En İyi 10 Post-Apokaliptik Bilimkurgu Filmi

Post-apokaliptik (kıyamet sonrası) senaryosu bilimkurgunun altın konularından biridir. Bu alanda birçok yapım karşımıza çıkmıştır. Bu yapımların hepsini listelemek mümkün değildir. Aralarından en iyi 10 film seçildi. Tabii yazının da konusu olduğu gibi bu yapımlara ağırlıklı olarak ”post-apokaliptik” bakış açısı ile yaklaşıldığını unutmayın.

10) Air

10. sırada kendisini Red Dead Redemption adlı efsanevi Rockstar yapımı vahşi batı oyununun senaryo yazarlığından tanıdığınız bir Christian Cantamessa filmi var. Oyuncular arasında The Walking Dead‘den bildiğimiz Norman Reedus ve Blood Diamond‘dan aşina olduğumuz Djimon Hounsou yer alıyor. Düşük bütçeli, az aksiyonlu, bol diyaloglu, sınırlı mekanlarda geçen bir yapım. Yakın gelecekte, bilinmeyen bir nedenden dolayı hava solunamaz hale gelmiştir. Bu sebepten hava şartları daha iyi hale gelene kadar hayatta kalan insanlar, koruma alanları içinde uyku halinde durmaktadır. Onların bakım süreci ise iki mühendisin elindedir.

Bu denli beğenilmesinin nedeni bazı insanların mega bütçeli bol makineli tüfekli, patlamalı zıplamalı Michael Bay filmi olmadığı sürece kafalarını yormamaları olabilir. Halbuki filmde yalnızlık hissi, bina paranoyası oldukça güzel yansıtılmıştı. Sürekli izleyiciyi merak içerisinde tutuyordu. Oyunculuklar fena değildi. Evet bazı konularda daha iyi olabilirdi. Örneğin karakterlerin geçmişine girilebilirdi. Konu daha güzel işlenebilirdi. Sorulan sorulara cevaplar verilebilirdi. Bunlara rağmen listede yerini hak ettiğini söyleyebiliriz. Sonuçta puanı daha yüksek olup da çok daha berbat olan yapımlar mevcut.

9) Planet of the Apes

Kült bir seri olan ve dilimize ‘‘Maymunlar Cehennemi” diye çevrilen bilimkurgunun en önemli yapımlarından biri. Başka alanlarda listenin tepesinde olması gerekirken, post-apokaliptik filtresinde 9. sırada yer alıyor. 1968, 2001 ve 2011 versiyonlarının hepsi kendi alanlarında ve dönemlerinde birer altın düşüncedir. Tabi aslen Pierre Boulle adlı Fransız yazarın 1963’te yazdığı kitaptan alındığını es geçmemek gerek.

Franklin J. Schaffner‘in yönettiği 1968 yapımı dönemin nükleer sorununu, kıyamet korkusunu ve ayrımcılığı simgelemiştir. Tim Burton’ın 2001 yorumu ise ırkçılık üzerine vurgular yapmıştır. 2011’de Rupert Wyatt‘ın yönetiminde başlatılan ve Matt Reeves’in devam ettirdiği Remake serisi ise genetik mühendisliği, psikoloji, sosyoloji ve primat etolojisi gibi daha bilimsel konular üzerinde durur. Ayrıca Caeser rolünde Andy Serkis’in şapka çıkartan performansını da atlamamak gerek.

8) 28 Days/Weeks Later

Gerek ilk filmi, gerekse ikinci filmi olsun biyolojik salgın alanında en vahşi ve en karamsar yapımdır. Hatta bu alanda en gerçekçisi diyebiliriz. The Walking Dead‘in olmadığı; ancak Resident Evil‘in kaliteli oyunlarından sonra beyazperdeye çevrilen başarısız filmlerinin olduğu yıllarda çekilmiştir. Danny Boyle’un yönettiği ilk film ve Juan Carlos Fresnadillo’nun yönettiği ikinci film bu sırada olmaya hak kazanıyor. Çünkü bu iki filmi bir bütün olarak ele almak gerek. Keza bu yapımlar tam olarak ”post” apokaliptik de sayılmaz. Aslında kıyamet sırasında geçiyor denilebilir.

Bir virüs salgınında insanların psikolojisi, devletin izlediği politikalar gerçeğe olabildiğince yakın işlemiştir. İnsanların tutumu ve verdiği kararlar izleyiciye her açıdan yansıtılmaya çalışmıştır. Zaten filmin renk tonu ve atmosferi insanı etkileyen bir türde olması da bu yüzdendir. Yer yer kahramanlıklar olsa da bencil kararların olduğu bu yapım damağınızda acı ama anlamlı bir tad bırakacaktır. Listede 8. sırada olmak için uzun bir yol katetmiştir. Gözlerinizi kapatıp filmin tema müziği olan John Murphy – In a Heartbeat adlı nefis parçayı dinlediğinizde, böyle bir Dünya’da yaşadığınızı hissedeceksiniz. Müzik için buraya tıklayabilirsiniz.

7) Oblivion

Her ne kadar Moon (2009) ve Total Recall (2012) filmleri ile benzerlikler taşısa da, içerisinde çok daha fazla unsurlar barındıyor. Destiny adlı bilimkurgu oyunundan ve Tron (2010) filminden tanıdığımız Joseph Kosinski’nin yönettiği bu yapımda Tom Cruise ve Morgan Freeman yer alıyor. İnsan türü, Dünya dışı canlılar ile yaptığı bir savaşta mağlup olduktan sonra Satürn’ün uydusu olan Titan’a yerleşiyor. Yakıtını denizlerden alan Dünya’daki dev füzyon jeneratörleri sayesinde Titan’daki kolonilere enerji sağlanıyor. Füzyon reaktörlerini de olası düşmanlara karşı koruyan droidler mevcut. Bu teknik mekanizmalardan sorumlu iki kişi var. Fakat karakterimizin hafızası silinmiş. Bu olaylar ile mücadele ederken bir yandan da kendi kişiliğini arıyor.

Atmosferi, sahneleri, görsel efektleri gayet güzel. Senaryosu oldukça akıcı. Plot-twist’ler tahmin edilebilir; fakat tam yerinde. Çoğu yapımda olduğu gibi bir takım ucu açık sorular kalsa da görmezden gelinebiliyor. Gerek kurgusu, gerek görselliği ile listede 7. sırada. Ayrıca Susanne Sundfor adlı sanatçının eşlik ettiği M83 – Oblivion adlı tema müziğini de şiddetle tavsiye etmekte fayda var. Yine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Evet, neymiş? Dedikleri gibi Dünya, savaşmaya değer bir hatıra (Earth is a memory worth fighting for).

6) The Road

2006’da Cormac McCarthy tarafından kaleme alınmış, ardından 2009’da John Hillcoat tarafından beyazperdeye yorumlanmış son derece gerçekçi ve dramatik bir post-apokaliptik yapım. Başrolde Aragorn olarak tanıdığımız Viggo Mortensen ve yardımcı oyuncu olarak Charlize Theron yer alıyor. Kıyamet sonrasındaki bir baba-oğul ilişkisini konu edinen film, hayatta kalmak için yaptıklarını kemiklerinize kadar hissettiriyor ve insanların karanlık yüzlerini açığa çıkartıyor.

Filmin grimsi soluk tonu, karakterlerin işlenişi ve atmosferi son derece duygusal. Yakın gelecekteki ”post-apokaliptik” kelime anlamını tam olarak ifade ediyor. Konu olarak biraz ağır ilerse de diyaloglar dolu dolu. Senaryosu sinir sistemini etkileyen bir biyolojik unsurdan ve Dünya dışı canlıların saldırısından daha olası olduğu için listede 6. sırada. Ayrıca filmler, ağırlıklı olarak ”kıyamet sonrası” filtresine göre inceleniyor bu yüzden listenin adını tekrardan hatırlamakta fayda var.

5) Twelve Monkeys

Chris Marker‘ın 1962’de çektiği La Jetée adlı kısa filmden esinlenen Terry Gilliam, uzun metrajlı hale yorumlamıştır. Gelecekte küresel bir yok oluşa sebep olacak sentetik virüsü daha havaya karıştırmadan durdurmak için zamanda geriye insan gönderilmeye karar verilir. Fakat bu insanlar mahkümlardan oluşuyordur. Çünkü zaman yolculuğu psikolojik ve biyolojik olarak tehlikelidir. Bu yüzden hüküm giymiş insanları kobay niyetine kullanmak devlet açısından daha verimli olacaktır. Başrolde Bruce Willis yer alıyor. Harika bir deli karakteri sunan Brad Pitt‘i de unutmamak gerekiyor. Boşuna En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Altın Küre Ödülü almadı değil mi.

Predestination kadar paradoksal değil, Back to the Future kadar da eğlenceli değil. Fakat şimdiye kadarki en gerçekçi ve bütünsel zaman yolculuğu yapımı olma adayıdır. Senaryonun her santimetresi ince ince işlenmiştir adeta. Zamanda yolculuk yapan bir insanın psikolojisine gerçekten bürünüyorsunuz. Neredeyse hiç soru işareti kalmıyor arkada. Oyunculuklar desen ayrı bir seviyede. Post-apokaliptik ağırlıklı olan bu listede 5. sırada olmayı fazlası ile hak ediyor.

4) I Am Legend

Listenin olmazsa olmazı, her çeşit izleyicinin beğendiği post-apokalizmin evrensel filmi. Richard Matheson‘un 1954’te yazdığı romanın, Constantine‘den tanıdığımız Francis Lawrence tarafından beyazperdedeki 3. yorumu. Normalde kanseri tedavi etmek için genetiği değiştirilen kızamık virüsü, mutasyon sonucu kontrolden çıkıyor ve insan türünün %94’ünü öldüren, %5’ini nocturnal (gece aktif) yırtıcı mutantlara dönüştüren hale geliyor. Sadece %1’in bağışıklık sahibi olduğu bu Dünya’da ordu virologu olan Will Smith, Samantha adındaki Alman kurdu ile izole bir hayat sürüyor. Bir yandan anti-virüs üzerinde çalışırken bir yandan da hayatta kalmaya çalışıyor.

Bu yapım, 4. sırada olmasaydı listenin anlamsız olacağının üstünü çizmek gerek. Yalnızlık duygusunu daha iyi işlenildiği bir film yoktur herhalde bu konuda. Bir Homo sapiens sapiens‘in bir Canis lupus familiaris ile yakın ilişkisini daha iyi işleyen başka bir yapım da yoktur herhalde. Virüs salgını alanındaki en duygusal yapım olduğu konusunda hem fikirizdir. Alternatif sonunu tavsiye etmediğimiz bu efsanenin bir de zihinlere kazınan My Name Is Robert Neville adlı tema müziği mevcuttur. 0.52’de başlıyor ve göz yaşlarınıza hakim olamayacağınız kısım 1.15’de geliyor. Sitenin kasmaması için duygulananların çıkmasını rica ediyoruz. Dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz.

3) Snowpiercer

Yaşanılmaz soğukluktaki Dünya’da bir nükleer trende yaşayamaya çalışan insanlardan çok daha fazlasına sahip bir yapım. Sosyolojik bir mikrokozmos. Harika bir sinematografik toplum metaforu. Dünya’nın adeta bir trene sığdırıldığı, sınıf ayrımının çok ince bir şekilde lanse edildiği başyapıt. Kostümler ve atmosfer duyguyu tam yansıtacak şekilde hazırlanmış. Antagonistlerin oyunculukları harikulade. In Time ile benzer bakış açısına sahip bir sistem eleştirisi yapan bu yapım kendi alanında en iyisidir. Bu felsefi ve ince dokusu ile listede 3. sırada olmayı tam anlamı ile hak ediyor.

Ufak tefek mantık hataları olabilir. Çünkü yönetmen bu yapımda gerçekçi olmaya değil, tam aksine olabildiğince sürreal olmaya çalışmış. Bu açıdan bir bakıma bilimkurgu yerine daha çok felsefi bir film diyebiliriz. Filmdeki birçok unsur simgesel olarak ele alınmış. Yönetmen koltuğunda Joon-Ho Bong var. Oyuncular arasında Chris Evans, Tilda Swinton, Jamie Bell ve The Abyss‘ten bildiğiniz Ed Harris var. Kült filmler arasına girmeye layık bir yapımken, birkaç Hollywood klişesi sebebi ile ucundan bu mertebeyi kaçırmış diyebiliriz.

2) Matrix

Sadece bir film değil, bir bakış açısı. Sadece bir kurgu değil, bir düşünce tarzı. Bilimkurgunun Albert Einstein’ıdır, herkes onu över ama çoğu kişi tam olarak anlayamamıştır.

Yapay zeka, Dünya dışı canlı istilası, post-apokaliptik Dünya, sanal evren gibi her alanda listenin tepesini zorlayabilen başyapıt. Diyalogları, oyunculukları, efektleri ile türünün tek örneği. Wachowski Kardeşler‘in yapımı olan bu şaheserin tek kötü yanı, gölgesinde The Thirteenth Floor adlı bir başka başyapıtın ezilmiş olmasıdır. Şu an post-apokaliptik türler dahilinde incelediğimiz için 2. sırada. Çünkü bu konuda daha iyi olan bir başka film var.

1) Children of Men

Gelelim fasulyenin faydalarına… Post-apokaliptik bilimkurgu denilince ilk akla gelmesi gereken yapımdır. 2027’de artık doğurgan olmayan kadınlar arasında hamile olan bir kızı konu alan başyapıttır. Gravity‘nin senaristi olan 2 Oscar sahibi Alfonso Cuarón, projenin başında. Oyuncular arasında Clive Owen, Julianne Moore ve Michael Caine gibi bilindik isimler mevcut. Aslen P.D. James‘in aynı isimli romanından alınmıştır. Fakat ortaya çıkan eser, kitaptan çok farklı özellikler barındırıyor. Sonuç olarak kitap da film de bilimkurgunun özgün değerli taşları arasındadır.

Eksiklikleri pek bulunmayan kusursuza yakın bir fikir. Oyunculuklar muazzam. Efektler harika. Atmosfer tam tadında. Kamera açıları inanılmaz. Tek çekim sahneleri için söze gerek yok bile. Özgün senaryosu ve felsefik bakış açısı yetmezmiş gibi bir de tam anlamıyla sinematografik bir değer. Konusunu bir kenara bıraktığımızda çekim yöntemleri ve sahneleri ile izleyiciyi baştan çıkarıyor adeta. Gelecekteki Londra’nın aslında günümüzden pek de farklı olmaması filmi bir adım daha önde başlatıyor. Gelecek vizyonu her zaman teknolojik olmak zorunda değildir. Ele alınmış en gerçekçi ve orijinal kıyamet sonrası yapım olduğu için altın harflerle yeri ilk sıraya yerleşmiştir.

Bonus: Wall-E

Toy Story, Finding Nemo, A Bug’s Life gibi meşhur Pixar yapımlarından bildiğiniz 2 Oscar sahibi Andrew Stanton’dan olağanüstü bir post-apokaliptik animasyon. Dünya’nın artık yaşanılamaz hale gelmesi nedeni ile insanların gezegeni terk etmesi ardından atıkları temizlemek amacı ile bırakılan yapay zeka sahibi bir çöp robotunun hikayesini anlatıyor.

Post-apokaliptik filtresinde en iyi animasyon olması dışında gelmiş geçmiş en iyi animasyon bile diyebiliriz. Ardından toplumun körü körüne bağlandığı dogmalara simgesel eleştiriler getiren DreamWorks yapımı How To Train Your Dragon gelir.

Yazar: Pedram Türkoğlu

Anatomi araştırmacısı, tıp doktoru, bilim yazarı, yaban hayatı fotoğrafçısı.

İlginizi Çekebilir

Le Règne Animal

Bir Hayvan Oluş Hikâyesi: Le Règne Animal

Yakın zamanda Covid-19 salgınının işaret ettiği en önemli fenomenlerden biri, insanlığın aslında ne kadar kırılgan …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et