La Region Salvaje

Erotik Bilimkurgu ve Sert Gerçekçiliğin Tuhaf Dansı: La Region Salvaje

“Cinsel birleşmedeki esrime hali; işte bu! Her şeyin gerçek özü ve nüvesi bu, varoluşun amacı ve hedefi.” –Arthur Schopenhauer

Dilimizdeki karşılığı “Vahşi Bölge” olan La Region Salvaje’nin (The Untamed) cesur ve alışılmadık anlatım tarzıyla Meksika sinemasının provokatörü olarak anılan ve bir önceki filmi Heli ile 2013 Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülüne layık görülen Amat Escalante’nin ilk bilimkurgu denemesi olduğunu söyleyebiliriz. Fakat türlerin kısmen iç içe geçtiği günümüz sinema anlayışında bu filmi salt bir bilimkurgu filmi olarak değerlendirmek yanlış, eksik ya da tartışmaya açık olacaktır; tıpkı Melancholia, The Man From Earth, Another Earth, Coherence gibi karakter odaklı hikâyelerin yarattığı “gerçek bilimkurgu bu değil” tartışmaları gibi. Bu yüzden her şeyden önce, bu hikâyede Escalante’nin şahsına münhasır sert gerçekçi tavrından yine ödün vermediğini ve fakat çok bildik bir bilimkurgu ögesi olarak “dünyaya düşen uzaylı yaratık” temasını esas derdi olan toplumsal sorunların – Meksika’daki yaygın erkek şovenizmi, mizojini ve homofobi gibi – ardına karanlık bir gölge olarak yerleştirdiğini, dahası bu yaratığı oldukça güçlü bir metafor olarak kullandığını söylemeliyiz.

Bununla beraber, başlıktaki “erotik bilimkurgu” ibaresine aldanarak burada Emmanuelle in Space ya da Barbarella tarzı bir hikâyeyle karşılaşacaklarını düşünenlerin de fazlasıyla yanılacaklarını eklemek gerek. Zira bu Vahşi Bölge’de hiç de eğlenceli bir erotizm gösterisiyle karşılaşmayacaksınız. Aksine bu hikâyenin erotizmi – aslında daha genel anlamda cinselliği – insan doğasının belki de en karanlık, en gizemli, en vahşi yanı olarak ele alırken sizi fazlasıyla rahatsız ve huzursuz edeceğini garanti edebiliriz. Öyle ki en doğal güdümüz ve hatta iki temel biyolojik var olma amacımızdan biri olan cinselliği – diğeri de bildiğiniz üzere hayatta kalmaktır – yeniden sorgulamak isteyebilirsiniz. Bununla birlikte bir süre de kalamar yemek istemeyebilirsiniz.

Uzay boşluğunda süzülen bir asteroit; hemen ardından karanlık bir kulübede, bacaklarının arasında dolanan dünya dışı bir yaratığın tentakülleriyle – işte kalamar esprisinin anlamını bulduğu yer – sevişen çıplak bir kadın; bunlar filmin ilk sahneleri ve bize fazlasıyla tuhaf bir bilimkurgu hikâyesi seyretmek üzere olduğumuzu hissettiren parçalar. Fakat bu çarpıcı ve olağan dışı görsellerin hemen sonrasında Escalante, bizi son derece sıradan ve gerçek bir aile dramının – hatta melodramın – ortasına atıyor ve uzunca bir süre de orada tutuyor; Alien’ın ya da Cthulhu’nun bugünün dünyasına, gündelik gerçekliğimizin ortasına yerleşmesi, yemek masamıza oturması gibi. Böyle bir durum hiç kuşkusuz hepimizi fazlasıyla huzursuz eder, diken üzerinde oturturdu.

Nitekim filmde de tüm o aile dramına ortak olurken benzer bir huzursuzluk duyuyor, işlerin tuhaf bir yere doğru gitmekte olduğunu her an hissediyorsunuz. Burada Escalante’nin tıpkı Lars Von Trier’in Melancholia’da yaptığı gibi bilimkurgusal olanı bir merak unsuruna dönüştürdüğünü ve onu odak noktası haline getirmekten ziyade, yaratığın esas karakterler ve bu karakterlerin ilişkileri üzerindeki etkileriyle ilgilendiğini söyleyebiliriz. Bu noktada bir parantez açarak filmin görüntü yönetmenliğini Melancholia ve Nymphomaniac I-II filmlerinde Trier’le birlikte çalışmış olan Manuel Alberto Claro’nun üstlendiğini ve çok başarılı bir sinematografi yarattığını belirtelim.

La Region Salvaje’nin hikâyesi uzaylı bir yaratık ve dört ana karakter etrafında şekilleniyor. İkinci sahnede tanıştığımız çıplak kadın Veronica (Simone Bucio), esas kadınımız olan iki çocuk annesi Alejandra/Ale (Ruth Ramos), Ale’nin biseksüel erkek kardeşi Fabian (Eden Villavicencio) ve Ale’nin bencil, maço, saldırgan, çevreye karşı homofobik tutumlar sergilemesine rağmen Fabian’la gizli ve yasak bir ilişki içerisinde olan kocası Angel (Jesus Meza). Bir de yaratığı dünyaya düştüğü günden beri koruyup kollayan, onu bir sebeple – belki de bilimsel bir araştırma amacıyla? – dünyanın geri kalanından gizlemeye çalışan yaşlı, hippi görünüşlü biyologlarımız var ki aklımıza derhal Süpermen’in dünyalı ailesi Jonathan ve Martha Kent’i getiriyorlar.

Yönetmenin burada Superman’e yaptığı gönderme oldukça açık. Zira yaratığımızın koruyucu annesine de Marta adını veriyor. Üstelik Clark Kent kadar yakışıklı ve seksi görünmese de Escalante’nin uzaylısı da oldukça etkileyici bir süper güce sahip; uzaylı yaratığımız, dokunduğu her şeye saf cinsel haz veriyor. Öyle ki onu dünyaya getiren asteroidin düştüğü yerde oluşan kraterde, o günden beri – uzunca bir süre aklınızdan çıkmayacak olan – bir cinsel şölen gerçekleşiyor. Filmin genel hikâyesine ve bu yazının odak noktası olan “haz ve uygarlık” konusuna geçmeden önce yönetmenin referans aldığı diğer eserlere de kısaca göz atalım.

Amat Escalante, La Region Salvaje’yi 2016 yılında hayatını kaybeden Polonyalı yönetmen Andrzej Zulawski’nin Possession (1981) isimli sürreal filmine ithaf ettiğini söylüyor. Possession’da da cinsel tatmin nesnesi olarak kullanılan ve evrim geçiren bir yaratıkla, kıskançlıkla, buna bağlı olarak şiddetle ve bastırılmış kadın cinselliğiyle karşılaşıyoruz. İki film arasında müthiş benzerlikler ve güçlü bir ilişki var. Fakat Escalante, Zulawski’den farklı olarak yaratığına güçlü bir anlam yüklüyor ve onun sürrealist bir öge olarak kullandığı yaratığı bir bilimkurgu ögesine dönüştürüyor.

Bununla beraber Jonathan Glazer’ın 2013 yapımı Under The Skin filmiyle de tematik anlamda benzer bir ilişki kurabiliyoruz; burada da karşımıza arzu nesnesi olarak dünya dışı bir yaratık, insanı iradeden yoksun bırakan, onun en ilkel, en karanlık yanı olan cinsellik ve uygarlığın en büyük sorunlarından olan mizojini çıkıyor. Son bir referans olarak, filmimizde erotik bir figür olarak kullanılan “uzaylı ahtapot” fantezisinin tarihini merak edenler, Tentacle Erotica denilen Japon pornografisine (hentai/eroguro) bir göz atabilirler. Bu fantezinin kendini gösterdiği ilk yer,  Hokusai Katsushika isimli Japon ressamın 1814’te çizdiği The Dream of the Fisherman’s Wife isimli resimdir. Şimdi artık La Region Salvaje’nin genel hikâyesiyle birlikte tatmin edilemeyen arzuların karanlık sularına girebiliriz.

Genç bir anne olan Ale’nin, Angel ile her anlamda mutsuz bir evliliği vardır; hiçbir arzusu tatmin edilmemekte, üstelik ruhsal ve fiziksel olarak şiddet görmektedir. Ale, mutsuzluğunun kaynağı olan kocasının, kardeşi Fabian’la yaşadığı ilişkiden, dahası Angel’in Fabian’ın hayatını da cehenneme çevirdiğinden habersizdir. Üçlü arasındaki bu sorunlu ilişkiler bir şekilde bitirilememekte, ne Ale ne de Fabian, Meksikalı maço erkeğin sembolü olarak resmedilen Angel’e dur demeye cesaret edebilmektedir. Her ikisi de bu anlamda kaderlerine boyun eğmiş ve mutlu olmanın yollarını aramaktan vazgeçmiş gibidir. Fakat Veronica’nın hayatlarına girmesi bu hastalıklı döngünün kırılmasına neden olur. Her daim kederli bakışları ve soğuk tavırlarıyla insana uzaylı yaratıktan daha yabancı görünen Veronica, saf cinsel hazzın somutlaşmış hali olan yaratıkla uzunca süredir saplantılı bir “ilişki” içindedir ve bu ilişki artık Veronica’ya – ve yönetmenin bizlere açıklamadığı bir sebepten dolayı yaratığa da – zarar veren bir noktaya gelmiştir.

Koruyucu aile – hani Bay ve Bayan Kent’in izdüşümleri olanlar –  Veronica’ya yaratığa yeni bir partner bulması gerektiğini söylerler. Veronica’nın keder denizinde boğulan üçlünün hayatlarına girmesi de yaratık tarafından açılan yarasını tedavi ettirmek için gittiği hastanede hemşire olan Fabian’la tanışmasıyla olur. Böylece Veronica bir nevi Freud’a dönüşür ve bu insanların mutsuzluklarının kaynağının bastırılmış cinsellikleriyle ilişkili olduğunu keşfeder. Çözüm yoluysa ortadadır; onları sevgili yaratığının gizli kulübesine, saf hazzın kaynağına, hiçbir bağlılık ve sorumluluğun olmadığı, sadece doyumun olduğu yere, bir ölçüde İD’e götürecektir. Fakat sonsuz hazzın uygar toplumda, gerçeklik ilkesinde yaşayan yetişkin birey için sonsuz mutluluk getirmeyeceği de bir gerçektir. Uygarlığın getirisi olan toplumsal tabu ve baskıların gölgesinde doyurulamayan arzuların, ormanın içindeki gizli bir kulübede, dünya dışı bir varlık tarafından, doğal olmayan biçimde tatmin edilmesinin karakterlerimizden bazıları için elbette birtakım ağır bedelleri olacaktır…

Amat Escalante’nin bu filmde esas derdinin Meksika’daki erkek şovenizmi ve buna bağlı olarak gelişen homofobi ve mizojini gibi sorunlar olduğundan bahsetmiştik. Bütün bunların da temelde toplumsal cinsiyetle ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Patriarkal toplum yapısı, bir biyolojik özellik olan cinsiyeti (sex), ekonomik, sosyal ve kültürel düzlemde toplumsal cinsiyete (gender) dönüştürürken “kadınlık ve erkeklik” kavramlarını kendine göre yeniden inşa eder ve bu yapıda “üçüncü cinsiyete” herhangi bir yer vermez; yalnızca güçlü, koruyucu, yeri geldiğinde saldırgan, her anlamda özne olan erkek ve doğuran, besleyen, erkek için cinsel tatmin sağlarken kendisi için buna ihtiyaç duymayan, her anlamda nesne olan kadına yer verir. Böylece kadın, toplumda erkeğe göre ikincil bir konuma yerleştirilirken eşcinsel olanın bir konumu dahi yoktur. Meksika’da bu patriarkal sistem – tıpkı ülkemizde olduğu gibi – “mükemmel” şekilde işlemektedir.

Bastırılmış arzularıyla ölümcül bir yalnızlık ve mutsuzluğa itilen, kendini yalnızca anne olmaya ve erkeği tatmine adayan Ale; Ale’nin aksine rolünü tamamen reddedip yalnızca geçici hazlar için yaşayan ve fakat bu yolla da kalıcı olarak mutlu olamayan Veronica; baskıcı ebeveynlerinin ellerinde güçlü olması öğretilerek büyüyen, bu yüzden eşcinselliğini gizlerken saldırganlaşan ve çevresindeki herkese şiddet uygulayan Angel ve cinsel kimliğini gizlemediği, üstelik toplumun kendisinden beklediği “maço erkeğe” dönüşmediği için her daim ezilen Fabian. La Region Salvaje’de bu insanlar, patriarkal yapının sonuçları olarak izleyiciye sunulurlar. Peki, ilkel yanımız olarak tanımlanan ve bu ezici gerçeklikten bir kaçış olarak sunulan uzaylı yaratık, uygarlığın huzursuzluğuyla boğuşan bu insanlar için bir çözüm yolu mudur? Hepsi için öyle olduğu söylenemez.

O kulübenin içinde olan şey, bizim ilkel yanımızdır; en temel ve en saf durumumuzun somutlaşmış hali. O, hiçbir zaman yok olmayacak. Sadece kendini mükemmelleştirip duracak.”

Yaratığın bakıcısı Sr. Vega tarafından yapılan bu tanımlama, yönetmenin bizlere yaratığın ne olduğuyla ilgili olarak verdiği en sağlam, hatta belki de tek ipucu. Öyleyse bu tanımın sunduğu “ilkel yanımız” ifadesinden yola çıkarak La Region Salvaje’nin alt metnine dair okumamızı Freud’un Uygarlığın Huzursuzluğu adlı eserindeki kimi düşüncelerle ilişkilendirmemiz mümkün olabilir. Freud, hayvan atalarımızdan farklı olarak yaşamımızda güven ve adalete ihtiyaç duyduğumuz için uygarlığı yarattığımızı, fakat bu konfora erişmek için en temel içgüdülerimiz olan cinsel arzu ve saldırganlığımızı bastırmamız gerektiğini söyler; temelde huzursuzluğumuzun sebebi budur. Yani insan, başkalarıyla birlikte yaşayabilmek için en temel dürtülerini – hazzı – feda etmek zorunda kalmıştır (Süperego) ve bu da hazdan başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen ilkel benliğe (İd) fazlasıyla acı vermektedir. Çünkü insan temelde haz için, haz ilkesi doğrultusunda yaşar ve mutluluğa erişmek ister. Ancak arzuları dünya ile çatışma halindedir ve haz ilkesinin gerçek anlamda uygulanması mümkün değildir; mutluluk, yalnızca birikmiş gereksinimlerinin ani ve kısa süreli tatmini olarak mümkün kılınmaktadır.

Fakat bu huzursuzluktan kaçmanın birtakım yolları da vardır: Keyif verici maddeler, bilim ve sanat çalışmalarıyla ulaşılabilen entelektüel haz, fantezi tatminleri ve sevgi. Fakat uygarlık bazı toplumlarda insana bu kaçış yollarını bile sunmaktan acizdir; uygarlık, din gibi, toplumsal cinsiyet gibi yapılarını bir silah olarak kullanıp hali hazırda huzursuz olan insanı hepten mutsuzluğa iter. “Giderek artan bir şekilde erkek işi haline gelmiş olan uygarlık uğraşı,” der Freud; “kadınların karşısına da giderek zorlaşan sorunlar çıkarır ve onları pek üstesinden gelemeyecekleri içgüdü yüceltmelerine zorlar.” Kim bilir, belki Escalante’nin uzaylı yaratığı da bu yüceltmelerden biridir? Öyleyse ilkel yanımız ve en saf halimiz olan bu seksi uzaylı, yaşamın kaynağı olan cinsel dürtümüzün karşılığı olduğu kadar, diğer temel dürtümüz olan yıkıcılığın, saldırganlığın, nihayetinde ölümün de karşılığıdır. Orada haz ve acı, yaşam ve ölüm, Eros ve Thanatos hep bir aradadır…

Escalante bu ilk bilimkurgu denemesiyle Venedik Film Festivali’nden ve Austin Fantastik Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ödülüyle döndü. Fakat – kişisel bir not düşmem gerekirse – La Region Salvaje’nin, klasik hikâye anlatıcılığı görevini reddederek art house’a yöneldiğinden dolayı genel sinema izleyicisini, müthiş teknolojik görsellerle beslenen hayali bir evren yaratmayı reddederek, evreni keşfe çıkmadan önce kendimizi keşfetmemiz gerektiğini söylediğinden dolayı da genel bilimkurgu izleyicisini çok fazla tatmin edeceğini düşünmüyorum. Belki bir gün kült bir yapım olacak, belki de hiçbir zaman hak ettiği değeri görmeyecek, bilemeyiz; buna gelecek nesiller karar verecek. Fakat ben “iyi” eserin, bittikten uzunca bir süre sonra bile insanın kafasında devam eden eser olduğuna inananlardanım. La Region Salvaje haftalardır kafamın içinde o tuhaf dansına devam ediyor.

Yazar: Selin Arapkirli

1984 yılında doğdu. Biyoloji okurken birden yazar olmak istediğine karar verip son derece keskin bir dönüşle Güzel Sanatlar Fakültesi'ne girdi. Fakat oradan da senarist olarak çıktı. Hala ilk romanını yazamadı ve giderek yaşlanıyor. Fakat ne kadar yaşlanırsa yaşlansın doğduğu yılla, 1984'le hep gurur duyuyor.

İlginizi Çekebilir

underworld

Fantastikten Sert Bilimkurguya: Underworld

Bir zamanlar büyü veya sihir denilen şeylerin sonradan bilimsel izahatlar ile ortaya konulmasında olduğu gibi, …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et