John McTiernan yönetiminde 1987 yılında gösterime giren orijinal Predator (1987), başarısız olma potansiyeline sahip bir yapımdı. Çekimlerin yarısında radikal bir karar alınarak yaratık tasarımında değişikliğe gidildi. Jean-Claude Van Damme’a giydirilen yaratık kostümü tasarım olarak peygamberdevesinİ andırmaktaydı ve hantal bir yapıya sahipti. Çekimler tüm hızıyla devam ederken, yönetmen ve ekibi bu aceleye gelmiş dünya dışı avcı tasarımının başlarına ciddi bir iş açacağının farkındaydı; dolayısıyla acilen yeni bir tasarım ekibine ihtiyaçları vardı. Terminator (1984) ve Aliens (1986) yapımlarındaki gerçekçi pratik efektleriyle rüşdünü ispatlayan Stan Winston bu iş için biçilmiş kaftandı. Dolayısıyla Winston’ın Predator filmi için yaptığı tasarım -deyim yerindeyse- filmi kurtardı.
Güney Amerika’ya bir kurtarma görevi için gelen paralı asker Dutch (Arnold Schwarzenegger) ve ekibinin başından geçen sıra dışı olayları konu edinen orijinal yapım, ilk yarıda B-Tipi savaş filmi tadında ilerlerken, dünya dışı varlığın ortaya çıkmasıyla birlikte sinematografi ve yönetmenlik düzeyi açısından yükselişe geçiyordu. Kafatası avcısının ekip üyelerini birer birer etkisiz hâle getirmesi, gerilim katsayısını da artırıyordu. Sonlarda esas kahramanın ormanda Avcı ile baş başa kalması ve teknolojik açıdan ondan hayli geride olması sebebiyle Mctiernan, ilk çağlara benzer bir dünya atmosferi oluşturmuştu. Dutch’ın ilkel görünen etkili tuzaklarının av ve avcı ilişkisinin rollerini değiştirmesi, izleyiciyi ters köşe yapmayı başarmıştı. Dolayısıyla eserin ikinci yarıda sinemasal olarak yüz seksen derecelik yükselişi, filmin kült bir statüye erişmesini sağlamıştı.
Predator’ın hayli “uzaylı” görünen dizaynı, sıra dışı ekipmanları, görünmezlik yeteneği, yalnızca tehdit olabilecek canlıları avlaması ve bunu kendini kanıtlama amacıyla yapması, sinema tarihinin en ikonik yaratıklarından birine dönüşmesini sağladı. Devam yapımlarında çok fazla değişikliklere gidilmese de, Prey’de karşımıza çıkan Avcı figüründe radikal denebilecek değişiklikler yapıldı… Basit bir formüle sahip ilk yapımdan sonra daha “ilginç fikirler” ile “oynamaya” karar veren Hollywood, Predator 2 (1990), Alien Vs. Predator (2004), Aliens Vs. Predator – Requem (2007), Predators (2010) ve The Predator (2018) gibi yapımları karşımıza çıkardı. Orijinal yapımda Predator ile özdeşleşen “ana tema” müziği serilerin birçoğunda kullanıldı. Aksiyonu şehre taşıyan ve bu sefer kirli çete üyelerinin avlanıldığı ikinci yapım, stüdyoya belli bir ticari başarı getirmeyi başardı. Predator’ın avlarının kafataslarını şahsi koleksiyonuna eklediği sahneyle, Dünya harici gezegenlere de gittiğine şahit olduk. Kemik koleksiyonunun içinde bir adet xenomorph (Alien) kafatasının yer alması, stüdyonun olası Alien vs. Predator projesi için seyirciye attığı bir yemdi. Hâliyle ikinci yapımda Predator evreninin biraz daha genişletilmesi, Alien vs. Predator çizgi roman ve oyunlarının yapılması, iki ikonik yaratığın yer alacağı yeni projeye yeşil ışık yaktırdı.
2004 ve 2007 yıllarında sinemalara gelen filmler, diğer Predator filmleri ile organik bir bağ kurmayıp kendi evrenlerini oluşturmayı amaçladı; fakat yapımlar izleyicide pek de karşılık bulamadı ve olası devam projeleri sonlandırıldı. Hâliyle Predator serilerini bu iki yapımdan bağımsız olarak değerlendirmekte fayda var. Alternatif evrenleri ayırma konusunda Dark Horse Comic yıllar içerisinde daha tutarlı yollar izledi; yaratıkların solo ya da birlikte yer alacağı hikâyeleri ayrı çizgi roman serileri olarak raflara çıkardı. Firma daha da ileri gidip, 2014’te Fire And Stone ile Alien, Predator ve Prometheus filmlerini harmanlayıp marjinal bir işe de soyundu. Dolayısıyla alternatif evren oluşturma konusu çizgi roman ve oyun dünyasında daha işe yarar görünüyordu.
Robert Rodriguez yapımcılığında ve Nimród Antal yönetiminde gelen 2010 yapımı Predator, orijinal bir fikre dayanarak çıktı: Dünyanın çeşitli bölgelerinden kaçırılan suça bulaşmış insanlar, yabancı bir gezegene bırakılıp avlanacaktı. Predator’ların yabancı gezegeni av bölgesi olarak kullanması ve Antal’ın ilk filme yakın bir doku inşa etmesi, güç kaybeden seriyi az da olsa toparladı; fakat Shane Black’in büyük beklentilere neden olan The Predator projesi hem gişede battı hem de serinin en kötü eseri oldu. Hâliyle stüdyonun yeni bir Predator projesine soyunması artık çok büyük bir risk içeriyordu. Fakat hesapta olmayan bir şey vardı: 10 Cloverfield Lane’in (2016) yönetmeni Dan Trachtenberg ve senarist Patrick Aison (Jack Ryan / 2018), o sıralarda bambaşka fikirlere sahipti…
İkili, 20th Century Studios’un haberi olmadan ilk filmin formülüne bağlı orijinal bir fikir yarattı: Avcı’nın günümüzden 300 sene önce Dünya’ya ilk geldiği dönem merkeze alınacaktı. Komançiler döneminde geçen film, Naru’nun (Amber Midthunder) erkekler dünyasında bir kadın avcı adayı olarak kendini kanıtlama çabasını konu edinecekti. Dünya’ya ilk kez gelen Predator ise burayı anlamaya ve kendine tehdit olarak gördüğü varlıkların avına çıkacaktı. Dolayısıyla Naru kendi kabilesine karşı; vahşi Avcı ise bu dünyaya karşı bir yabancıya dönüştürülecekti. Av ve avcı ilişkisinin kimi zaman rol değiştireceği senaryoda Predator, Naru’nun sanki bir alter egosu olacaktı. Kadın olduğu için çiftçilikle uğraşması önerilen Naru, tecrübeli bir avcı olan abisi Taabe (Dakota Beavers) ile de kimi zaman çatışacak, bu gizemli avcı karşısında büyük bir sınav verecekti.
Önceki filmlerin de yapımcısı John Davis’e sunulan senaryo kısa zamanda kabul gördü. Başlarda gizlilikle yürütülen proje, bir süre sonra Skull adıyla duyuruldu. İsmi Prey olarak değişen yeni projede 20th Century Studios, bu sefer işi garantiye almak istiyordu. Bir önceki yapımın başarısızlığından ötürü film, dijital bir platformda yayımlanacaktı ve sinemalara gelmeyecekti. Kısa süre önce Amerika’da Hulu, Avrupa’da ise Disney Plus platformunda yayımlanan film, orijinalden sonra en sevilen eser oldu ve vahşi Avcı’mızın hakkı uzun bir zaman sonra tekrar teslim edildi. Seriye yeni bir başlangıç getiren Dan Trachtenberg, Yautja’nın (Predator) farklı görüntüsü, başrol tercihi ve yeni bir tema müziği kullanımı ile riskli bir tercih yaptı. Fakat orijinal filmde neyin iş yaptığının farkında olan yönetmen, yalın, inişli çıkışlı patikalara girmeyen klasik bir Predator filmi yarattı.
Köpeğiyle birlikte çıktığı günlük gezilerde yeni dövüş ve avlanma becerileri geliştirmeye çalışan Naru, bazı otlar sayesinde şifa verici ilaçlar da yapabilmektedir. Yautja Prime‘dan gelen Yautja da av ve avcı dengesini anlayabilmek için ilk olarak Dünya’daki vahşi hayvanları inceler. Çoğu zaman yakınlarında olan Naru ile pek fazla ilgilenmez; kendisine bir tehdit olarak görmez. Naru, gene köpeğiyle çıktığı bir turda bir boz ayının saldırısına uğrar, Yautja’nın ayıyı durdurup öldürmesi ikilinin ilk karşılaşması olur. Naru, bu yabancı avcı ile çoğu karşılaşmasında onu kamuflajından ötürü tamamıyla göremez. Abisi vahşice öldürüldükten sonra, intikam için av iken avcı rolüne geçtiğinde yaratık da artık görünmezlik kamuflajına sahip değildir. Yaratığın bir hayaleti andırdığı karşılaşma anlarında Naru, söz konusu alter egosu ile yüzleşme hâlinde gibidir. Dolayısıyla yaratığın tüm heybeti ile karşısında olduğu final anlarında, o artık gerçek bir avcıdır.
Orijinal yapımda Dutch, üzerine bulanmış çamur sayesinde kendini Yautja’ya karşı kamufle edebiliyordu. Predator, varlıkları yaydıkları ısı dalgaları sayesinde görebiliyor ve çamur da bu yayılan ısı dalgasını engelleyebiliyordu. Naru’nun yaraları iyileştirmek için kullandığı şifalı otlar, vücut ısısını bir süre için düşürebiliyor ve kamuflaj etkisi yaratabiliyor. Yönetmen Trachtenberg, Naru’nun bir bataklıktan güçlükle çıkıp çamur içinde ağaca yaslandığı sahnede Dutch’a selam göndermeyi de ihmal etmiyor. Predator 2’de Dedektif Harrigan’a (Danny Glover) kıdemli bir Yautja tarafından hediye edilen 1715 senesinden kalma bir silah, ilk önce Naru’nun eline geçiyor. Olası bir devam yapımında, bu silahın Predator’ların eline nasıl geçtiğini büyük ihtimalle görebileceğiz. Kapanış jeneriği görsellerinde, Naru’nun vahşi Avcı’yı öldürmesinden kısa bir süre sonra gökyüzünden diğer uzay gemilerinin geldiğini görüyoruz. Trachtenberg, ilk iki filme yaptığı göndermeler ile organik bağlar kurmayı başarıyor.
Yapımda Komançilerin İngilizce konuşması en çok eleştiri alan konu oldu; fakat dijital platforma Komançi dilinde seslendirilmiş bir versiyon da eklenerek tercih seyirciye bırakılıyor. God of War oyun evreninden de ilham aldığını belirten yönetmen, bu ilhamı Predator’ın dövüş sahnelerinde açığa çıkarıyor. 300 yıl öncesi olduğu için teknolojisi görece daha eski olan Avcı’nın konumu, mücadele edeceği kabile ve Fransız kolonileri ile dengeleniyor. Etkili bir sinematografiğe sahip yapım, eşsiz doğa görüntülerini hikâyesine başarılı olarak yediriyor. Amber Midthunder, özellikle diyalog içermeyen sahnelerde başarılı beden diliyle etkili bir performans sergiliyor. Geveze olmayan senaryosu ve seyirciyi iki avcının sonlardaki büyük kapışmasına hazırlayan olay örgüsü ise diken üstünde, seyir zevki yüksek bir etki yaratıyor. Hulu’nun şimdiye kadarki en çok izlenen yapımı olma özelliği kazanan Prey, seride taptaze bir hikâye arayanları ve “o” klasik Predator atmosferini tekrar yaşamak isteyenleri ziyadesiyle tatmin edecektir.