Efsanenin Dönüşü Tron: Legacy

1982 yılında çekilen ve serinin ilk filmi olan Tron, devrimsel tekniğine rağmen ticari beklentileri karşılayamamış, elbette bu durum da gelecek olası projelerin rafa kaldırılmasıyla sonuçlanmıştı. Bir sonraki Tron filminin çekimine karar vermesi için Disney’in neredeyse 30 yıla yakın bir süre beklemesi gerekiyordu. 2010 yılında seyirciyle buluşan Tron: Legacy, deyim yerindeyse küllenmiş bir aşkın yeniden alevlenmesini andırıyor. Kevin Flynn‘in 27 yaşındaki teknoloji meraklısı oğlu Sam Flynn, babasının ortadan kayboluşunu araştırırken kendini Tron’un dijital dünyasında bulur. Sam, babasının sadık arkadaşı Quorra‘yla birlikte çok fazla gelişmiş ve son derece tehlikeli bir hale evrilmiş bu üst düzey sanal alemde bir ölüm kalım yolculuğuna çıkmakta gecikmez.

Her ne kadar 2010’da gösterime girse de Horowitz, Kitsis, Klugman ve Sternthal‘in senaryo çalışmaları 2005’e değin uzanıyor. Filmin ayakları yere basan bir proje halini almasında ise yönetmen Joseph Kosinski‘nin rolü çok büyük. Her şeyden önce, yönetmenin sıra dışı bir konsepti Disney’e kabul ettirmesi gerekiyordu. Hatırlanacağı gibi, o yıllarda The Matrix‘in kullandığı tasarımlar ve fikirler sanal dünyaları anlatan bilgisayar grafikli filmleri etkilemeye halen devam ediyordu. Kosinski yeni yapılacak Tron filminin başarılı olması için bu konseptten çok daha farklı bir yaklaşımı benimsemişti. Yoksa yeni Tron filmi “The Matrix”in gölgesinde kalmaktan kurtulamazdı. Bu nedenle ilk Tron filminin tasarımlarına sadık kalınması kararlaştırıldı. Ayrıca yüksek gerçeklikli grafikler ile gerçek görüntülerin karışımına dayalı bu konsept, 2010’lu yıllara yaklaşırken dahi oldukça yüksek bir hedefti.

Film renkli ve izlemesi keyifli olmasına rağmen maalesef birçok eksik ve hatayı da bünyesinde barındırıyor. Göze çarpan bazı tutarsızlıkları şöyle sıralayabiliriz:

  • Edward Dillinger rolünü oymayan Cillian Murphy sadece birkaç cümle söyleyip kayboluyor. Flynn’in en büyük rakibinin oğluna verilen rol bu mu olmalıydı?
  • Gem görüntüsü ile etkileyici bir karakter, ancak gerçekte ele avuca gelecek hiçbir şey yapmıyor.
  • Castor ise bu karakterler yığınına renk getiren nadir karakterlerden biri. Castor’a daha önemli görevler verilmesi düşünülebilirdi.
  • Alan’ın çağrı cihazı’na mesaj gelmesi de en çok dikkat çeken detaylardan. Bunun nasıl olduğunu anlamak oldukça zor. Bunun olması için, ortada bulunmayan bir teknoloji ile bu cihazın her akşam şarj edilmesi lazım. Bakımını ve hizmet servisini nasıl aldığını saymıyoruz bile! Sistemin tanrısı olan Flynn mesaj bile gönderemezken, CLU elektriği olmayan sistemin dışına nasıl mesaj gönderebiliyor?
  • Tron’u yazan Alan Bradley’nin sistem hakkında derinlemesine bilgisi olması gerekirdi. Bu kadar çok bilgisi olan birinin, Flynn’in kaybolmasının ardından sisteme girmek hiç aklına gelmez mi? Şüphelenmez mi?
  • Tron dünyasının detaylarıyla ilgili neredeyse hiç bir bilgimiz yok. Bu konuda görsel açıdan seyirci biraz daha bilgilendirilebilirdi. Bu dünya içindeki programlar hakkında da pek bir şey bilmiyoruz. Tek duyduğumuz onların oyun alanındaki tezahüratları. İlk filmde dahi bu detaya daha çok yer verilmişti.
  • Quorra karakteri çok yaratıcı bir fikirden doğmuş, ancak filmi seyrederken çoğu zaman içinin boş olduğu fikrine kapılıyoruz. Flynn’in, Quorra’yı soykırımdan kurtarması için bazı nedenler olmalı ve bunlar da anlatılmalıydı.
  • Flynn bu dünyanın yaratıcısıdır. Evrendeki en güçlü kişinin geri çekilip meditasyon yapması pek de inandırıcı gelmiyor.
  • Birkaç karşılaştırma ve hesaplama yaparsanız, filmdeki cycle ölçüsü ile gerçek zaman arasında birçok noktada da tutarsızlıklar bulabilirsiniz.
  • Kevin Flynn’in 1989 hali için, Against All Odds filmindeki görüntülerinden yararlanılmış. Açıkça söyleyebiliriz ki, bu kaliteye sahip bir filmde daha gerçekçi görüntüler yaratabilirdi.
CLU'nun ordusu
CLU’nun ordusu

Filmde dikkatimizi çeken diğer bir konu da sistemde bulunan normal programlar ve ISO’lar arasındaki farklılıklar. CLU da dahil olmak üzere tüm programlar, kullanıcılar tarafından tanımlanan fonksiyon ve protokoller aracığıyla belli bir amaca yönelik hareket ederler. ISO’lar ise tahminen grid tarafından yazılmış olmasına rağmen, yetenekleri normal programlara göre büyük esneklik barındırır. Hikayenin bu kısmı muallak. Bu konuda verilecek detaylar, kuşkusuz potansiyel Tron evreni’ni daha ilgi çekici hale getirebilirdi. Tüm bu kusurlarını bir kenara koyarsak, belki de filmin en güzel şeyi müzikleri. Daft Punk tarafından hazırlanan müziklerin tamamı elektronik gibi gözükse de, aslında elektronik müzik ile klasik müziğin ilginç bir karışımı. Müzikler o kadar başarılı ki, filmin soundtrack albümü bugün bile cazibesini koruyor.

Filmin 67 gün süren çekimleri, hikayenin konseptine uygun düşeceğine inanılarak Vancouver‘da gerçekleştirildi. Geriye kalan tüm çekimlerse stüdyoda kaydedildi. Tabii Tron: Legacy’nin başarısının ardından serinin üçüncü filmine dair beklentiler de yükseldi. Hatta üçüncü film için kısa tanıtım çalışmaları bile yapıldı. Ancak Disney, Jeff Bridges‘siz bir Tron filmi çekmenin erken olduğuna karar vermiş olacak ki proje iptal edildi.

Yazar: Hamdi Güzeliş

Makine Mühendisi. Dağların, newage müziğin ve bilimkurgunun uzun yıllardır tutkunu. "Turk Seti Team" üyesi.

İlginizi Çekebilir

Star Wars A New Hope

Star Wars: A New Hope

1965-1968 yılları arasında toplam dokuz kısa film çeken George Lucas, THX 1138 (1971) ile ilk …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et