Tartışmasız sinema tarihinin en saygıdeğer isimlerinden Fritz Lang, mimarlık ve inşaat şirketi sahibi zengin bir babanın evladı olarak 1890 yılında Avusturya’nın başkenti Viyana’da doğdu. Viyana Teknik Yüksekokulu’nda resim üzerine eğitim aldı. Bir yandan dünya turuna çıkarak Asya, Afrika ve tüm Avrupa’yı dolaştı, bir yandan da Paris ve Münih’te resim eğitimi aldı. 1. Dünya Savaşı’nda Avusturya ordusunda yaptığı askerlik görevinin ardından senaryo yazmaya başladı. Yazdıkları Alman UFA stüdyosunun dikkatini çekmişti ve bunun üzerine Almanya’ya taşındı. Bir süre senaryo yazdıktan sonra yönetmenliğe de adım attı.
Half Caste (Halbblut) filmi ile yönetmenlik hayatına başlayan Lang, 1920 yılına kadar 5 filme imzasını attı. Bu eserler arasında en kayda değer olanları The Wandering Shadow ve Four Around A Woman’dır. Ne yazık ki Half Caste da dahil olmak üzere birkaç filmi hala kayıp durumdadır. Almanya’da yaşadığı 1921 – 1934 yılları arasında çektiği birçok filmle kariyerinin en parlak dönemini geçirdi. Metropolis başta olmak üzere 1920’li yıllarda çektiği birkaç uzun metraj bilimkurgu filmiyle uluslararası alanda da tanınan bir yönetmen haline geldi. 1920 yılında tanıştığı yazar ve oyuncu Thea von Harbou ile evlendi. “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” sözünü anımsatırcasına bu parlak dönemde yönettiği tüm filmlerin senaryosunu aslında karısıyla birlikte yazmıştır.
Sözü edilen periyotta göze çarpan yapıtlarına göz attığımızda şunları sayabiliriz:
- Dr. Mabuse: The Gambler (1922)
- Die Nibelungen (1924)
- Metropolis (1927)
- Frau Im Mond (1929)
- M (1929)
- The Testament Of Dr. Mabuse (1933)
Aslında polisiye bir üçleme olan Dr. Mabuse, insanları hipnoz ve zihin konrol yöntemleriyle manipüle eden kubarbaz bir psikiyatristin hikayesini anlatır. Die Nibelungen, adından da anlaşılacağı üzere ünlü Cermen destanı Nibelungen’i sinemaya taşıyan ve iki filmden oluşan fantastik bir seridir “Bir şehir katilini arıyor” yan başlığıyla öne çıkan psikolojik gerilim filmi M, Lang’ın gelmiş geçmiş en iyi eseri. Film, Berlin’de polisin seri cinayetler işleyen pedofili bir çocuk katilini yakalamakta yetersiz kalması üzerine tedirgin olan şehirdeki diğer suçluların da insan avına katılmalarını anlatmaktadır.
Metropolis ve Frau Im Mond gibi iki şahesere özellikle bir parantez açılması gerekiyor. Bilimkurgu sinemasının mihenk taşı sayılacak kadar önemli olan Metropolis‘in yapımına 70 milyon Mark, yani 200 milyon dolar harcanmıştır. Yönetmenliğini ve senaristliğini Fritz Lang’ın yaptığı film, aynı zamanda ilk uzun metraj bilimkurgu filmidir. Sınıf çatışmalarını ele alan antikapitalist konusuyla göze çarpmaktadır. Lang, tüm dünyayı derinden etkileyen Bolşevik devriminin harareti ve birkaç yıl önceki New York seyahatinde gördüğü gökdelenlerin de etkisiyle, zihninde beliren modern çağın mekanizmalarını yansıtır.
Fakat işin garip tarafı, burjuvaziden bir genç ile işçi sınıfından bir kadın arasında gelişen ve sözü edilen iki kişinin sosyal statülerini değiştiren duygusal ilişki nedeniyle Metropolis, Die Nibelungen’e oranla daha fazla fantastik unsurlar içerir. Filmin mekanik, mimari, sosyolojik ve distopik konsepti, geleceği görselleştirmenin yeni bir biçimini ortaya koyuyordu ve bu konsept yazarları, yapımcıları ve grafik sanatçılarını hala etkilemeye devam ediyor. Frau im Mond (Ay’daki Kadın, 1929) altın bulma umuduyla Ay’a sefer düzenleyen Helius adındaki bir girişimci ve bu konuda ona yardımcı olan Profesör Mannfeldt’in öyküsüdür. Mannfeldt’in çalışmalarını çalıp Ay’daki altına sahip olmak isteyen Amerikalı iş adamı Turner’e karşı girişilen mücadele de filmde önemli bir yer tutar. Film, dönemini öyle etkisi altına almıştır ki, etkilerini savaş sonrası uzay yarışında da görmek mümkündür.
Örneğin:
- NASA’nın bir roketine filmdeki önemli karakterlerden biri olan Friede ismi verilmiştir.
- Günümüzde roket fırlatmadan önce gördüğümüz 10’dan geriye doğru sayma aşaması ilk kez bu filmde kullanılmış, sonradan gelenekselleşmiştir.
- Roketin fırlatılması esnasında basıncı su havuzuyla azaltmak, bugün bile kullanmakta olduğumuz bir yöntemdir.
- İlk roketin mekikten ayrılmasından sonra ikinci roketin ateşlenerek devreye girmesi, bu filmde yıllar önceden öngörülmüştür.
- Yerçekimsiz ortamda mürettebatın sert yüzeylere çarpmasını önlemek için ayakları zemine kayışla bağlamak (floor foot strap) ve çekim kuvvetine karşı dikey yatak sistemi kurmak, filmde gördüğümüz ve hala güncelliğini yitirmemiş uygulamalardandır.
1933 yılında Naziler iktidara gelmiş ve ahtapotun kolları misali her yere yayılmışlardır. Naziler, Dr. Mabuse ve Metropolis’i hayranlık derecesinde beğenmişti. Bunun üzerine ünlü propaganda bakanı Joseph Goebbels, Lang’a Alman Sinema Enstitüsü’nün müdürlüğünü teklif etti, ancak Nazi karşıtı olan Lang bu iş teklifini kabul etmedi. Lang “Nazilerden hoşlanmıyorum” dercesine The Testament of Dr. Mabuse filmini yayınladı ama Nazizm karşıtı unsurlar içerdiği gerekçesiyle hemen yasaklandı. 1930’ların başında Naziler’e karşı sempati beslemeye başlayan ve daha sonra Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’ne katılan karısından da boşandı. Annesi Yahudi olan Lang ilk önce Fransa’ya, 1934 yılında da Amerika’ya kaçtı.
Avrupa’da özgünlüğünü yakalayan ve Alman dışavurumcu sinema anlayışını dram, gerilim, polisiye ve bilimkurgu türünde yaptığı filmlerle yansıtan Lang, artık başka bir dünyaya ve kültüre yerleşmişti. Hollywood’da işler Almanya’daki kadar rahat ve özgür değildi. Yönetmenler veya senaristler sık sık içerik kısıtlamaları, dışarıdan müdahalerle karşı karşıyaydılar ve stüdyonun istediği şekilde film yapmak zorundaydınız.
1936 – 1941 arası yönettiği Fury (1936), You Only Live Once (1937), You and Me (1938), The Return of Frank James (1940) ve Western Union (1941) gibi filmleri incelediğimizde, Lang’ın ‘kara film’e (Film noir) yani Hollywood usulü suç ve kovboy filmlerine kaydığını görürüz. Özellikle Fury ve You Only Live Once bu dönemdeki en iyi filmlerden biridir. İkinci Dünya Savaşı etkisiyle Hollywood’taki hemen hemen her yönetmen ve senarist gibi (muhtemelen stüdyo baskısıyla) Lang da 1941’den 1950 yılına kadar savaş filmleri, daha sonraki dönemde de kovboy ve suç filmlerini yönetti.
Yönettiği ve senaryosunu yazdığı sayısız filmle sinema tarihine adını altın harflerle yazan Fritz Lang, 1976 yılında Los Angeles’ta hayata gözlerini yumdu. Genel anlamda değerlendirildiğinde bilimkurgu başta olmak üzere sinemaya büyük emek veren Fritz Lang’ın her filmi kesinlikle izlenmeye değerdir.
Hazırlayan: Emre İnanır