksel ve duygusal yakınlaşmalar da olur. Çantası ve dünya kültürü uzmanı yardımcısıyla bunlara getirdiği çözümler ise komik sahneler ortaya çıkarır. Abartılı halleri ilk olarak Jessie’nin ilgisini çeker. Besinini elektrikten alan Celeste’yi arabanın aküsünden beslenirken görür ve haliyle korkar. Babasına söylediğinde ise yalnızca hayal gördüğü cevabını alır, çünkü aşık olmuştur ve gözü başkasını görmez. Bu duygu yoğunluğunun ardından gelen sürpriz evlenme teklifi de tuz biber olur. Jessie’nin artık bir üvey annesi vardır; hem de en uzaylısından.

Öncelikle, konunun gayet güzel bir fikirle başladığını belirtmek lazım. Uzay araştırmalarının gittikçe popüler olduğu günümüzde, bu çalışmalar neticesinde elde edilen bir iletişim üzerinden kurgu yapmak makul sayılabilir. İçine komedi ögeleri de doğru yedirilirse, kendi izleyicisini oluşturup kült hale bile gelebilirdi. Lakin Dan Aykroyd, senaryo nasıl yazılmamalı konusunda örnek bir eser ortaya çıkarıyor.

Baş rolde oynayan Kim Basinger‘ın çekici bir kadın olduğunu kimse inkar edemez, fakat tüm filmin bu kadının şuh bakışlarına teslim edilmesi tam bir felaket. Donuk bakışlarıyla rolünü iyi kıvırması bile başarıyken, fazlasını beklemek hata olmuş. Yalnızca fiziksel temaslardan ibaret bırakılsa yeterli olurmuş. Doktor karakteri ise eşini yıllar önce kaybetmiş ve yasını tutmakta olan birinden ziyade ergenliğe yeni girmiş inek öğrenci gibi hareket ediyor. Karakterlerin inşası bu açıdan fazla yetersiz. Çünkü izleyicinin filmden etkilenmesinin yolu karakterlerle ortak yönleri olduğunu bilerek kendisiyle bağdaştırmasıdır, lakin geçmişlerine dair birkaç cümleden öte söz duyamıyoruz.

Olayların birbirine bağlanışı da çok sorunlu ne yazık ki. Sebep-sonuç bağını kurmakta zorlanan izleyiciye duygusal bir bağ imkanı verilmemesi, filmin yersiz uzunlukta olduğu izlenimi uyandırıyor. Aşk, ölüm, yas gibi kavramlar öylesine es geçilirken, buram buram cinsellik pompalanması da sorunu pekiştiriyor. 80’ler bilimkurgu filmleri genelde aile yaşamına ve bu bağlamda toplumsal mesaja yönelik kareleri kadraja almışlardır; oysa bu filmin odak noktası ne yazık ki duyguların sığlığı ve haliyle de kadın bedeninin metalaştırılmasını izliyoruz.

Diğer yandan, ana fikir olarak Freudyen sembollerle ve yarı çıplaklıkla karşılaşıyoruz. Çekim açıları, kullanılan renk paletiyle de bunlar teşhir edilmeye çalışılıyor. Sözün özü, My Stepmother is an Alien güzel bir fikir; ama keşke hep öyle kalsaymış.

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

seti paradoksu

SETI Paradoksu Hipotezi: Ya Herkes Sadece Dinliyorsa?

İtalyan asıllı Amerikalı fizikçi Enrico Fermi, Manhattan Projesi kapsamında çalıştığı Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndaki meslektaşlarıyla uzaylılar …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin